09 Aralık 2024

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

BİR/ SURİYE - Geçen hafta sonunun başında, Suriye sahasına format atılmış ve takvimler Beşar Esad’ın çaresiz kaldığı ve ülkeyi terk etmeye hazır olduğunun düşünüldüğü bir tarihi momentte ülkeye davet edilmiş Rusya Ordu birliklerinin sahaya indikleri 2015 yılına döndürülmüş gibi bir durum vardı. Rusların ve İran/Irak destekli Şii milislerin Suriye hükümet güçlerine coğrafi kazanım anlamındaki katkıları sıfırlandırılmış ve Şam (!) yönetimi Lazkiye ve Tartus’a sıkıştırılmış gibiydi. 21. yüzyılın İkinci Kongo Savaşı’ndan sonraki en kanlı savaşında silahların yıllara yayılan suskunluğunun akabinden çok değil daha iki hafta önce kimsenin öngöremeyeceği bir duruma gelmiştik. Yarısı sivil 600 bini aşkın insanın öldüğü, 6 milyonun üzerinde insanın yerinden yurdundan olup sığınmacı konumuna düştüğü bu korkunç trajedide son sözü – şimdilik- “saha” değil “masa” söylemiş görünüyor. Bu durum kendilerini Suriye’de muzaffer olarak ilan edenleri sevindirecek olsa da önümüzdeki dönemde yaşanabilecek zorunlu göç, etnik mübadeleler, katliam vd. artçı sarsıntılar vicdan sahibi her insanı üzmeyi sürdürecek. Ama bugün bakıp görünenin ötesinde bölgesel ve küresel sonuçları olacak bir sarsıntı yaşandığını hissediyorum. Soru şimdi şu: Suriye’deki bu şiddetli sarsıntı asıl deprem mi, yoksa öncü mü?

İKİ /RUSYA - Geçen haftaki yazımda Rus askeri komutanlarının Suriye Arap Ordusu birliklerine cihatçı güçlerin ilerleyişinin önünden çatışmadan çekilmeleri talimatını vermiş olabileceklerini yazmıştım. Şu an çok net görülüyor ki, masada sanki belirli mutabakatlara varılmış sahada da o uygulanıyor, yani bölgelerin devri gerçekleşiyor, sadece kararlaştırılmış “kırmızı çizgiler” aşıldığında ceza kesilebiliyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un İranlı ve Türk mevkidaşlarıyla Katar’ın başkenti Doha’da 7 Aralık’ta yaptığı Astana formatlı toplantıdan sonra söylediği, “Suriye hükümetiyle meşru muhalefeti arasında diyalogdan” yana olduğuna yönelik açıklaması ve diplomasiyi işaret ederek askeri seçeneği dışarda bırakan ifadeleri, Rusların Şam yönetimine karşı en hafifi tabiriyle bir “tutum değişikliği” içinde olduklarını gösteriyor. (Bunun Zelenski için ne anlam ifade ettiğini önümüzdeki ay daha rahat göreceğiz, sanırım.)

ÜÇ/ İRAN - En temelde görünen o ki Beşar Esad’a babasından miras kalmış Şam – Tahran ittifakı, Orta Doğu’nun güçler dengesinde özgül ağırlığının üzerinde bir yük oluşturdu ve bırakın ABD, İsrail ve Türkiye’yi, Rusya da artık bu yükü taşımakta zorlandı ve şu son “masa” muhtemelen böyle kuruldu. İsrail’in minimum 3 bin 500 Hizbullah milisinin hayatını kaybettiği, iki katı kadarının yaralandığı Lübnan işgali sonrasında ani bir şekilde Tahran’ı Bağdat, Şam ve Beyrut’a bağlayan karayollarındaki denetimin Suriye hükümetine bağlı birliklerin elinden çıkmasıyla birlikte o yük artık Bağdat ve hatta Tahran yönetimlerinin de taşımakta çok zorlanacağı bir “noktaya ulaşmış olmalı.

