07 Kasım 2024

Ahlâk, mantık ve demokrasinin savunulması

Demokrasiden uzaklaşma ve ahlâki çürüme sorgulamanın ve mantığın reddini gerektirir. Onun için totaliter rejimler yolsuzluğu ve ahlâksızlığı sıradanlaştırır, olağan kılarken, itirazları yasaklar, akıl ve mantığı devre dışı bırakırlar. – Ne yapılabilir?

Önceki yazıda fahiş ve sıradan kötülüklerden, kötülüğün olağan hale gelmesinden, kanıksanmasından söz etmiştim. Son iki hafta içinde de artan sıklık ve vahamette fahiş demokrasi ihlâlleri gördük. Apaçık, ayan beyan kötülüklerin örtbas edilmeye çalışılmasından öte bu kötülüklere karşı çıkmaya, şikâyet etmeye çalışan vatandaşlar cezalandırıldı. En son fahiş örnekler bebek öldüren çete ile ilgili ifade vermek isteyen hemşirenin ifadesinin alınmaması

ve olayı takip eden avukatın gözaltına alınması. Siyasi alanda seçme ve seçilme hakkının bir kere daha kayyum atamalarıyla gaspı. Sıradan kötülükler her toplumda her zaman olur. Demokrasilerde kamu çıkarlarını korumak için kamu kurumlarından oluşan ve bu arada kamu güvenliği için şiddet tekelini elde tutması gereken devleti yönetme erki geçici sürelerle seçilen hükümetlere verilir. Kamu kurumlarının birbirlerini ve hükümeti denetlemeleri, kuvvetler ayrılığı ve sivil toplumun da takibi ile demokrasilerde hükümetlerin devlet gücünü kötüye kullanmaları kontrol altında tutulabilir. Otokratik ve totaliter rejimlerde ise iktidar partisi-hükümet-devlet ayırımları ortadan kalkar.  Rejim, devlet elinde olması ve denetlenmesi gereken şiddet tekelini kendinde toplar, sivil toplumun denetimine kapatır ama rejimin yardımcısı ve işbirlikçisi olan sivil çetelerle mafyayla şiddet tekelini paylaşır. Çok kritik bir unsur olarak adalet mekanizması ele geçirilir, yargının bağımsızlığı bitirilir, sivil toplumun, medyanın ve bilim- üniversite sisteminin üzerine çökülür. Şu veya bu ölçüde demokrasinin olduğu bir ortamdan otokratik rejimlere darbeler ya da popülizm yoluyla küçük çıkar ortaklıkları ve ideolojik kılıflarla oy veren kitlelerin desteği alınarak, seçimlerde yolsuzluk yapılarak vs geçilir.  Rejim ne kadar otokratik ve totaliter olursa o ölçüde bireylerin ve çetelerin kötülükleri rejimin kolaylaştırması, göz yumması ve çıkara dayalı işbirlikleriyle fahiş boyutlarda artar ve sıklaşır. Doğrudan rejimin fahiş ve pervasız kanun ve hak ihlâlleri de aynı şekilde. Demokrasiden uzaklaştıkça sıradan kötülük artar, fahiş kötülük de iyice azar.  Bunun tarihte ve günümüzde, dünyada ve ülkemizde birçok örneği var.

***

Totaliter rejimlerde ahlâki çürüme yayıldıkça iktidar pervasızlaşır. Bütün bunlar yalan, şiddet ve sansür eşliğinde yapılır. Yani tutarlılık, sorumluluk, yapılan işlere akla yakın gerekçeler, iddialara sahici kanıtlar sunmak gereği duyulmaz. Ahlâktan vazgeçmek, başkalarının, kamunun yararını gözetme amaçlı akıl yürütmenin, mantığın toptan reddiyle birlikte olur. Aynı şartlarda aynı konuda geçen hafta böyle dediniz, bu hafta tersini söylüyorsunuz, kendiniz filanla görüştünüz şimdi aynı kişiyle görüşmüş olmak seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasına bir gerekçe oluyor, dolandırıcılık için bebeklerin öldürülmesi söz konusu ama bununla ilgili ifade vermek isteyen vicdan sahibi vatandaşın ifadesi alınmıyor. Akıl, mantık işi değil bunlar.

