26 Şubat 2018

Suriye Savaşı'nda mevcut manzara

"Şam ve Moskova, dikkatlerini tamamıyla Deyrizor’un doğusuna vermeden önce hızla bu hamleleri tamamlamak istiyor"

Halep, Afrin, Tenef, İdlib gibi pek çok yerleşim dönem dönem gündemde ağırlıklı bir yer işgal eder olsa da, Suriye Savaşı’nın bundan sonraki safhalarında en kritik nokta her zaman için Deyrizor olacak.

Bunun son derece temel bir sebebi var: Savaştan dolayı Suriye’nin ekonomik kaybı 226 milyar doları buluyor. Sekizinci yılına giren çatışmalardan ötürü 530 bin kişi işini kaybetti ve 5 milyon kişi mülteci konumuna düştü. Suriye hükümeti El Ömer gibi petrol sahalarıyla ve Conoco gibi doğal gaz sahalarıyla çevrili Deyrizor’un doğusuna ülkenin yeniden inşası yolunda büyük ihtiyaç duyuyor. Zira yeniden inşa ancak yabancı yatırım ile mümkün olabilecek. Ülkenin doğal kaynakları açısından son derece kritik öneme sahip Deyrizor bölgesi işte bu anlamda yabancı yatırımcıyı ülkeye çekebilecek ve yeniden inşa faaliyetlerini finanse edebilecek bir potansiyel içeriyor!

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kanalıyla Fırat’ın doğusunu ve ülkenin en önemli doğal kaynak yataklarını ele geçirmiş olan ABD, bu gerçeği bildiği için de buradan çekilmek niyetinde değil. Bu nedenle de, Şam’da arzuladığı bir lider ve rejim görene ya da ülkeyi arzu ettiği sınır hatlarınca bölene kadar Suriye’de bir işgalci güç olarak kalmaya niyetli görünüyor. Ancak ABD bütün bir Suriye coğrafyası üzerinde tek işgalci güç olarak kalırsa, artacak iç ve dış baskılarla bir müddet sonra valizini toplamak ve öngördüğünden de erken ülkeden ayrılmaya zorlanabilir. Bunu bildiği için de hem IŞİD’in işini tamamıyla bitirmiyor hem de Türkiye de dahil bazı ülkelere Suriye coğrafyasındaki varlıklarını uzun vadeli kılmaları için “teşvik primleri” dağıtmaya çalışıyor.

Dolayısıyla savaşın bundan sonraki safhasında ülke coğrafyasının farklı köşelerinde meydana gelecek gelişmeleri, bir de Deyrizor penceresinden okumak gerekiyor. Peki bu ne demek? Bugün itibarıyla böyle bir okumayı nasıl yapabiliriz? Somut olarak söylemek gerekirse şöyle:

Rusya desteğindeki Suriye ordusu için savaş - ABD işgali altındaki Fırat’ın doğusunu hesaba katmaz isek- aslında büyük ölçüde bitmiş sayılır. Fırat’ın batısındaki birkaç sınır noktası dışında kalan bölgelerde mesele Suriye ordusunun galip gelip gelemeyeceği değil, bunu ne zaman gerçekleştireceğine indirgenmiş durumda. Tamamen böyle olmasa da, büyük ölçüde böyle! Bu bakış açısıyla sahaya göz attığımızda bugün ne görüyoruz? Halep, Palmira ve Deyrizor (batı) muharebeleri sonrası Hama kırsalındaki işini de biraz kolaylamış olan Suriye ordusunun, en seçkin birliklerini geçtiğimiz haftalar içinde Doğu Guta’ya yönlendirdiğini görüyoruz.

Düşünün, başkentinizin 4 km doğusunda dış güçlerden aldığı destekle sizi sürekli top atışına tutan bir “düşman kuvvet” var! İşte 100 km kareyi geçen büyüklüğüyle Doğu Guta, Şam için tam da böyle bir nokta. Haritaya bakarsanız görebileceğiniz gibi, Suriye ordu birlikleri gözünde Şam’ı rahatlatmak ve Şam-Humus otoyolunu (M5) güvenli hale getirmek için böyle bir operasyon (Şam Çeliği Harekâtı) şart. Şam ve Moskova’nın hesabı, Doğu Guta’daki işi hızla sonuçlandırıp ardından en seçkin birliklerini (Kaplan Kuvvetleri, Cumhuriyet Muhafızları, 14. Tümen ile Dördüncü Zırhlı Tümen) İdlib’e yönlendirmek ve orada çok daha karmaşık bir durum arz eden cihatçı ceplerini kapatmak.