Tahran nüfuzunun en somut temsilcileri olarak gösterilen İran yanlısı milisler bugün Suriye – Irak sahasından atıldılar ve atılıyorlar. Onun kadar önemli bir husus da, Rusya’nın desteğini sahada göremeyecek olan İran yanlısı Şii milislerin de bu durumu büyük ölçüde kabullenmiş olmaları.

Ama kabullenemeyenler de var. İran Meclis Başkanlığı Üyesi Ahmed Naderi, sosyal medya hesabından 6 Aralık tarihinde yaptığı bir paylaşımda, “Suriye çöküşün eşiğinde ve biz soğukkanlılıkla izliyoruz. Şam düşerse, Lübnan ve Irak'ı kaybedeceğiz ve sınırlarımızda düşmanla yüzleşmek zorunda kalacağız. Suriye'yi korumak için çok kan verdik. Bu sessizliğin nedenini anlamıyorum ama her ne olursa olsun, ülke için iyi değil. Çok geç olmadan bir şeyler yapılmalı,” diyordu.

İranlılar Şam’ın düşmesiyle birlikte sadece Suriye’yi değil Beyrut’u ve Irak’ı da yitirebileceklerinin farkındalar. Akdeniz ile bağlantısı kopmuş, Ortadoğu'daki milislerini ve nüfuzunu yitirmiş bir Tahran için bundan sonrası henüz belirsiz. “Kanadı koptuğu” varsayılarak İsrail için artık bir risk oluşturmadığı mı düşünülecek yoksa “hazır kendi köşesine sıkışmış iken bir ‘yamuk yapmasını’ bekleyip kendi topraklarında indirici son bir darbe vuralım,’ diye mi bakılacak, bilmiyorum. Ancak Donald Trump’ın ekonomik mengeneyi sıkacağı yönündeki uyarılarıyla karşı karşıya kalan Tahran yönetiminin önünde, ya yeni ABD yönetiminin sert şartlarını dayatacağı bir nükleer anlaşmaya razı gelmek ya da nükleer savaş doktrininde gerilimi tırmandırıcı bir güncellemeye gitmek gibi iki seçenek olduğu net olarak görülüyor. Yani, tehlikeli bir kavşak söz konusu burada… İran Meclis Başkanlığı Üyesi Naderi’nin dünkü sosyal medya paylaşımı tehlikelin boyutuna işaret eden türden:

Suriye, Batı medyası tarafından yeniden markalaştırılan Müslüman Kardeşler-Selefi ittifakının eline düştü. (…) Nedenleri sonraya bırakalım. Esad, özellikle BAE olmak üzere, Basra Körfezi ülkelerine güvenmemeliydi... Bundan sonra İran'ın stratejisi iki hususu temel almalıdır: 1) Yaralı Direniş Cephesi’nin canlandırılması. 2) Atom bombası testi.”

Evet, İranlılar en nihayet “atom bombası denemesinden” söz ediyor. Tel Aviv, Tahran’ı işte şu noktaya getirmek için çok ama çok çaba sarfetti. Zil takıp oynayabilir, Trump’a Tahran’ı işaret edebilir artık. Kısacası, kötü günler bitti belli ki, şimdi sırada daha kötü günler olabilir.

