24 Ekim 2024
Son günlerde artan bir sıklıkla hukuk ve ahlâk kurallarının, bunların dayanması gereken ilkelerin ve mantığın fahiş ihlâllerini görüyoruz. Sağlık alanında çetelerce yolsuzluk, kamu kurumlarının ve ailelerin soyulması amacıyla bebeklerin sağlık açısından gereksiz yere yoğun bakıma alınmaları ve ölüme terkedilmeleri, öldürülmeleri. Eğitim alanında değerler adına eğitim sisteminin toplu bir dinî-ideolojik saldırı ile tahrip edilmesi. Çocukların okula gitmesi için gereken servislerin, öğle yemeklerinin kaldırılması, öğrenci açlığı, okul tuvaletlerinin temizlenmesi için para olmaması. Hukuk alanında savcıların tehdidi, adliyelerde yaygın rüşvet çeteleri. Üniversite özgürlüğü ve kurumsal özerklik bağlamında herhalde en fahiş süregelen örnek Boğaziçi Üniversitesinde yapılanlar. İfade özgürlükleri alanında medyada tuhaf kapatma ve sansür kararları (son olarak Açık Radyo’nun kapatılması), medya mensuplarının haberleri, akademisyenlerin tezler, araştırma ve yayınları yüzünden sansür ve mahkemelerle, hapis ve para cezaları ile, sosyal medyada iktidar partileri ve aşırı sağ partilerle ilintili trol kampanyalarıyla küfür, taciz ve tehditlere maruz kalmaları ve en fahiş örnek olarak yolsuzlukları belgeleyen medya mensuplarının ölüm tehdidi almaları. Pazartesi günü faili meçhul Ahmet Taner Kışlalı cinayetinin 25. yıldönümüydü. Sıradan iyi insanlar artık tepkilerini Hırant Dink için, Uğur Mumcu için toplananlar gibi kalabalık cenazelerde değil, önleyici örgütlenmelerde göstermek için siyasi önderlik bekliyorlar.
* * *
Fahiş örnekler ülkemizde ve dünyanın başka yerlerinde dönem dönem rastlanan, hiç ortadan kalkmayan tarihlerin parçası. Türkiye’de günümüzde bunların sıklığı, yaygınlığı ve vahameti artıyor. Bütün bunlar sayıları daha çok olan derece derece daha ‘hafif’ olaylar ve sonunda sıradan günlük işler arasında olup bitiyor. Fahiş ihlallerin az sayıdaki organize failleri de daha ufak işlere karışan veya görmezden gelen, susan, susmak zorunda olan, haberi olmayan, bilmek istemeyen çoğunluk sıradan vatandaşların, bizlerin aramızda yaşıyor, iş görüyorlar. Fahiş ve sıradan arasındaki ilişki nedir? Rakel Dink’in deyişiyle bir bebekten bir katil, bir bebek katili nasıl çıkıyor? Kötülüğün ne olduğunu, sebeplerini tahlil etmek bu yazının amacı değil. Sıradan ve fahiş karşılaştırmasına biraz yüzeysel ve olgusal olarak, her zamanki gibi bilmek ve yapmak eksenini göz önünde tutarak değinmeye çalışacağım.
* * *
Bütün canlı türleri gibi insanın biyolojik evriminde de bireylerin yaşamaları ve üremeleri için rekabette avantaj sağlayan değişiklikler (mutasyonlar) yanında, dayanışmaya imkân veren, bireyin mensup olduğu grup, gruplar ve nihayet tür içinde (hatta simbiyotik ilişkilerde türler arasında) dayanışmaya yol açan değişiklikler de evrim sürecinin önemli bir parçası. İnsan türünün zihinsel gelişmişliği ve buradan kaynaklanan dil, iletişim ve kültürün ortaya çıkması doğal seçilimle evrimin çok yavaş ve karmaşık süreçlerine, nispeten daha hızlı ve çok daha karmaşık sosyal ve kültürel oluşumların etkisini de ekliyor. Bireyin dayanışma çerçevesini oluşturan sosyal grupların en küçüğü sonraki nesillere genlerini aktarma, yani kalıtımda başarıyı doğrudan etkileyen aile ve akrabalıkla başlıyor. Gruplar büyüdükçe kalıtım ortaklıkları önemsizleşiyor, dayanışmanın gruba ve grup bağlamında bireylere sağladığı avantajlar öne çıkıyor, grup mensubiyeti de sosyal, kültürel bağlarla ve bunları yöneten siyasetlerle tanımlanıyor. Grupların yönetilmesi için yönetim hiyerarşileri ortaya çıkıyor.