***

Mantık: gözlemlere, kanıtlara dayanan bir temelden çıkarak güvenilir bilgi ve eyleme ulaşmaya yarar. İlk önermeler, temeldeki değerler de yine tecrübeye dayanarak, ortak iyiliği sağlayan usullerdir. Demokrasi, laiklik, şeffaflık gibi değerler bu dünyada insanların iyiliğine yaradığı denenmiş değerlerdir, Allah’a ya da lidere atfen konan sorgulanmaz değerler değil. Sorgulama ve denetlemenin ortadan kalktığı yerde hem demokratik değerlerin kökeni hem de onlardan türetilebilecek iyi yönetimin, iyi eylemlerin neler olacağı üzerine açık toplum görüşmesi yok olur.  Totaliter rejimlerde yalan hakimdir: Trump’ın alternatif gerçekliği, Goebbels’in büyük yalanları sık sık ve yüksek sesle söyleme formülü. Kısmi demokrasiden artan totaliterliğe doğru kayma sürecinde, yeni iklimin kabulü ve yerleşmesi için körü körüne takip gerekir. İradesinden vazgeçme, ezilen kalabalıkların mecbur kaldığı, aslında doğuştan mahkûm olduğu mağdur durumunun normal ve kabul edilebilir kılınması. Bunun ideolojik manipülasyonla birlikte bir ekonomik karşılığı var (ufak- büyük: kitleler için çok kişiye ufak çıkarlar, işbirlikçiler için az kişiye büyük paylar). Totaliter rejimlerin paradoksu ise sorgulamayı ve mantığı dışlarken– cehalet, liyakatsizlik veya kendi kontrollerinde olmayan etkenlerle iktidarlarını sağlayan ekonomik kaynakların bitmesi. İnsanları doğal ve siyasetle yaratılmış kriz ve felâketlerden, savaşlardan koruyabilecek tedbirlerin alınmaması, alınamaması. O zaman kalabalıklar totaliter rejime karşı dönebilir.  Ne zaman? Artık hiç ses çıkarılamayacak, hiç bir şey yapılamayacak noktalarda, ya da savaş, felâket bütün tahribatını yaptıktan sonra mı, oraya varmadan mı? Ekonomik kriz, küresel ısınma, pandemi, savaş çığırtkanlığı vs örnekler karşısında dünyanın popülist, az veya çok totaliter rejimlerinin neler yaptığını, yapmadığını gördük.  Kritik eşiklerin aşılması ve geri dönme hikâyeleri yakın tarihte olduğu kadar en eski efsanelerde, Kur’an ve Tevrat’taki meselâ Hz. Yusuf ve Firavun, ya da Nuh kıssalarına kadar insanlığın belleğinde yer etmiş ama belli ki yerleşik bir öğrenmeye yol açmamış.

***

Siyasi partilerin ve sivil toplum kurumlarının demokrasiyi sürdürme/savunma işlevi de ister istemez toplumsal ve siyasi gelişmeleri olabildiğince doğru bilgilerle değerlendirmeleriyle gerçekleşebiliyor. Gelişmelerin mantık sırası açısından temel demokrasi değer ve unsurlarına en yakın olanlarına en büyük önemi vermekle ve gelişmelerin kronolojik sırası içinde en önemli noktalarda ilk ihlalden itibaren sistematik olarak savunma ve halkın desteğini arama yoluna gitmekle. Meselâ parlamenter rejimin başkanlık sistemi karşısında savunulmasında 7 Haziran seçimlerinden sonra Parlamentoyu açık tutamamak çok önemli bir ilk dönemeçti. Mühürsüz oy pusulalarının YSK tarafından kabulü de çok önemli bir ilk dönemeçti. Muhalefet partileri bu kritik dönemeçlerde tepkilerini daha kuvvetli göstermek ve halkın desteğini almak konusunda başarılı olmadılar. Buna karşılık CHP bazan meselâ TÜİK’in, meselâ SADAT’ın önüne giderek önemli hamleler yaptı. En önemli temel konularda belge ve kanıtlara dayanarak doğru teşhis ve tavrı almak konusunda en önemli dönemeçlerden biri 12 Eylûl 2011 Anayasa referandumu idi. Sivil toplumun bir kesimi ve bazı kanaat önderleri ortadaki açık kanıt ve belgeye yani oylanacak Anayasa taslağına, özellikle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili maddelerine bakmadan veya görmezden gelerek, belki taktik, duygusal, yüzeysel değerlendirmelerle 12 Eylûl 1980’in yetmez rövanşı iddiasını desteklediler. Vatandaşların çoğu zaten Anayasa taslağını okumak yerine takip ettikleri önderlerin ne dediğine baktıklarından, sivil toplum liderleri ve siyasi partilerin doğru bilgi ve belgelere göre fikir üretmeleri (üretmeye çalışmaları) hayati önemde bir sorumluluktur.  O Anayasa taslağına hayır diyenlerin de argümanları çoğu kez taslağı okumak üzerinden değil, itham ve münazara üslubuyla gelişti. Toplumun demokratik ve rasyonel tartışma açısından olgunluğu bu kadardı, başka türlü olamazdı denebilir. Ama bu kritik eşiklerde dirayetli bir liderlik, ortadaki kanıtlara göre ses yükseltirse bazan pekâlâ bambaşka sonuçlar olabilir.