DÖRT/ IRAK - Bugün görüyoruz ki, Suriye Arap Ordusu’nun müttefiki olan Şii milisler, 2017 yılında IŞİD’den temizlenerek zorlukla ele geçirilmiş El Kaim gibi Suriye – Irak sınır kapısını dahi terk ederek Irak içlerine çekilmiş durumda. Bazı Suriye Arap Ordusu askerleri de aynı çekilmeyi yapıyor. Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani’nin, 6 Aralık’ta yaptığı ve” Suriye'nin birliği, güvenliği ve istikrarından yana olduğunu” bildirdiği açıklaması ve “çözüm için insani yardım ve diplomatik çabalarını sürdüreceklerini” kaydetmesi, aslında Şam ve Tahran’ın “askeri destek” çağrılarının reddine işaret ediyordu. Başbakanın bu ifadeleri “Sünni-Şii çatışmasından çok çekmiş bir ülke olarak gerilimin bize de sıçratılmasından korkuyoruz, biz askerî olarak artık bu işte yokuz” olarak okunacak türden. Üstelik, Suriye'de Halep'in ardından Hama'yı, Humus’u ve Şam’ı da alan Heyet Tahriru’ş Şam'ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed Cevlani, Irak Başbakanı Şiya Sudani'yi, IŞİD'le savaş sırasında İran desteğiyle kurulmuş ve Irak Silahlı Kuvvetleri'ne bağlanmış Halk Seferberlik Güçleri'nin (Haşdi Şabi) Suriye'ye müdahale etmesine izin vermemeye çağırmışken. Bir gün önce de Sudani Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefon görüşmesi yapmış iken!

Kesin olmamakla birlikte Irak’ın da Suriye’den sonra karışması ve bu ülkedeki İran nüfuzunu da sıfırlamayı hedefleyen bir isyan ya da darbe girişimine tanık olmamız mümkün. Kolay alev alır bir zemine sahip Orta Doğu’da bir şeyler masada kurgulanıp, birilerinin eline silah verince tabii her şey mümkün.

BEŞ/ İSRAİL – Sonuçta Suriye’de bu olan bitende epey kaybeden olduğu görülüyor. Ancak ortada bir İsrail- Rusya- Türkiye mutabakatı olsa dahi en muzaffer aktörün İsrail olduğuna şüphe yok. Gelgelelim İsrail için “mesele kapanmıştır” denilecek noktadan da çok uzağız. İran’ı bölgeden atan bir kurgunun oyun kurucularından biri olarak Tel Aviv’in arkasına yaslanmadan önce emin olmak isteyeceği daha epeyce husus olacaktır. Birincisi, Suriye’yi terk etmek durumunda kalan Şii milislerin, ayrıca silah ile mühimmatlarının Lübnan’a nakline engel olmak isteyecektir. İsrail Hava Kuvvetlerinin bu hedefe yönelik hava saldırılarının sürdüğünü görüyoruz. İkincisi Şam yönetiminin sahip olduğu stratejik silah ve mühimmatın cihatçı güçlerin eline geçmesini de istemeyecektir. Bu anlamda da sahayı kolluyor, gerektiğinde bu silah ve mühimmat depolarını da imha etmek üzere tetikte bekliyordur. Üçüncüsü, tüm bu olup bitenler karşısında “güvenli bölge” ihtiyacının doğduğunu düşünmesi olacaktır.

İsrail’in Suriye’ topraklarına yönelik tasarrufu, stratejik Golan tepelerini işgal altında tutmakla sınırlı olmadı. Tel Aviv, Suriye topraklarında güvenli bölge/tampon bölge oluşturmak ve zamanla sınırlarını -belki Dera, Kuneytra ve hatta Suveyda’yı da içerecek şekilde- Golan’ın da ötesine geçmek üzere genişletmek için zaman kolluyor olabilir. Şu an sanki baş aktörmüş gibi (!) cihatçılardan rol çalıp sahaya inmesi “hoş olmaz,” “iyi görüntü vermez,” belki ama Dera ve Süveyda’yı Suriye ordu birliklerinin çekilmesiyle teslim almış olan cihatçı güçler kimi yerlerden buraları İsrail’e bırakırcasına çekilirse şaşırmamak lazım. Zaten çekilmezlerse de, İsrail arzuladığı tampon bölgeyi kurmak üzere bizzat sahaya inip, affedersiniz (!) zor kullanmak durumunda kalabilir.

