01 Kasım 2023

100 yıllık Cumhuriyet'in hukuk ve yargı karnesi

Gelinen noktada yaşananlar bile Cumhuriyet'in hukuk ve yargı sisteminin 100 yıl sonunda gelebildiği yer hakkında maalesef bize çok net bir fikir verebiliyor

Geçen haftaki yazımda (25 Ekim) 100 yaşına girmiş olan Türkiye Cumhuriyetinin özellikle siyasi alanda ve genel olarak performansını değerlendirmiştim.

Bu yazımda ise niyetim Cumhuriyetin 100 yılda hukuk ve yargı alanında nasıl bir performans ortaya koyduğu.

Aslında bir süredir ve özellikle son birkaç gündür hukuk ve yargı konusunda ülke kamuoyunda yaşanan bir örnek olay bile 100 yıl sonra ve 21. yüzyılda ülkenin hukuk ve yargısının acıklı durumunu göstermeye yeter maalesef.

Milletvekili Can Atalay örneği ve hukuk sistemi Anayasa'ya nasıl meydan okuyor?

Son genel seçimlerde milletvekili seçilen, ancak gerçekte siyasi bir "suçlu!" olarak hapiste tutulduğu için milletvekili görevine başlatılmayan Can Atalay hakkında, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay hak ve özgürlükler aleyhine son derece daraltıcı ve hukuken sorunlu bir yorum yaparak, serbest bırakılıp milletvekili görevine başlamasına engel oluyor. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruda son derece net biçimde anılan kişi lehine ihlal kararı veriyor ve derhal özgür bırakılıp milletvekili görevine başlatılması gerektiği yönünde karar alıyor.

Buna karşın yerel mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin bu kararını tanımıyor ve kişiyi serbest bırakmıyor.

AYM Başkanı bile kendi kararlarının uygulanmamasını ve gerek idari makamlar gerekse diğer mahkemeleri tarafından kararlarına uyulmamasını kamuoyu önünde ciddi biçimde eleştirme ihtiyacı hissediyor.

Adli yargı alanındaki temyiz mercii Yargıtay, ayrıca son derece hatalı ve sorunlu bir yaklaşımla, AYM kararlarının aynı nitelikteki benzer diğer davalar yönünden kendilerini bağlamayacağı yönünde karar alabiliyor.

Oysa Anayasa açıkça AYM kararlarının herkesi bağladığını belirtiyor.

Gerçi Anayasa'da böyle bir açık hüküm olmasına bile gerek yok.

Nitekim Anayasa bu yüksek mahkemeye parlamentonun yaptığı kanunları bile iptal etme yetkisi tanımış. Ayrıca bireysel başvuru yoluyla adli yargı (Yargıtay) ve idari yargı (Danıştay) tarafından nihai olarak verilmiş olan kararlar hakkında insan hakları alanına ilişkin olarak bir üst denetim yetkisi tanımış.

O halde Yargıtay ve Danıştay beğense de beğenmese de, Anayasa AYM'ye ülkenin en üst düzeydeki yüksek mahkemesi fonksiyonu ve misyonu biçmiş durumda.

Özellikle 2012 yılı itibarıyla, bireysel başvuru yetkisi tanındıktan sonra, Anayasa AYM'ye Yargıtay ve Danıştay kararlarını bile gerektiğinde üst bir konumda denetleme yetkisi tanımış. Dolayısıyla AYM'nin iç hukuktaki en üst yargı mercii konumunu pekiştirmiş.

Söz konusu bu üst yargısal denetim fonksiyonunun sadece insan hakları (temel hak ve özgürlükler) konusuyla sınırlı olması da bu olguyu değiştirmiyor. Sonuçta "adil yargılanma hakkı" da dikkate alındığında, pratikte temel hak ve özgürlükler konusuyla bağlantısı ve alakası olmayacak dava adli yargıda da idari yargıda da yoktur.

O halde AYM kararlarının idari makamlar, yöneticiler, siyasetçiler ve diğer yargı mercileri dahil istisnasız herkesi hukuken bağlaması zaten Anayasanın bu yüksek mahkemeye biçtiği fonksiyonun ve misyonun doğal ve ayrılmaz bir sonucudur.

Bu bağlamda AYM kararını uygulamayan yerel mahkeme, Adalet Bakanlığı, Yargıtay ve TBMM yönetimi aslında açıkça Anayasa'ya ve Anayasa'nın getirdiği hukuk sistemine meydan okumuş olacaktır.

Gerçi Can Atalay olayında henüz süreç tamamlanmış değil. Yerel mahkemenin AYM kararını tanımaması üzerine Yargıtay tekrar karar verecek ve TBMM yönetimi ona göre vaziyet alacak.

Ama gelinen noktada yaşananlar bile Cumhuriyet'in hukuk ve yargı sisteminin 100 yıl sonunda gelebildiği yer hakkında maalesef bize çok net bir fikir verebiliyor.

Ülkenin en yüksek konumdaki mahkemesinin kararlarını bile açıkça tanımayan yerel mahkemeler.