* * *
Bireyler için “İyi” fiziki, maddi, psikolojik rahatlık, esenlik ve haz olarak tanımlanabilir. Topluluk için “iyi”nin gözetilmesi de ahlâkın altın kuralına, yani kendin için iyi bildiğini ararken başkalarının da kendileri için iyi bildiklerini ihlâl etmeme kuralına yol açıyor. Peki burada bizi oluşturan, benimle birlikte sayılan başkaları hangi grup içindeki başkaları? Duruma göre aile, aşiret, millet, etnik grup, sınıf, ayni devletin vatandaşları - kimler? Kimler ayni haklara sahip ‘eşitler’? Eşitler arasında çıkar farklılıkları nasıl çözülecek? Hepsinin ortak çıkarları nasıl anlaşılacak ve korunacak? “Biz” ile “ötekiler” arasında durum ne olacak? Pratikte yönetim için gerekli olan hiyerarşiler içinde herkesin esenliği nasıl korunacak? İktidar nasıl kontrol edilecek?
Bütün bu sorunlarda hem bilgi ve mantık hem de doğru veya yanlış edinilen “bilgi”nin hangi sosyal kümeler çerçevesinde nasıl eylemlere yol açacağı meseleleri var. Çıkarların, değerlerin tanımı ve uzlaşmanın inşası, tavizlerin bulunması ve ortak çıkarın gözetilmesi, bunun için de laiklik, demokrasi, şeffaflık, topluluğun paylaşacağı denge ve denetleme mekanizmaları söz konusu. Toplu “iyi”yi aramanın tersini “kötü” addedersek, kötünün araçları bilgi düzeyinde yalan, eylem düzeyinde ise şiddet. Tabiî ki insan ve toplum ilişkileri rasyonel bazda ilerlemiyor. Yalan ve şiddet farklı ölçeklerde hep var ve toplumun işleyişi için sıradan günlük ölçülerde olağan, bazan gerekli. Kötünün en uç, seyrek görülen ama etkisi büyük örneklerine ‘fahiş’ , en çok rastlanan, yaygın, ufak ufak örneklerine de ‘sıradan’ diyelim. Fahişi sadece kötü için kullanmak lâzım, fahiş bir iyilik, toplumun ortak esenliğine hizmet eden bir davranışın uç, aşırı, ihlâl eden, baskı ve şiddetle gelen anlamında fahiş olmaz, çünkü ortak iyilik katılımla, karşılıklı tavizle, denge ve denetimle gerçekleşir. Oysa sıradan, çok sayıda insanın içinde olduğu davranış ve düşünce kipleri tabii ki iyilik de kötülük de içerebilir. Totaliter iktidarlar mutlak iktidar oldukları ölçüde fahiş kötülük artan sıklıkta, şiddet içererek, doğrudan iktidarın inisiyatifiyle gerçekleşir. Sıradan insanların günlük davranışlarında iktidara muhalafet imkânsız olur, sıradan olan kötülüğü en azından görmezden gelmek, bilinçli veya bilinçsiz katkıda bulunmak tercih ve mecburiyeti olur. Bu mecburiyet rejimin iktidarda kalmak için ufak paylaşımlar, yarattığı çaresizliklere karşı iş, maaş, iane verme imkanlarıyla desteklenir. Totaliterleşme süreci tamamlanmamışsa o zaman sıradan içinde muhalefet ve iyi davranış da yaşayabilir. Fahiş de sadece iktidarın inisiyatifiyle değil, ayni zamanda halâ en çok direnebilen noktalara karşı saldırı yoluyla olabilir. Türkiye’nin şimdi bulunduğu, Ersin Kalaycıoğlu’nun deyimiyle ‘sultanizm’ aşaması, bir yanda kendi haklarının ve çıkarlarının ihlaline ve fahiş kötülüğe tepki verebilen, demokrasi, laiklik, cumhuriyet değerlerine bir ölçüde sahip çıkabilen sıradan insanlarla öbür yanda menfaatleri için ya da korunabilmek için rejime mecbur olan sıradan insanların olduğu bir durum. İktidarın ve muhalefetin politikaları, tercih ve hataları, ekonominin durumu, bu grupların büyüyüp küçülmesi ve bunların siyasi etkilerinin oluşması, yönlendirilmesi, artıp azalması yoluyla bu aşamada toplumun ne yöne evrileceği belirsiz. Daron Acemoğlu ve arkadaşlarının tezlerindeki dar demokrasi koridoruna küçük ve sıradan etkilerin fahiş baskılara galip gelecek şekilde oluşması ve yönlendirilmesiyle ulaşılabilir.
