27 Eylül 2024

Duyguların yapısal oluşumu

Okulların gözden düşürülmesi, kültürün erkek egemen bir şiddeti tasvip etmesi, ahlaki yoksunluk gibi değerlerin doldurduğu boşluk eski ahlaki “kabadayı değerlerini” de yok etmektedir. O zaman “delikanlılık” alışkanlıkları da bırakılarak, basit bir silah ve şiddet eski değerlerin yerini doldurmaya başlar

Polis memuru Şeyda Yılmaz'ı şehit eden zanlı Yunus Emre Geçti

26 suçtan hüküm giymiş birisi var birkaç gündür haberlerde. Ve ona benzeyeler de!  Nasıl olur da bu insan bir suç makinası haline gelir? Bu genç çocuk veya delikanlı diye adlandırılan nasıl bu kadar suçu bu yaşına kadar işlemiştir? Toplumsal alanın yapısı demek ki, bu tip bir genci ve benzerlerini ortaya çıkarmış.  Bir prototipi var mı bu durumun? Nerden geliyor bu duygular ve eylemler? Neden hırsızlık, gasp, uyuşturucu, torbacılık, taciz vakaları? Bu kadar saldırganlık niye? Neden onun gibi bir sürü genç Türkiye’nin şehirlerinin çeperlerinde bu tip bir yaşamı yaşamaktalar ve birer suç makinası haline gelebilmekteler? Hiç mi insanlık öğrenmemişlerdir? Veya neden öğrenmemişlerdir? Kendi kendilerine mi bu hale gelmişlerdir?

Sosyoloji ve bilhassa duygular sosyolojisi olarak adlandırılan bir yöntemi burada yeniden düşünmek gerekmeyecek midir? Bu tip bir analizi düşündüğümüz zaman ister istemez yıllar önce Türkiye’de çıkan bir kitabı da düşünmeliyiz belki de? Ulus Baker’in kitabı bu anlamda öncü kitaplardan birisidir.

Ve Spinoza’nın “afekt-duygu” üzerine olan bakışı burada ön plana çıkmaya başlar. Fakat bazı başka düşünürleri de buraya eklemek gerekecek ve bilhassa Marx, Durkheim, Mauss ve Bourdieu gibi sosyologların çalışmaları burada yararlı olmaya başlayacak gibi durmaktadır. Bunlardan ilkinin kapitalizmin “meta fetişizmi” ve “yabancılaşma” üzerine olan analizi, ikincisinin kolektif olan ile bireysel olan arasında psikolojiyi bir kenara bırakan bir bakışı sosyoloji olarak ele alan çalışmasını, üçüncüsünün “total” analiz yapan ve kıyaslamaları ortaya koyan bir antropolojik görüşünü ve dördüncüsünün ise şiddeti ve bilhassa “sembolik şiddeti” analiz alanı içine alan bir sosyolojik çalışmasını öne sürebiliriz. Bunlar bugünü anlamak açısından önemli analizleri ortaya koyan düşünürlerdir.  

Burada şunu öne sürmek yanlış durmuyor sanki: Bireyin psikolojisi yerine duyguların gelişimi ve davranışların bir toplumsal yapı tarafından belirlenmesi ön plana çıkmaktadır. Buna göre özne olarak arzularını belirleyen yapının bireysel duygular veya aile içi öğrenme biçimleri olmaktan çok toplumsal yapının belirlediği bir dönemin belirleyici olduğunu düşünmek. Kapitalizmin verileri içinde, neo-liberal bir düzenlemenin refah-devletinin sosyal devlet yapısını son kırk yıldır bozmaya başlamasıyla ortaya çıkan boşluğun doldurulamaması. Bu boşluk nereye sallanacağı belli olmayan bir yapıyı bireylere sunmaktadır. Bu etki alanı toplumsal bir etki alanı olarak çalışmaktadır. Dolayısıyla toplumsal alanın kültürünün ve davranış biçimlerinin geldiği noktanın bireyler için belirleyici olması önemli gibi durmaktadır.

Bu yapılanmanın refah ve sosyal devlet normlarını alt üst etmesiyle birlikte boşluğun “serseri kurşunlarla” doldurulmaya başlaması ilk etabı oluşturmakta. İkinci etapta ise alışkanlıkların yeni yapıyı oluşturmaya başlamasıdır. Bu yeni yapıda eğitimin değil paranın ve sembolik değerlerin rolü ön plana çıkmaktadır. Alt sınıflardan gelenlerin sembolik olarak değerlerinin “aşırı değerlendirilmesi” önce sembolik şiddeti ve sonra da gerçek şiddeti ve cinayetleri tetiklemektedir. Bu merhalede artık kontrol mekanizması ortadan sanki kalkmaya başlamaktadır.

