25 Ekim 2023

100 yıllık Cumhuriyet neyi başardı, neyi başaramadı?

Tarihimizi sadece olumlu yönleri ile değil, olumsuz yönleri ve başarısızlıkları ile de sahiplenmemiz ve özeleştiri yapmamız ileride daha iyi noktalara gelebilmemiz için ön şarttır

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılının kutlanmasına günler kala belki de haddim olmayarak Cumhuriyet'in 100 yılda neyi başarıp neyi başaramadığının bir tür muhasebesini ve bilançosunu yapmak istedim.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1929'da Cumhuriyet Bayramı geçit törenini izliyor.

Cumhuriyetin başardıkları

Bence Cumhuriyetin en büyük başarısı kendisini Batı medeniyetinin yanında hatta onun ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırabilmesi.

Böylece Batı'nın gelişen demokrasi değerlerinin otomatik olarak benimsenmesinin olağan ve doğal bir "norm" olarak benimsenmesi.

Bunu da büyük ölçüde Cumhuriyet sonrası biraz da halka dayatılan ve Batı'nın temel normlarının ithal edildiği devrimlere borçluyuz.

Özellikle de başta Medeni Kanun olmak üzere, Batı hukuk sisteminin benimsendiği hukuk devrimi.

Sonrasındaki Avrupa Konseyi ve NATO üyelikleri ile AB üye adayı statüsü Batı medeniyetine dahil olmaya yönelik temel tercihimizi perçinleyen gelişmeler.

Başka bir anlatımla, topraklarının sadece çok küçük bir parçası coğrafi olarak Batı'da (Avrupa'da) kalan ve Suriye, Irak ve İran gibi Orta Doğu'nun bağrına bitişik ve üstelik halkının tamamına yakını Müslüman olan büyük bir ülkenin kendisini daha en baştan Orta Doğu ve Doğu dünyasından soyutlayıp, net ve kararlı biçimde Batı dünyası içinde konumlandırması ancak Atatürk gibi bir dehanın taktiksel başarısı olabilir.

Kanaatime göre Cumhuriyetin diğer bir başarısı, eğitim alma ve kariyer yapmada alt sosyolojik katmanlardaki defavorize halk kitlelerine ("Anadolu çocuklarına") fırsat eşitliği sağlayabilmesi.

Bu bağlamda özellikle de köy enstitüleri, yatılı öğretmen okulları, devlet parasız yatılı okulları ve diğer devlet okullarında verilen ücretsiz ve burslu eğitim imkanları sayesinde, Anadolu'nun orta ve alt ekonomik ve sosyal sınıflarından çıkan zeki ve çalışkan halk çocukları gerek devlet bürokrasisinde gerek siyasette gerekse özel sektörde belli üst noktalara gelme imkanı bulmuş.

Cumhuriyetin üçüncü önemli başarısı ise, Güneydoğu ve Doğu Anadolu hariç tutulursa, sosyolojik açıdan ülke coğrafyasının etnik ve kültürel açıdan çok iyi harmanlanması.

Böylece Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz ve İç Anadolu coğrafyasında gerek yerleşik veya göçebe Türk unsurlar, gerek Balkan, Ege ve Kafkasya kökenli muhacirler, gerekse Kürt ve Arap kökenli yerli unsurlar arasındaki karma yerleştirme politikaları bu bölgelerde yani asıl Anadolu'da coğrafi açıdan sosyolojik ve politik ayrışımlara yol açamamış.

Sonuçta 100 yıl sonunda gelinen noktada Cumhuriyetin bu üç alandaki başarısı da küçümsenmeyecek ölçüde önemli.

Cumhuriyet'in başaramadıkları

Objektif olmaya çalışırsam, Cumhuriyetin başarısız olduğu en önemli iki konu bence şunlar:

İlki, din ve devlet ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtamaması, din ve devlet kurumunu tutarlı biçimde ayrıştırmada yetersiz kalması ve laikliği geniş halk kitlelerine özümsetmeyi başaramaması.

Bu konuda ifrat ile tefrit arasında makul bir orta nokta tutturmayı becerememesi.

Din ve devlet ilişkisinde dini fazla baskılayan aşırılık (Bkz. Türban yasakları) ile dini devlet işlerinde etkili kılan aşırılıklar (Bkz. Tarikat ve cemaatlerin devlete sızmalarının tolere edilmesi) arasında makul bir denge tutturulamaması.