Dolayısıyla Şam ve Moskova, dikkatlerini tamamıyla Deyrizor’un doğusuna vermeden önce hızla bu hamleleri tamamlamak istiyor. Ve kendi kendine de şu hesabı yapıyor: “ABD (İsrail ve Türkiye “teşvikleri” ile) sahada benim hızımı kesecek başkaca bir oyun kuramadan bunları peşi sıra gerçekleştirmeliyim ki, nispeten rahat bir pozisyonda Washington’a elindeki toprakları terk etme yönünde baskı uygulayabileyim.” Hesap bu!

Satranç ustası Moskova tabii bu hesabı güderken Fırat’ın hem doğusundaki hem de batısındaki Kürtlerin gönlünü kazanacak birtakım açılımlar sergileyerek Kürtler ile ABD arasındaki bir tür münhasırlık görünümü almış ilişkiyi de zayıflatmayı umuyor -ki iş orada da kendileri açısından çok da kötü gitmiyor.

ABD ise sahayı hasımları için masada yapılan hesaplardan daha karmaşık hale getirmek, böylece Rusya’nın diplomatik ve askeri planlarını bozmak, hızını kesmek için, yani sahada arzuladığı gibi bir oyun kurmak için zamana ihtiyaç duyuyor. Bu dün de böyle oldu. Bugün de böyle! Washington bakıyor, nerede işler kötüye gidiyor, nerede falanca grupları oradan tahliye edip başka bir yerde belki başka bir çatı altında toplamak ve filancaya karşı savaştırmak lazım, nerede bir eğit/donat programına ihtiyaç duyuluyor, hemen “ateşkes” diyor, “insani yardım” diyor, “müzakere” diyor. Bu şekilde çatışmaları durduracak molayı alıp kendi proksilerine zaman kazandırmaya çalışıyor. Suriye Savaşı’ndaki Cenevre Barış görüşmeleri bile bugüne dek daha çok böyle bir işlev gördü.

Birleşmiş Milletler’den geçtiğimiz gün çıkan Doğu Guta’daki çatışmalara yönelik ateşkes çağrısı içeren karar da benzer bir zaman kazanma, kazandırma hesabının parçası. Zira Suriye Arap Ordusu’nun en seçkin birlikleri Doğu Guta’nın banliyölerinde ABD’nin doğrudan ya da dolaylı desteğine sahip cihatçı gruplarla savaşıyorlar. Başkent Şam’ın 4-5 km doğusundaki bu cihatçı cebinde kimlerle çarpışıyor Suriye askerleri? Suudi Arabistan destekli Ceyşü’l İslam ile; ABD yapımı BGM-71 TOW anti-tank füzelerine sahip, Katar destekli Feylek ül Rahman ile ve bir ara 15 yaşındaki bir çocuğun kafasını keserlerkenki görüntüleriyle gündeme gelen, ABD desteği de almış Nureddin Zengi Hareketi ile; Suriye El Kaidesi de diyeceğimiz Hayat Tahrirü’ş Şam ile ve Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin desteğini sırtlamış Ahrarü’ş Şam ile… Doğu Guta’ya yönelik BM’nin ateşkes çağrısı insani yardımların önünü açmanın yanı sıra daha ziyade bu mücadeleyi yavaşlatıp zaman kazanmayı hedefleyen türden.

ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un bölgeye giderek Ortadoğu’daki bazı ülkelere yeni Washington planları için “teşvik” sunması da benzer türden bir hesap.

Peki Tillerson’un Ortadoğu ziyaretinde dağıttığı bu “mavi boncuk”ları yerine ulaştı, “teşvikleri” tuttu mu? Bunu şu aşamada kesin olarak bilemiyoruz. Ama özellikle Afrin ve İdlib’te geçtiğimiz iki hafta içinde olan bitenleri bu başlık altında değerlendirebiliriz sanıyorum. 

Bir kere önce TSK’ya bakalım: Daha önce Afrin’in güneyinde kabaca doğu batı doğrultusunda 3 gözlem noktası kuran Türkiye geçtiğimiz haftalarda da İdllib’in kuzeybatısından güneye doğru inen hatta 3 gözlem noktası daha oluşturdu. Yani Astana’da Rusya, İran ve Türkiye arasında varılan anlaşma uyarınca, cihatçılarla Suriye ordu birlikleri arasında çatışma yaşanmaması için bu noktalara ulaşarak buralarda asker mevzilendirdi. Peki, Ankara’nın bu noktaları bahsi geçen taraflar arasında birer çatışmasızlık gözleme noktası olarak değil de, Suriye topraklarında yayılmacı bir emelle kurgulama ihtimali var mı? Yani Ankara Fırat Kalkanı Harekâtı ile ele geçirdiği toprakları İdlib ile birleştirmek şeklinde gizli bir murad içinde olabilir mi? Afrin’in güneybatısındaki askeri varlığını İdlib’e taşıyarak oradaki varlığını derinleştirme yoluna gitme düşüncesi içinde mi?