Toplumsalın belirlediği arzular tetiklenmekte ve bu da tüfek ve tabancaların tetiklerinin çekilmeye başlamasıyla görünür hale girmektedir. Bu tür davranış ve suç işleme biçimlerinde yaptıklarını kendi arzuları sanan genç çocukların arzuları kültürel değerlerle birlikte oluşmaya başlamıştır. Bu gençler bu değerlere boyun eğmektedirler. Arzularını dışarıdan, toplumsal alanın yeni kültüründen alan genç delikanlılar, zaten hayattan fazla bir şey beklemedikleri için, hayata tutunma ve tırmanma aracı olarak suç örgütlenmelerini kendilerine yakıştırmaya başlamaktadırlar. Rol modellerini bu sembolik şiddeti taşıyan büyüklerinde bulmaya başlarlar. Bu hal ile büyüklerine ulaşabilmek için onların sözlerini dinler ve taşeron şiddeti uygulamaya başlarlar. Toplumsalın ortak arzusuna ek olarak bu modellerin içinden geçen büyüklerin rollerini kendi davranış biçimleri haline sokarlar. Tüm bu rollerde eksik olan eski serserilik ahlakının yokluğudur (kadına, çocuğa, zavallıya karşı dürüst davranışlar ve raconun önemi.)

Okulların gözden düşürülmesi, kültürün erkek egemen bir şiddeti tasvip etmesi, ahlaki yoksunluk gibi değerlerin doldurduğu boşluk eski ahlaki “kabadayı değerlerini” de yok etmektedir. O zaman “delikanlılık” alışkanlıkları da bırakılarak, basit bir silah ve şiddet eski değerlerin yerini doldurmaya başlar.

Kısaca; toplumsalın dizilerle, filmlerle, haberlerde seyredilenlerle, asayişi bozanlarla, bilgisayarlarda şiddet oyunlarıyla, kanun tanımazlık noktasının yükseltilmesiyle birlikte para ilk sıraya yerleşir, parayı ise şiddet sağlamaktadır. Bu prestij sermayesinin imkanlarını oluşturur. Kapitalizmin “arzulandırma şiddeti” ise emek-yoğun bir kapitalizmi geride bırakarak, ortadan yarı yarıya kalkmaya başlayan finans kapitalin yerine sembolik prestiji ancak şiddet ve suçla sağlayan bir toplumsalı yerleştirmeye başlar. Bu en tehlikelisidir; çünkü bireysel gibi duran ve hukukun tek tek öznelere yönelik bakışı, kolektif alanın yeni kültürel yapısını oluşturduğunu es geçer. Bu boşluğun genişleyerek yayılması demek olur ki burada asayiş tamamen ortadan kalkabilir.

“Ne yapmalı?” sorusu ise siyasetin düşünmesi gereken bir soru olarak iktidar kadar muhalefete de sorumluluk yüklemektedir. En azından kültürel bir boşluğun olduğunu görmek ve afektlerin-duyguların buradaki rolünü ön planda ele almak, çözüm için belki de önemli yollardan birisidir.        

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Edward Said'in doğum günü

Said ülkesi Filistin için çok çaba verdi. Fakat onun İntifada sırasına ait olarak İsrail-Lübnan sınırında taş atarken olan fotoğrafını açıklarken söylediği de manidardı. Sembolikti. Bugün savaşılan ve bombalanan yerler üzerine konuşmakta değil miyiz?

Ahtapot toplumu

“Ahtapot gibisin kardeşim” dercesine topaklaşan insani ilişkilerin ideolojik, sınıfsal, etnik değerlerin üzerine kurulmadığını görmekteyiz; ama buna rağmen de yine kimlik söz konusu olduğunda kimlikleşmenin özdeşleşmesini de takip etmekten kendimizi men edemiyoruz

Açık Radyo yoksa küresel fenomenlerden nasıl haber alacağız?

Doğanın ve atmosferin haberlerini almak için bu radyoya Türkiye’de herkesin ihtiyacı vardır. Bunca ödül almış olan ve neredeyse otuzuncu yılına gelen Açık radyo, adı üstündedir: Vazgeçilemez ki “açık” kalmalıdır

"
"