İsrail’in bu yöndeki planları yeni değil. Suriye’nin güneyinde 40 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmayı planladığı ve bu amaçla bazı cihatçı gruplarla iş birliği yaptığını bizler ilk olarak 2018’de öğrenmiştik. ABD merkezli bir “yeni medya” kuruluşunda altı yıl önce “Israel’s ‘Safe Zone’ is Creeping Farther Into Syria başlığıyla kaleme alınan bir makalede, Tel Aviv yönetiminin bu amaçla üç aşamalı bir plan geliştirdiği de vurgulanıyordu. Plan uyarınca küçük bir İsrail birliği ile istihbarat personeli 2017 yılı Temmuz ayında Suriye’nin Ürdün sınırına yakın Batı Dera kırsalına geçmiş ve ABD ile Ürdün’ün desteğiyle Dera ve Kuneytra bölgesinde savaşmakta olan Liva Ceydur Horan ile Ceyş’ül Ebabil adlı iki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grubunun komutanlarıyla buluşmuştu. İddiaya göre, İsrailli yetkililer Eylül 2017’de de Liva Caydur, Fursan el-Culan ve Suriye Devrimciler Cephesi (Cebhet Suvvar Suriye) gibi (Ankara desteğindeki eski Özgür Suriye Ordusu yapısıyla karıştırılmaması gereken bir başka silahlı yapı olan) ÖSO gruplarıyla Kuneytra’nın güneyindeki Rafid kasabasında görüşmeler gerçekleştirmişti. Bir ÖSO komutanının Intercept’e aktardığı bilgilere bakılırsa, ülkenin güneyinde hükümete karşı savaşan ÖSO militanları, Ürdün’deki ABD Askeri Operasyon Merkezi (MOC) kendilerine yönelik askeri desteğini kestikten sonra gerek silah ve teçhizat gerekse de parasal desteğini İsrail’den karşılama yoluna gidiyorlardı. İsrail ordusu söz konusu güvenli bölge oluşturma planının ikinci safhası için Fursan el-Culan örgütünün militanlarından oluşan 500 kişilik bir grubu sınır muhafız gücü olarak konuşlandırmak üzere bir eğit/donat programı dahi yürürlüğe koymuştu. Sınır muhafızlarının Golan Tepeleri’nin Suriye tarafındaki Dürzi kenti Hadar’ın güneyinden başlayarak, güneye doğru inen, ÖSO denetimindeki Cubata el Keseb, Ber Acem, Hamidiye ve Kuneytra’nın güney kırsalındaki Rafid kasabasına kadar olan hat üzerinde devriye görevi yapacağı ileri sürülüyordu. İsrail’in planın üçüncü aşamasında da güvenli bölgeyi 40 km derinliğe ulaştıracağı savunuluyordu. Tel Aviv’in ÖSO ile ilişkisi de o zaman da çok yeni ve çok sürpriz değildi.

Wall Street Journal gazetesinden Rory Jones, Noam Raydan ve Suha Ma’ayeh, 2017 yılı Haziran ayında yaptıkları “Israel Gives Secret Aid to Syrian Rebels” başlıklı haberlerinde, İsrail’in Suriye’nin güney cephesindeki silahlı gruplara gıda, ilaç ve yakıt yardımının yanı sıra nakit para yardımı da yaptığını ortaya koymuşlardı. Haberde açıklamalarına yer verilen Furkan el Culan grubunun sözcülerinden Mutasım el Culani, “İsrail kahramanca yanımızda durdu. Onların yardımı olmasaydı ayakta kalamazdık,” diyordu.

Nitekim İslamcılar ne Yahya Sinvar, ne Ebu Ubeyde yardım çağrısı yaptığında koşmuşlardı yardıma. Ama Culanilerin Netanyahu planları söz konusu olduğunda neferi gibi hareket edip yardıma koşmaları çok şaşırtıcı değil.