* * *
Sıradan kötülüğün gözlenmesi, tanımlanması ve bu isimle etiketlenmesi 20. Yüzyılın büyük düşünürlerinden Hannah Arendt’in katkısı. Nazi döneminde Yahudilerin toplama kamplarına sevkinde ve öldürülmelerinde rol oynayan önemli görevlilerden Adolf Eichmann savaştan sonra kaçıp ailesiyle birlikte sahte kimlikle yaşadığı Arjantin’den İsrail ajanlarınca 1960’ta kaçırılmış, 1961 yılında Kudüs’te soykırım suçlusu olarak yargılanmış ve idam edilmişti. Arendt New Yorker dergisinin ‘muhabiri’ olarak mahkemeyi izlemiş, olup bitenleri ayrıntılı bir hukukî, psikolojik ve ahlâki analizle önce dergide daha sonra da “Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil” adıyla kitap olarak yayınlamıştı. Bu kitap ülkemizde “Kötülüğün Sıradanlığı: Eichmann Kudüs’te” başlığıyla çıktı (çeviren: Özge Çelik, Metis Yayınları, 8. Baskı: Aralık 2022). ‘Banality’ kelimesi sıradanlıkla birlikte ‘bayağılık’, ‘adîlik’ anlamlarını da taşıyor. Tek kelimeyle vermek gerekince ‘sıradanlık’ en baskın anlam. Eichmann’ın kendini mazur göstermeye çalışan ve kendi açısından yalan söylerken ve suçunun vahametini inkâr ederken bir yandan da inandığı açıklama ve gerekçe, bu işleri mesleğinde yükselmek, terfi etmek için yaptığı şeklinde. Sadece yapmak zorunda olduğu ve mutlak totaliter rejimde herkesin sıradan günlük hayatlarını sürdürdüğü değil, Eichmann bir yandan önemsiz, sıradan biri olduğunu, cinayetlerde karar verici olmadığını söylemeye çalışırken bir yandan da görevinde iyi olduğunu, verimli çalıştığını yani aslında en üst düzeyde olmasa da oldukça yüksek düzeyde sorumlu olduğunu, yükselmeyi hakkettiğini, hakkının yendiği düşüncesini bilinçsizce belli ediyor. Burada fahiş cinayet artık sıradan hale gelmiş. Binlerce insanın toplanıp öldürülmesi olaylarını bilmezden görmezden gelen, ya da bilen ve onaylayan, öldürülen ‘öteki’ insanların insan sayılmadığını düşünen, ya da hiç düşünmeyen, sıradan insanlar. Arendt’in kötülüğün sıradanlığı gözlemi, dikkatli ve doğru bir gözlem. Ancak dünya demokrat kamuoyunun bir kesimi ve bu arada İsraillilerin ve başka ülkelerden yahudilerin bir kısmı bu gözlemin soykırımı basitleştirdiği, hafiflettiği gerekçesiyle Hannah Arendt’e çok kızmışlar. Oysa Arendt’in kötülüğün sıradanlığı teşhisi tam tersine demokrasinin, insan haklarının herkesi kapsamasının ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Günümüzde ‘gerçek sonrası’ (‘post-truth’) yalanların demokrasilerde kolayca üste çıkmasında, sıradanlaştırılan kötülüğü tekrar tekrar yaşıyoruz. İsrail’in Filistinlileri sürmesi, Hamas’ın terör saldırısına Netanyahu rejiminin ölçüsüz şiddet ve terörle kat kat artan cinayetlerle ve savaşla karşılık vermesi, yine yolsuzluk ve çıkarların iktidarını sürdürmek için kullanılan fahiş örnekler. Buna karşılık mutlak totaliter aşamaya gelmemiş İsrail’de, savaş ortamında dahi sıradan insanların kötülüğe karşı durmaya çalışmaları da gözleniyor.