***

İleriye dönük bakarsak, iktidarın mantığı rafa kaldırmış olması karşısında tabii medyanın, sivil toplumun ve siyasetin mantıktan vazgeçmemesi, doğru bilgiyi kaydetmek ve topluma ulaştırmaya çalışmaya devam etmesi, artan fahiş olayları unutmadan art arda listelemesi beklenir ve zaten bu takip devam ediyor. Kalan ifade özgürlüğüne hassasiyetle sahip çıkılmalı.  Kritik eşikleri atlamamak, buna göre bilgi, kanıt ve belge esasında çalışmak nasıl olabilir? Toplum ve siyasî kültür açısından, rejimin siyasî desteği nasıl sağladığını anlamak, sıradan insanların içinde bulundukları cehalet, ahlâki çürüme, çaresizlik ve kayıtsızlığı (siyaset bilimcilerin Türkiye’de tespit ettikleri ‘anomi’yi -  meselâ Ersin Kalaycıoğlu’nun sarkac.org yazısı), bu insanları suçlamadan ve aşağılamadan, nedenleriyle ve nasıl değişebileceği ile iyi çalışmak. Bu bir yönü ile uzun erimli zor bir bilimsel araştırma konusu, diğer yönüyle de bu kesimlere ulaşmak anlamında kısa vadeli gereği olan ve siyasî partilerin üzerinde sürekli çalıştıkları/çalışmaları gereken bir pratik aciliyet, özellikle tepkileri desteklemek ve etkili iletişim, iktidarın dezenformasyon ve sansürüyle mücadele anlamında.

***

Tutarlılık esaslardan uygulamaları türetmek şeklinde olabileceği gibi bazan da bir referans çerçevesine bağlı kalmakla sağlanır. Kanunlar Anayasa’dan türemez, ama Anayasa çerçevesinde yazılmaları ve uygulanmaları gerekir. Kurumlar açısından, özellikle hukuk açısından da bütünlüğün ve tutarlılığın referansı olarak Anayasayı savunmak, mevcut Anayasa’nın kusurlarına rağmen, yeni bir Anayasa tartışmasına girmeden, şimdiki Anayasa’nın demokratik çerçeveyi çizen esaslarını siyasi gündemde tutmak önemlidir. Anayasa’da son yıllarda totaliterleşme karşısında çok önem kazanan birkaç önemli madde var: 1.Son kayyum atamalarının ihlâl ettiği seçme ve seçilme hakkı. 2. İfade özgürlüğü. 3. Rezerv alan düzenlemelerinde, çevre ile ilgili ihlâl ve gasplarda,  gündeme gelen kişilerin mülkiyet hakkı ve kamu mallarıyla ilgili mülkiyet hakları. 4. Bunların hepsinin hukuki çerçevesi ve güvencesi olan Anayasanın ve Anayasa Mahkemesinin üstünlüğü. Ve 5. Sivil toplumun katılımı ve demokrasinin siyasi güvencesi olarak izinsiz, şiddet içermeyen gösteri hakkı.

***

Siyasetin sivil toplumla bütünleşmesi ve karşılıklı birbirlerine yol gösterip destek sağlamaları için pratik anahtar şiddete bulaşmadan, olağanüstü hâl bahanesi sağlamadan dirayetli biçimde Anayasanın verdiği izinsiz gösteri hakkını kullanmak. Bu hakkın kullanılmasına karşı ilk yasaklarda tepki gösterilmeliydi. İleriye bakarken Anayasa’nın garanti ettiği izinsiz gösteri hakkının kullanımı için siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin gayretleri ve sistemli hukukî destek sağlamaları önemli olacaktır. Mantıken ve ahlâken.

Ali Alpar kimdir?

Astrofizikçi. Sabancı Üniversitesi Emeritus öğretim üyesi. Bilim Akademisinin kurucu başkanı.

1968'de Robert Akademi'den, 1972'de ODTÜ Fizik bölümünden mezun oldu. 1977'de Cambridge Üniversitesi'nden fizik doktorasını aldı.

Boğaziçi Üniversitesi, Columbia Üniversitesi, University of Illinois at Urbana-Champaign, TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü, ODTÜ ve Sabancı Üniversitesi'nde çalıştı.

Araştırma alanları nötron yıldızları ve pulsarlardır.

1993-1997 arasında Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Konseyi, TÜBİTAK Bilim Kurulu ve TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları'nı başlatan yayın kurulu üyesiydi.

ODTÜ (1994) ve Sabancı Üniversitesi'nde (2003) mezuniyet sınıfı öğrencilerinin seçtiği en iyi öğretim üyesi ödüllerini aldı.

TÜBİTAK Teşvik Ödülü 1986, Sedat Simavi Ödülü 1988, TÜBİTAK-TWAS Bilim Ödülü 1992, ODTÜ Mustafa Parlar Vakfı Bilim Hizmet ve Onur Ödülü 2018 sahibi.

Hükümetin KHK ile Türkiye Bilimler Akademisine (TÜBA) üye tayin etmesi üzerine TÜBA'nın 82 aslî üyesinden istifa eden 52 üye arasındaydı. 25 Kasım 2011'de Bilim Akademisi'nin 17 kurucu üyesi arasında yer aldı.

2011-2021 yılları arasında Bilim Akademisi'nin ilk başkanlığını yaptı.

Türk Astronomi Derneği üyesi ve eski başkanı. Academia Europaea, American Philosophical Society, European Astronomical Society, International Astronomical Union üyesi.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sıradan ve fahiş

Fahiş ve sıradan arasındaki ilişki nedir? Rakel Dink’in deyişiyle bir bebekten bir katil, (bir bebek katili) nasıl çıkıyor?

"
"