ALTI/ SDG: Pek dikkat çekmiyor ama Kürt milislerin asli unsurunu oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Fırat üzerindeki hemen bütün barajları ele geçirmiş ve “su sorununu” çözmüş görünüyor. En kuzeydeki Derbesiye’de bulunan Teşrin barajının denetimini zaten yıllar önce sağlamış durumda olan SDG, son olarak ilerleyerek Tabka barajının da kontrolünü ele geçirdi. Suriye'deki Haseke bölgesinin su ihtiyacının karşılandığı Allouk Su Tesisi bir türlü tam randımanla çalışmıyor, hatta SDG yetkilileri Türkiye’nin kendilerine gelen suyu kestiklerini iddia ediyor, Ankara da bunun “kara propaganda” olduğunu öne sürüyordu.

Ankara destekli Fecr el Hürriyet Operasyon Odası’na bağlı silahlı gruplar SDG’nin direnişine rağmen Halep – Tabka yolu üzerinden Fırat’a ilerlemiş ve Erima, Hamra, Tel Esved ve El Hafsa gibi yerleşim birimlerinde denetimi sağlamış görünüyor. Çatışmalar Menbiç’in girişine kadar gelmiş dayanmış durumda. Ancak Menbiç (bu yazının yazıldığı saatlerde) halen SDG’nin elinde (idi). Ankara’nın gözü kulağı şu sıralar sanıyorum Fırat'ın doğusunda SDG’nin kontrolündeki bölgelerde.  

SDG, aslında 2017 yılında ABD’nin desteği ve yönlendirmesiyle Suriye’nin en büyük petrol rezervlerinden olan, Deyrizor yakınlarındaki El Ömer sahasını kontrol altına aldıktan sonra Fırat nehir boyunca Irak sınırına kadar ilerleyerek bu stratejik ilerleyişini bir sınır kapısı ile taçlandırmak ve Şam’ın Bağdat’a (ve dolayısıyla Tahran’a) açılan kapısını kapatmak, yani Tahran’ın Akdeniz’e ulaşmasını, engellemek istemiş, ancak bunu başaramamıştı.

El Kaim sınır kapısı ile sınırdan önceki son büyük yerleşim olan ve IŞİD denetimindeki son şehir Abu Kemal’in kontrolünün yeniden Suriye Arap Ordusu ve müttefiklerine geçmesinde en büyük desteği, günlerce bölgedeki hedefleri vuran Rus Hava Kuvvetlerine bağlı Tupolev 22M tipi bombardıman uçakları yapmıştı.

Neticede o tarihte sınır kapısına SDG’den önce Iraklı Şii milislerin ulaşması savaştaki kritik bir dönüm noktası olmuştu. İran desteğiyle kurulmuş ve Irak Silahlı Kuvvetleri'ne bağlanmış Halk Seferberlik Güçleri'ne (Haşdi Şabi) bağlı Şii milisler uzunca bir dönem IŞİD’in denetiminde kalan el Kaim sınır kapısının doğu kısmını 2017 yılı Kasım ayında kurtarmış, birkaç gün içinde de Suriye Arap Ordusu sınırın Ebu Kemal’e yakın batı kesimini IŞİD’in elinden almıştı.

Bugün El Kaim sınır kapısı dahi SDG’ye teslim edilmiş görünüyor. İsrail uçaklarının geçen hafta Suriye Arap Ordusu’na ait silah depolarını bombaladığı bir çöl şehri olan Palmira’nın denetimi de hükümet kuvvetlerinin bölgeden ayrılması sonrasında ABD destekli cihatçı grupların eline geçmiş durumda. Palmira’nın kontrolü Fırat havzasından buraya doğru ilerler görülen SDG’ye verilir mi, şu an için bir şey söylemek zor.

Batı’ya, İsrail sınırına doğru bir de El Tenef var. Amerikalılar Şam Yönetimi’nin safında çarpışan İran yanlısı milis güçlerin Suriye’deki ikmal hatlarını gözleme ve engelleme amacıyla, Bağdat -Şam karayolunun üzerindeki El Tenef’te 2016 yılında bir askeri üs kurarak 55 km derinlikte bir tampon bölge oluşturmuştu. Ürdün -Suriye sınırının Suriye tarafının kontrolünü de 2017 yılı Mart ayında ABD ve Ürdün destekli Mahavir el Tavra isimli cihatçı gruba vermişlerdi. Amerikalılar buradaki üsleri vasıtasıyla hem bu örgütü desteklemiş ve bölgeyi gözlemiş hem de güneydeki mülteci kampından Şam Yönetimi’ne karşı savaşacak cihatçı devşirmişti.