Kendisini bir tür "ergen" heyecanıyla başka bir yüksek mahkeme ile adeta büyüklük yarışına sokmuş yüksek mahkemeler.

Hukuk düzeninin tanıdığı hak ve özgürlükleri siyaseten kendi tarafında olmayanlara uygulamayı gereksiz bir lüks veya ancak lütuf olarak gören bir Adalet bakanlığı.

Kendi seçilmiş üyelerinin anayasal haklarını bile savunmaktan aciz bir TBMM yönetimi.

100 yıl sonunda Adalet'in genel tablosu

Ülkenin hukuk ve yargısının geldiği noktaya başka açılardan da göz atarsak genel tablo şöyle:

Teoride hukuk sisteminin geldiği noktada çok ciddi bir sorun yok.

Anayasa ve kanunlar kağıt üzerinde Batı ülkelerindeki emsallerinin pek de gerisinde sayılmaz.

Cumhuriyet devrimlerinin en önemli ayağı olan hukuk devriminin gereği olan ve Batı'dan alınmış kanunlar ve hukuk sistemi bir şekilde varlığını -şimdilik- koruyor.

Fakat hukuk kurallarının uygulaması hemen her alanda Batı standartlarının çok altında.

Anayasa ile güvenceye alınmış temel hak ve özgürlüklerin sahada halka uygulanması çok ciddi biçimde sorunlu.

Örneğin Anayasa, toplantı ve gösteri yapma hakkını izne bile tabi tutulamaz diye korumaya almasına karşın, bu Anayasa hükmü neredeyse uygulamada değil.

Yargı sisteminin geldiği nokta ise maalesef hem teoride hem de uygulamada açıkça sınıfta kalıyor.

Teknik açıdan bakarsak, hem adli yargıda (ceza yargısı ve özel hukuk yargısı) hem de idari yargıda uzun süredir uygulanan yargılama usulü, bazı revizyonlar yapılmış olsa da, artık köhnemiş ve ihtiyaca cevap veremez durumda.

Bir hukuk sisteminde bu kadar çok sayıda dava olması da, bu kadar çok sayıda davanın bu kadar etkin ve verimli olmayan yargılama prosedürleriyle yürütülmesi de artık sürdürülebilir boyutları aşmış durumda.

Çok acilen dava sayısının çok azaltılmasını sağlayacak mekanizmalar ve davaların çok daha kısa ve etkin biçimde tamamlanmasına olanak verecek yöntemler devreye alınmalı.

İmar davalarında, kaçak yapı gibi en acil konularda bile mahkeme karar verip karar tebliğ edilinceye kadar tüm inşaat tamamlanıyor. Mahkeme kararına kadar inşaatın tamamlandığı seviye kazanılmış hak oluyor.

İşyeri veya ticari faaliyet ruhsat davalarında dava sonuçlanıncaya kadar çoğu işyeri zaten ekonomik olarak batma noktasına geliyor.

Sonra da buna adalet deniyor!

Oysa Batı'da gerek dava sayısını azaltacak, gerekse dava süreçlerini çok daha etkin yürütecek yeni metotlar var.

Yeter ki siyasi irade olsun. İstenirse hemen devreye sokulur.

Tabii ki siyasi irade öncelikle yargı bağımsızlığına ve yargının tarafsızlığına inanmalı.

Ne var ki 100 yıl sonra gelinen noktada, tüm Yargı erkini yöneten ve kontrol eden HSK'nın oluşumu bütünüyle siyasi etki altında.

Yüksek mahkemeler dahil yargı erki bu Kurul'a tek bir üye dahi seçemiyor.

Muhalefetin onursuzca tav olduğu 1-2 göstermelik üyesi dışında Kurulun ezici çoğunluğunu siyasi iktidar belirliyor.

Bunun sonucu da tüm yargı erkinin siyasi etkiye karşı vaziyet etmede çaresiz ve yetersiz kalması.

 Tabii ki tüm olumsuzluklara rağmen işini layıkıyla yapan yargı mensupları hiç de az değil.

Ama sistem sağlıklı kurulmadıkça kişilerden münferit kahramanlıklar beklemek de insaflı bir yaklaşım olmaz.

Sisteme karşı kimse elini taşın altına koymak istemiyor; ama herkes diğerlerinin "Süpermen" performansı göstermesini bekliyor!

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan'ın yeni siyasi taktiği

Erdoğan'ın Özgür Özel'i "kafalayarak", anamuhalefetin Erdoğan tarafından belirlenen ve sınırları çizilen çerçevede siyaset yapmasını empoze etmesi CHP için bir tür siyasi intihar olur

Yeni Anayasa neden tuzak?

Anayasa değişikliği Erdoğan'ın tekrar Cumhurbaşkanı adayı olmasını otomatik olarak sağlar mı?

23 Nisan ve "okuyup büyük adam olmak" hayali

Çocuklarda ve gençlerde artık "okuyup büyük adam olma" hayali kalmadı