09 Nisan 2025

Adaleti en çok yaralayan şey nedir?

Vahim olan noktalardan biri, yargının bu siyasi manevralara alet olması. Diğeri ise zamanında benzer haksızlıklara uğrayıp, yargı alet edilerek siyaseten ayağı kaydırılmaya çalışılan mevcut cumhurbaşkanının şimdi aynı muameleyi kendi rakiplerine reva görmesinin doğurduğu etik problem

“Hukuksuzluk” terimini kullanmayı pek sevmiyorum.

Bunun yerine “hukuka aykırılık”, “hukuk ihlali” hatta “adaletsizlik” deyimlerini tercih ediyorum.

Hukuk ihlalleri ve adaletsizlikler arasında bir sıralama yapsak, sıralamada en üstte olan, yani en ağır ve vahim hukuk ihlali hangisi olur?

Diğer bir deyimle, en büyük adaletsizlik nedir?

Kişilerin ve toplumun adalete ve hukuk düzenine olan güven ve inancını en çok hangisi zayıflatır veya yok eder?

Sıralamada üst sıralar için yarışacak hukuk ihlalleri veya adaletsizlikler belli:

Suçlu olmayanı haksız yere cezalandırmak.

Suçlu olana ceza verilmemesi.

Cezanın suçlu olana değil suçlu olmayana verilmesi.

Suç ve cezanın geçmişe yürütülmesi.

Bir kimsenin başkasının fiili nedeniyle cezalandırılması.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz kuralının ihlali.

Savunma hakkı tanımadan ceza verilmesi.

Kazanılmış (müktesep) hakların devletçe korunmaması.

Ceza veren ya da aleyhe karar veren mahkemenin/yargıcın tarafsız ve objektif olmaması.

Hukuk kurallarının uygulanmasında belirsizlik ve öngörülemezlik.

Kanunların uygulanmasında ve idari ve yargısal kararlarda özenli ve titiz davranılmaması ve üstünkörü, özensiz ve keyfi muamele yapılması.

Kanunların uygulanmasında ve idari ve yargısal kararlarda kanunun içeriğinin ve metninin dikkate alınmayıp, politik ve sosyolojik konjonktüre göre karar verilmesi.

Kanunların uygulanmasında ve idari veya yargısal kararlarda ve tercihlerde eşit davranılmaması ve kişiye göre farklı muamele yapılması.

Örnekler daha çoğaltılabilir ve örneklerin her birinin çok ciddi adaletsizlik doğurduğu kesin.

Ama içlerinden birini en büyük adaletsizlik olarak seçmek gerekseydi, hangisini seçerdiniz?

Bana göre en büyük adaletsizlik sonuncusu.

İdari, hukuksal ve yargısal kararlarda ve tercihlerde eşit davranılmaması ve “adamına göre farklı muamele”.

Kişiler nezdinde en kabul edilemez adaletsizlik benim gözlemime göre bu.

Toplum vicdanının en çok tepki verdiği adaletsizlik bu.

Eşitliğe aykırılık ve kişiye göre farklı muamele neden en büyük adaletsizlik?

Aynı veya benzer suçlamayla suçlanan herkese haksız yere ceza verildiğinde bu adaletsizliğe kişiler ve toplum vicdanında gösterilen tepki 10 üzerinden 7 ise, aynı durumda olup aynı fiilleri işleyen iki kişiden birine ceza verilip diğerine verilmediğinde kişiler ve toplum vicdanında gösterilen tepki 10 üzerinden 10’a çıkar.

Yani toplum psikolojisinde en büyük adaletsizlik eşitliğin ihlalidir.

Adaletin temel bazı (subasmanı) ve taşıyıcı kolonu eşitliktir.

Hatta gerçekten suç işleyen iki kişiden biri cezalandırılır ama diğeri cezalandırılmazsa toplum vicdanı bunu da adaletsizlik kabul eder ve gerçekten suç işleyenin aldığı ceza da bu durumda adaletsiz kabul edilebilir.

Kişiler ve toplum vicdanında eşitlik ilkesi neden bu kadar önemsenir?

Sonuçta adaletsizliğin sana yapılıp yapılmaması önemli değil mi?

Neden aynı durumda olduğun diğeri için alınan karar sana yapılan muamele için belirleyici olsun?

Tam bir mantığı yok aslında.

Buradaki adaletsizlik duygusu daha çok güdüsel hatta içgüdüsel gibi.