Bu savaşın sonunda Şam’da tam bir ABD kuklası bir devlet kurulmazsa, İsrail’in bugün Suriye diye bildiğimiz ülkeyle olan sınırına Kuneytra ve Dera’yı da topraklarına dahil etmiş başka bir devlet ya da federatif yapının yerleşmesinin ihtimal dahilinde olabileceği söylemek mümkün. Bu yapı belki İsrail sınırından Tenef’e, oradan bugünkü Suriye’nin Irak sınırına, oradan da kuzeydeki Deyrizor, Haseke, Rakka gibi bölgelere uzanabilir. Böylelikle Rojava’nın İsrail üzerinden Akdeniz’e açılmas mümkün hale gelebilir. Bu durum, belirli aktörlerce İsrail’in bir anlamda Irak, Türkiye ve İsrail sınırlarına dayanması olarak da okunabilir. Ancak bütün bunlar şu an için sadece spekülasyondan ibaret. Ama HTŞ gibi SDG’nin de yarın adlarının değişeceğini ve Suriye sahasının “yeni şişede eski aktörlerce” dolacağını söylemek sanırım spekülasyon olmayacaktır.

YEDİ/ Suriye, tutuşturma işini NATO ve Körfez monarşilerinin yaptığı bir ateşle dünyanın en yoksul ülkelerinden biri haline gelmişti. Savaşın akabinde ABD’nin uygulamaya başladığı Sezar Yaptırımları yüzünden de Suriye halkı o konumdan çıkamamanın çaresizliği altında ezildi. Bugün bir “masa” kurulmasıyla başta Aleviler, Hıristiyanlar ve diğer azınlıklar için hayatlarından dahi endişe duydukları korkunç tatsız günlerden geçiyoruz. Gazze’de tetiklenen oradan Lübnan’a sıçrayan derken Suriye’yi vuran son sarsıntı, buradan nerelere sıçrayıp ne tür sonuçlara yol açacak henüz bilmiyoruz.

Ama Batı’nın 2021 yılında lacileri giydirip ilk röportajını yaptığı bugünlerde de CNN’e konuşturtup Daron Acemoğlu’ndan kavram devşirterek sekülerlerin yüreğine su serptirircesine “kurumsallık” vurgusu yaptırdığı eski el-Kaideci, neo-Ladinist Colani’ye bağlı güçlerin Şam’da da denetimi sağlamasının ardından, olayların bundan sonraki seyri, umarım en azından Suriyelilerin endişe ve çaresizliklerini sona erdirecek türden olur.

(Not: Bu arada, bütün aktörlere ilişkin analiz yaparken Türkiye’yi atladığım düşünülmesin. Bu gelişmelerin Ankara için anlamını daha geniş yer ayıracak şekilde önümüzdeki haftaya bırakıyorum. Ama tüm bu gelişmeler içinde en büyük “devrimci” kahraman olarak görülen HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani’nin muamma olduğunu dile getirenler de var. Colani kim, eski ama hiç eskimemiş “El Nusra'nın Colani'si, Nusret'in Cevlâni'si” başlıklı bir T24 yazımı hem bu çerçevede bilgilenmek hem de Orta Doğu'nun sorunlarına uzaklığımızın acizliğini görmek için okuyabilirsiniz.)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

ABD’nin savaşı kimle olacak?

Geçen hafta yeni Başkan Trump’ın ne olmadığını açıklamaya çalışmıştık. Bu hafta “yeni” ABD’nin 20 Ocak 2025’ten itibaren asıl savaşının kiminle olacağını öngörmeye çalışalım.

"
"