Kısacası Ankara ABD’nin de teşvikiyle Suriye’nin kuzeyinde Şam’ın toprak bütünlüğünü tehdit edici, uzun vadeli bir işgal planlıyor olabilir mi?

Bunu bizim bilmemiz olanaklı değil belki ama Rusya’nın son haftalardaki hamlelerine bakarsanız böyle bir ihtimali değerlendirdiklerini görürsünüz. Ruslar son dönemdeki bazı gelişme ve işaretlerin böyle bir ihtimali güçlendirmiş olabileceği kanısında olmalılar ki, anında “mukabele” geliştiriyorlar.

Hangi gelişme ve işaretler bunlar ve sahada nasıl bir karşılık gördü, görüyor; şimdi bunları ele alalım:

Bir kere, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, TSK’nın İdlib’in doğusunda gözlem noktaları oluşturmasının hemen ardından Ankara’ya geldi. Tillerson’un 15-16 Şubat tarihlerindeki ziyaretinin detayları kamuoyuyla pek paylaşılmasa da, bir Türk-Amerikan ortak mekanizmasının gündeme geldiğini öğrendik. Bu ziyaret, Rusya’da belli ki, çift taraflı bir endişeye yol açtı. Ruslar ABD’nin SDG’yi Menbiç’ten tahliye edip ondan boşalacak yere TSK’yı ve ÖSO’yu taşıma planları yaptıklarını gördüler. Bir yandan da, Zeytin Dalı Harekâtının Afrin ve İdlib’te ABD’nin teşvik ve planlarıyla arzu etmedikleri bir boyuta taşınma ihtimalinden endişe duydular. Neticede Zeytin Dalı Harekâtı için Ankara’ya yeşil ışık yakan Rusya olmuştu. Moskova’nın ABD’nin Ankara’yı bölgede bir “Truva Atı” gibi konumlama çabasına izin vermeyeceğini göstermesi gerekiyordu. Bunun için de Ankara’ya “küçük bir uyarı” mesajı göndermek istediler.

Peki Ankara İdlib’te Rusya ve İran’la Astana’da anlaştığından farklı nasıl bir amaç ve niyet içinde olabilir? Rusya orada tam olarak nasıl bir tehlike sezmiş olabilir?

Önce Suriye haritasını karşınıza alıp İdlib muhafazasına bakmanızı ve Halep sınırından Han Şeyhun’a doğru kuzeydoğu/güneybatı istikametinde biraz dışbükey bir çizgi çekmenizi istiyorum. Sonra da bu hattın üzerindeki ve civarındaki yerleşimlerin tek tek hangi örgüt ve grupların elinde olduğunu bulup öğrenmeye çalışmanızı. İşte bunu yaptığınız zaman, İdlib bölgesindeki bu hat civarında Feylek el Şam’dan Ceyşü’l İdlib’e, ondan Heyet Tahrirü’ş Şam’a (HTŞ) ve Ceyşü’l Nasr’a kadar pek çok cihatçı örgütün tutunmaya çalıştığını görürsünüz.

Ancak... Cenevre, Astana ve Soçi görüşmelerinin dışında tutulmuş olan ve tüm tarafların “terörist” damgası vurduğu ve kökünü kazıma çabası içinde olduğu HTŞ’yi bir kenara bırakırsanız, bu yayın bazı küçük kesintiler dışında temelde şu iki örgütün denetiminde olduğunu görürsünüz: Nureddin Zengi Hareketi ve Ahrarü’ş Şam!

İşte 18 Şubat’taki gelişmeyi önemli kılan da bu! Ne oldu o tarihte? İlginç bir gelişme oldu ve Ankara’ya da yakın duran bu iki cihatçı grup, yani Ahrarü’ş Şam ile Nureddin Zengi Hareketi birleşerek CTS (Cephet’ül Tahrir Suriye – Suriye Kurtuluş Cephesi) isimli yeni bir yapılanmaya gitti. Hemen ardından da bu yapının Suriye el Kaidesi diyebileceğimiz ve İdlib bölgesinin yüzölçümü olarak baktığınızda yüzde 80’ine yakınını denetim altında tutan (eski el Nusra’ya, yani) HTŞ’ye karşı savaşmaya başladığını duyduk. Bu, birilerinin gözünde, TSK’nın elinde tuttuğu Azez- el Bab- Cerablus cebinin İdlib’in güneyine kadar genişleme potansiyeline sahip hale geçmesi demekti. Hem de herkesin dikkatinin Afrin’e çevrildiği bir konjonktürde…