Sebebi tam da açıklanamayan doğal bir tepki.

Çifte standart” toplum ve kişi vicdanında kabul görmüyor ve doğal ve adil kabul edilemiyor.

Hatta bundan daha da vahim olan şey ise bu eşitsizliğin ve kişiye göre farklı muamelenin sistemde olağanlaşması, normalleşmesi ve “norm” haline gelmesi.

Bir ülkenin adalet sistemini en çok çürüten şey ise bu rutinleşme.

Belediyeyi “parsel parsel satan” başkan soruşturulmuyor; CB adayı olan başkan tutuklanıyor

Türkiye’den bazı somut örneklere bakalım:

Ülkenin şu anda 1. Partisi konumunda görünen ana muhalefet partisinin önümüzdeki seçimler için Cumhurbaşkanı adayı olarak belirlediği ve Ülkenin en büyük kentinin iki dönemdir seçilmiş belediye başkanı, belediyenin bazı işlerinde yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle tutuklanıyor.

Oysa Ülkenin 2. Büyük kentinin iktidar partisine mensup önceki belediye başkanı hakkında yeni belediye yönetimi yüzlerce yolsuzluk iddiasıyla ve çok somut deliller de sunarak suç duyurusunda bulundu.

Üstelik iktidarın aynı belediye başkanı hakkında yine iktidar partisinden önemli bir siyasetçi ve eski bakan, kenti “parsel parsel sattığı” vurgusuyla çok büyük yolsuzluklar yaptığı suçlamasında bulundu.

Buna rağmen bu eski belediye başkanı hakkında hiçbir soruşturma açılmadığı gibi, adli makamlarca bu çok ciddi suçlamalar nedeniyle ifadesine bile başvurulmadı.

Yani yolsuzlukla suçlanan iktidar partisinden olunca, en somut iddialar bile dikkate alınmıyor.

Muhalefet partisinden olunca, afaki suçlamalar bile ciddiye alınıp, üstelik tutuklama kararları veriliyor.

Ne kadar eşitliğe uygun uygulama değil mi?!

“Kürt açılımı” muhalefete suç, iktidara suç değil mi?

Tutuklanan ana muhalefet Cumhurbaşkanı adayı ve en büyük kentin seçilmiş belediye başkanı hakkında aynı zamanda “terör örgütüne destek olmak” suçlamasıyla açılmış bir soruşturma da bulunuyor.

Suçlamanın esası, terör örgütü ile bağlantısı olduğu iddia edilen ancak halen legal bir siyasi parti ile yerel seçimler için seçim işbirliği yapmış olması.

Oysa aynı günlerde, muhalefetin kendisi ile seçim ittifakı yapması suç olarak kabul edilen aynı siyasi parti, iktidar ortağı partiler tarafından el üstünde tutuluyor. İktidar bloğu liderleri (CB dahil) bu parti yöneticilerini resmi olarak muhatap alıp görüşüyor.

Bu partinin bağlantılı olmakla suçlandığı terör örgütünün hükümlü lideri devletçe resmi muhatap kabul ediliyor.

Anılan terör örgütü kendisini feshederse militanları ve üyeleri için cezasızlık öngörülüyor.

Aynı parti şu anda iktidar bloğuna geçse, iktidar sevinçten bu partiye belki birkaç bakanlık bile verecek!

Yani terör örgütü ile ilişkilendirilen anılan legal parti ile muhalefet seçim işbirliği yaparsa, teröre destek suçu oluyor.

İktidar bu parti ile işbirliği yaparsa ve hem bu partiyi hem de üstelik terör örgütünün bizzat kendisini ve liderini resmi muhatap kabul ederse, bu suç olmadığı gibi, bilakis çok demokratik ve övgüye değer bir yaklaşım oluyor!

Hatta bu partinin terör örgütüne ve teröre mesafe koymaya çalışan ve terörle bağlantılı olduğu suçlamalarından açık biçimde ulusal üstü mahkemede (AİHM) aklanmış olan eski liderini, muhalefet lideri muhatap alıp görüştüğünde suç oluyor.

Terör örgütünün mahkemece suçlu bulunmuş ve cezası kesinleşmiş liderine, iktidar bloğunca övgüler düzülünce ve hatta serbest kalması istenilince, suç olmadığı gibi alkışlanması bekleniyor!