Diyanet'in konumunun da aynı şekilde ifrat ile tefrit arasında uç noktalarda gezinmesi.

Diyanet İşleri Başkanlığı'na verilen, dini modern gelişmelere uygun ilerici yorumlayarak laikliği yerleştirme misyonundan, şimdilerde laikliğin altını oyma misyonuna doğru 180 derece dönüş.

Dindarlığın ise sosyolojik olarak ibadetin şekli kurallarını yerine getirme ile sınırlı yorumunun promote edilmesi, ahlaki boyutunun görmezden gelinmesine yol açıyor ve bu olgu özellikle gençlerin din kurumundan soğumasına sebebiyet veriyor.

Aslında buradaki sorun Cumhuriyetin kuruluşunda sistemin doğru kurgulanması değil.

Tam tersine laiklik devrimi ile kurucu kadrolar en başta doğru bir yerden hareket ediyorlar.

Sorun sonraki kadroların makul ve dengeli politikalarla laikliği yerleştirmeyi becerememesi.

Yani 100 yıl sonra gelinen noktada laiklik konusunda da dindarlık konusunda da halkın yüzde doksanının kafası halen çok karışık.

Cumhuriyet bu konularda toplumsal bir uzlaşma standartı yerleştirmeyi başaramadı.

Ulus devlet başarısızlığı

Cumhuriyetin ikinci önemli başarısızlığı ise aslında ulus-devlet sisteminin gereği olarak tek bir ulus kimliği (Türk ulusu) oluşturamaması.

Daha doğrusu Kürt kimliğini Türk ulus devlet kimliği içinde eritmeyi (entegre etme) onca uğraşlara rağmen başaramaması.

Esasen mevcut yapı içinde bunu yapmak da mümkün değildi.

Yani buradaki başarısızlığın nedeni sonraki yönetici kadroların yeterince becerikli olmaması değil.

Bu konuda sistemin (coğrafi yapının) en baştan doğru kurgulanmaması.

Büyük sayılabilecek belli bir bölgede çoğunlukta olan ve üstelik sayısı milyonları bulan ancak ülke içinde azınlıkta kalan farklı bir etnik kimliğin çoğunluğun baskın kimliği içinde eritilemeyeceğinin en baştan tahmin edilebilmesi gerekirdi.

Düğme en baştan yanlış iliklenince de sonradan düzelmiyor tabii ki.

Nedeni ise anlaşılabilir tabii ki.

Cumhuriyetin kurucu kadrolarının genlerine işlemiş imparatorluk hayalleri ile ulus-devlet mantığı arasında sıkışmaları bu konuda vizyonlarını da perdelemiş muhtemelen.

Gelinen noktada ise kısa ve orta vadede bir çözüm perspektifi bulunmuyor maalesef.

Tek muhtemel çözüm perspektifi ise Fransa'nın yapmaya çalıştığı gibi, üniter yapı içinde bölge bazında oluşturulacak yerel idarelere daha fazla idari yetkiler tanımak.

Böylece demokratik usullerle fazla kırıp dökmeden çözümü zamana bırakmak.

Sonuçta, tarihimizi sadece olumlu yönleri ile değil, olumsuz yönleri ve başarısızlıkları ile de sahiplenmemiz ve özeleştiri yapmamız ileride daha iyi noktalara gelebilmemiz için ön şarttır.

Cumhuriyeti kurucu kadro her şeyi doğru yapmamış olabilir. Hataları düzeltmek ve daha iyiyi başarmak bizim ve gelecek kuşakların görevi.

Cumhuriyeti kuranları bu vesileyle saygıyla selamlıyorum.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Niçin yazıyorum?

Yazmaktaki amacım, bir tür kamu hizmeti aşkıyla tutuşup, topluma hizmet adına toplumu bilgilendirme amacı filan değil...

Erdoğan'ın yeni siyasi taktiği

Erdoğan'ın Özgür Özel'i "kafalayarak", anamuhalefetin Erdoğan tarafından belirlenen ve sınırları çizilen çerçevede siyaset yapmasını empoze etmesi CHP için bir tür siyasi intihar olur

Yeni Anayasa neden tuzak?

Anayasa değişikliği Erdoğan'ın tekrar Cumhurbaşkanı adayı olmasını otomatik olarak sağlar mı?