Bunun üzerine Rusya, Ankara’nın ABD tarafından kışkırtılabilme potansiyeli içeren hesaplarına Afrin’de set çekebileceğini hatırlatma ihtiyacı duydu. Ve 20 Şubat’ta Suriye ordusuna yakın milis güçlerinin Kürtlere destek olmak amacıyla Afrin’e geçmesine izin vererek, Ankara’ya “Washington ile beklentim dışında işbirliğine girersen, daha fazlası da olur, hatta eldeki bulgurdan da olursun” denilebilecek bir uyarı mesajı vermiş oldu. Ve gerektiğinde Suriye ordu birliklerinin de Afrin’e geçmesini sağlayarak Ankara’nın güvenlik kaygısı temeli üzerine kurgulanmış planlarına tümüyle set çekebileceğini gösterdi.

Moskova, Ankara’nın Suriye sahnesinde arzulamadığı bir derinlik kazanma çabasına girmesini hoş görmeyeceğini gösterirken, Kürtler ile Şam yönetimini de birbirine bir adım daha yakınlaştırdı. Bu yakınlaşma ile birlikte Kürt milisler Halep’in kuzeyindeki Şeyh Maksud isimli Kürt yerleşiminden çıkarak yerlerini Suriye ordu birliklerine bıraktılar.

Böylelikle, geçen haftaki yazımda ihtimaline işaret ettiğim Afrin’de kazan/kazan çözümü -Kürtler tüm anlaşma şartlarını yerine getirmediği için- belki galebe çalmamış oldu ama, yaşananın bir kaos ya da bir kriz değil, belirli sonuçları almaya dönük kontrollü bir gerginlik tırmandırma hamlesi olduğunu da görmek gerekiyor. Nitekim sahadaki aktörler sürpriz sayılacak hamleler sergilemeyince, gelişmeler Moskova’nın öngördüğünden pek de sapmamış oldu.

Peki YPG-Şam Yönetimi görüşmeleri ekseninde yaşanan gelişmeler taraflar açısından nasıl sonuçlandı?

Şam: ABD ile ittifaklarını pek arzu edilmeyen boyutlara taşımış olduğu düşünülen Kürtlerin Suriye hükümet birliklerine ihtiyaç duyar pozisyonda kalması ve Şam ile bir tür güven tazelemesi yapması çok önemliydi. Bu elbette Fırat’ın batısında bu ilişkinin nereye doğru evrileceğini gösteren kritik bir aşama. Yine de bu adımın Fırat’ın doğusunda ne anlam ifade edeceğini bilmiyoruz, bunu ancak zamanla göreceğiz.

Moskova: Epeydir sırtını ABD’ye yaslamış Kürtleri Zeytin Dalı Harekâtı sayesinde Suriye hükümeti ile uzlaşma çabalarına memur kıldı. Tabii bu çabalar Washington’ı, Fırat’taki Kürt müttefiklerini terk etmeye yeterli gelir mi, orası biraz şüpheli. Ama Rusya, ABD'nin Türkiye'yi bir “truva atı” gibi konumlama teşviklerinin önünü alabileceğini de göstermiş oldu.

Kürtler: Kürtler bölgeyi Zeytin Dalı Harekâtı öncesinde belki çok daha elverişli koşullarla Suriye ordusunun denetimine terk edebilirlerdi. Harekâtın şu noktasında “oyunu bozmak” yönünde ellerine yeni bir fırsat geçtiyse de, onu da belki uluslararası kamuoyuna fazla güvenmek suretiyle çok iyi kullanamamış gibiler. Evet belki Türkiye ile Suriye arasındaki ihtilafı derinleştirdikleri müddetçe zamana oynayabileceklerini gördü Kürtler. Ancak bu gerçek, Afrin’de kaçınılmaz sonu geciktirebilecek olsa da tümüyle engelleyebilecek gibi görünmüyor.

Ankara: Yola çıkarken “Afrin’i gerçek sahiplerin teslim edeceğiz” diyen Ankara, kendisi için tehdit olduğunu düşündüğü YPG’nin bölgeden silahlarını teslim ederek çekilmesini yeterli görüp bunu bir zafer olarak değerlendirebilmeli ve Suriye’deki askeri varlığı için “çıkış stratejisini” daha büyük bilinmezlere dalmadan net olarak tarif edebilmeli. Böyle bir çözüm şartlarının olgunlaşması yolunda da bugün doğrudan Şam yönetimi ile olmasa da Rusya ile işbirliğini geliştirmeli. Son gelişmeler sanki biraz da bunların daha belirgin görünmesini sağladı.

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"