“Kazanuılmış hak”lar muhalefet için değil, sadece iktidar tarafı için mi geçerli?

Bu arada ana muhalefetin seçilmiş Cumhurbaşkanı adayının 35 yıl önce ilgili üniversite idaresi tarafından hukuka uygun bulunup kabul edilen başka üniversiteden yatay geçişi, 35 yıl sonra usulsüz kabul edilip, bu geçiş üzerine 32 yıl önce aldığı üniversite diploması şimdi aynı üniversite tarafından iptal ediliyor.

Böylece bu kişinin Cumhurbaşkanı adayı olması idari bir kararla hukuken olanaksız hale getiriliyor.

Oysa mevcut Cumhurbaşkanı hakkında çok uzun yıllardır dile getirilen ve üniversite diplomasına yönelik sahtelik iddiaları var. Ancak şu ana kadar bu iddialar hiçbir idari veya adli soruşturmaya veya objektif incelemeye konu edilmiş değil.

Aynı şekilde, iktidara mensup bir milletvekili ve önceki bakanın kızı yurtdışında okuduğu biyoloji bölümünden ülkenin en prestijli tıp fakültesine bir süre önce yatay geçiş yaptığında, aslında hukuken “yok” hükmünde olması gereken yatay geçişi ve diploması “kazanılmış hak” kabul ediliyor.

Muhalefet adayının 35 yıl önceki aynı bölümden yatay geçişi ve diploması ise, üstelik o tarihteki mevzuata açık aykırılık olmamasına ve hile bulunmamasına karşın, “kazanılmış hak” kabul edilmiyor.

Bu dönemde “hakları” nedense hep iktidar tarafında olanlar “kazanıyor”!

Muhalefet tarafında olanlara “hak” kazanmak nedense hep yasak!

Hak kazanmada bile çifte standart var.

Sonuçta, ana muhalefetin seçilmiş adayına yapılan bu adaletsizliğin gerçek nedeninin mevcut Cumhurbaşkanına rakip olmasını engellemek olduğu tabii ki bir sır!

Ama herkesin bildiği bir sır!

Buradaki en düşündürücü ve vahim olan iki noktadan biri, 'yargı’nın bu siyasi manevralara alet olması.

Diğeri ise zamanında benzer haksızlıklara uğrayıp, yargı alet edilerek siyaseten ayağı kaydırılmaya çalışılan mevcut cumhurbaşkanının şimdi aynı muameleyi kendi rakiplerine reva görmesinin doğurduğu etik problem.

İstanbul’un iki dönemdir daha da artan halk desteğiyle seçilmiş belediye başkanının, Ankara’yı “parsel parsel satmakla” hem de kendi cenahından suçlanan ama nedense dokunulmayan önceki belediye başkanından daha da fazla yolsuzluğa bulaştığına bu toplumu nasıl inandıracaksınız?

İnandıramayınca da, yargıyı alet ettiğiniz bu siyasi operasyonlar eninde sonunda bumerang gibi gelip siyaseten sizi vurmayacak mı?

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhurbaşkanlığı hukuktan muaf mı?

Devletin en üst konumunda olanların hukuk kurallarını sadece halkın ve alt kesim idarecilerin uymaları gereken ama kendilerinin uyması gerekmeyen bir şey olarak algılamaları devlet idaresinin demokratik meşruiyetini ciddi biçimde zedeler

Çevre ve imarda aşırı korumacılık ters mi tepiyor?

Çevre ve imar konularında mevcut çok idealist ve çıtayı çok yukarıya koyan kuralları biraz daha makul ve rasyonel hale getirsek, pratikte çevreyi koruma çok daha etkin sağlanacak. Aşırı korumacılık refleksleri iyi niyetli olsa da pratikte çevre korumayı çok daha zorlaştırıyor ve imar ihlallerini daha da artırıyor

Claudia Roth ve iktidarın Kürt planı

İş eninde sonunda Anayasa değişikliğine geldiğinde, referanduma giderse böyle bir planın halktan destek alması çok çok zor görünüyor. Böyle bir anayasal senaryonun CHP’yi böleceği beklentisi de hiç gerçekçi değil. Çünkü E. İmamoğlu’na son yapılanlara tepkiler ve yeni Kurultay açıkça gösterdi ki CHP şu anda hiç olmadığı kadar birlik ve bütünlük içinde. Yani CHP bölünecek idiyse bile artık bölünme olasılığı hiç kalmadı!

"
"