* * *
Kötülüğün sıradanlığı totaliter rejimlerden sonra geride kalan sıradan kalabalıklar sorununu getiriyor. Nazi Almanya’sından sonra Batı ve Doğu Almanya’da sıradan insanlara ne oldu? Nazilerin suçlarına katılmış ve sessiz kalmış ve sonunda çok çekmiş kalabalıklar elbette işten çıkarılamaz, hepsi yargılanamazdı. Toplumun, kurumların işlemesi için vazgeçilemeyecek bir çoklukta idiler. Bunların işten çıkarılmaları büyük ekonomik krize, işlerin yürümemesine, işsizliğe yol açardı. Onun için sadece resmî söylem ve eğitim yoluyla sonraki kuşaklarda yerleştirilmeye çalışılan, kısmen de başarılı olan yeni bir bilinç oluşturuldu. Ve şimdi bir yandan popülist ve faşist eğilimler yeniden boy gösteriyor, öte yandan suçluluk kompleksi ve ‘siyaseten doğruluk’ Alman hükümetini Netenyahu’yu savunmaya götürüyor.
* * *
Türkiye yarı totaliter rejimden daha demokratik bir yapıya dönebilecekse, fahiş örnekler dışında rejimin sıradan kadrolarının tasfiyesi mümkün değil. Yeni bir vatandaşlık bilinci, yeni bir eğitim, liyakatsiz kadroların yeniden eğitimi ve çökmüş kurumların ve ahlâkın yeniden inşası ihtiyacıyla karşı karşıya olacağız.
Ali Alpar kimdir?Astrofizikçi. Sabancı Üniversitesi Emeritus öğretim üyesi. Bilim Akademisinin kurucu başkanı. 1968'de Robert Akademi'den, 1972'de ODTÜ Fizik bölümünden mezun oldu. 1977'de Cambridge Üniversitesi'nden fizik doktorasını aldı. Boğaziçi Üniversitesi, Columbia Üniversitesi, University of Illinois at Urbana-Champaign, TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü, ODTÜ ve Sabancı Üniversitesi'nde çalıştı. Araştırma alanları nötron yıldızları ve pulsarlardır. 1993-1997 arasında Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Konseyi, TÜBİTAK Bilim Kurulu ve TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları'nı başlatan yayın kurulu üyesiydi. ODTÜ (1994) ve Sabancı Üniversitesi'nde (2003) mezuniyet sınıfı öğrencilerinin seçtiği en iyi öğretim üyesi ödüllerini aldı. TÜBİTAK Teşvik Ödülü 1986, Sedat Simavi Ödülü 1988, TÜBİTAK-TWAS Bilim Ödülü 1992, ODTÜ Mustafa Parlar Vakfı Bilim Hizmet ve Onur Ödülü 2018 sahibi. Hükümetin KHK ile Türkiye Bilimler Akademisine (TÜBA) üye tayin etmesi üzerine TÜBA'nın 82 aslî üyesinden istifa eden 52 üye arasındaydı. 25 Kasım 2011'de Bilim Akademisi'nin 17 kurucu üyesi arasında yer aldı. 2011-2021 yılları arasında Bilim Akademisi'nin ilk başkanlığını yaptı. Türk Astronomi Derneği üyesi ve eski başkanı. Academia Europaea, American Philosophical Society, European Astronomical Society, International Astronomical Union üyesi. |
Demokrasiden uzaklaşma ve ahlâki çürüme sorgulamanın ve mantığın reddini gerektirir. Onun için totaliter rejimler yolsuzluğu ve ahlâksızlığı sıradanlaştırır, olağan kılarken, itirazları yasaklar, akıl ve mantığı devre dışı bırakırlar. – Ne yapılabilir?
© Tüm hakları saklıdır.