16 Aralık 2024

Bir ‘devrimcinin’ bir cevlâni olarak portresi

HTŞ lideri Cevlâni’nin ailesinin Cevlân Yaylalarının İsrail tarafından işgali akabindeki zorunlu göçünde Filistin mücadelesine destek ile başlayan yolculuklarında altmış yıla yakın bir zaman sonunda geldikleri noktanın, Filistinli gruplara silah bıraktırıp kamplarını kapattırmak olması hayli manidar

HTŞ lideri Ahmed el Şara, ya da kod adıyla Ebu Muhammed el Cevlâni’nin bilinen kökleri aslında Filistin-Suriye-Lübnan sınırı yakınlarındaki topraklara dayanıyor. Dedesi gibi babası da günümüz Türkiye’sinde “Golan Tepeleri” olarak bilinen bölgede doğmuş. Filistinlilerin “Hadbetü'l-Cevlân" (هَضْبَةُ الْجَوْلَانِ) ya da “Murtefiatu'l Cevlân" (مُرْتَفَعَاتُ الْجَوْلَانِ‎)dedikleri, yani Cevlân/Cevelân Yaylaları veya Tepeleri olarak isimlendirilmiş bir bölge burası ve Ahmed el Şara da Cevelânlı/Cevlânlı anlamına gelen Cevlâni kod adını buradan alıyor. Cevlân/Cevelân ise, Arapça’da olduğu gibi Osmanlı Türkçesinde de “dönüp dolaşma, gidip gelme, deveran etme” manasında. Yani ortada bir tür “teferrüçgâh,” mesire yeri, gezilip dolaşılacak bölge var. Neresi orası? Golan Tepeleri tabii…

Cevlâni’nin 1946 doğumlu babası ile dedesi Cemal Abdünnâsır hayranı, sıkı bir Arap milliyetçisi. Dolayısıyla, Suriye ile Mısır arasında 1 Şubat 1958'de ilan edilen ve her iki ülkedeki referandumlarla onaylanarak yürürlüğe giren siyasi birleşme sonucu kurulan “Birleşik Arap Cumhuriyeti” bölgedeki bütün Arapları olduğu gibi Cevlâni ailesini de heyecanlandırıyor.

Eğer, II. Dünya Savaşı sonrasında o topraklarda kalıcı bir barış hâkim olsaydı, Cevelânlı Ebu Muhammed el Cevlâni’nin ailesi muhtemelen oraları bırakıp göçmek zorunda kalmayacak, bu sulak ve bereketli toprakların keyfini çıkarmayı sürdürecekti. Biz de belki o toprakları eskiden nasıl biliyorsak öyle bilmeyi sürdürecektik. 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Osmanlı toprakları içindeki Suriye vilayetine bağlı olarak kalmış bu bölgedeki nahiyelere biz Osmanlı kayıtlarında “Cevlân-ı Garbi” ya “Cevlân-ı Şarki” demişiz. Bağ bir kere koptuktan ve 1948’de kurulan İsrail’in 1967 yılında bu bölgeyi işgalinden sonra ise Batı/Doğu Golan Tepeleri!

Aslında, bölgenin yerlisi olan Arapların “Cevlân” olarak adlandırdığı bölgeye kolonizasyon döneminde gelen Grekler, Gaulanitis (Γαυλανῖτι) demiş, daha sonra Romalılar da bu şekilde benimsemiş, bu arada bölgeyle tarihsel bağları bulunduğunu savunan Yahudiler de buraya Eski Ahit'teki (Yasa'nın Tekrarı 4: 43) ifadelerden hareketle, yani Musa'nın Şeria Irmağı'nın doğusundaki üç kentten bahsederken kullandığı “Başan'daki Golan” tanımlamasından yola çıkarak, Ramat HaGolan (רמת הגולן) ya da düz olarak Golan demişler. Bir diğer deyişle, biz “Cevlân” ile tarihsel bağlarımızı, yerel halkla ve dilleriyle olan paydaşlığımızı ve kayıtlardaki isimlendirmemizi unutup, orayı 1967'den bu yana işgal altında tutan gücün söylediği şekliyle anmayı tercih etmişiz ve ediyoruz.

Velhasıl İsrail’in yerleşimci kolonyalizminin 1948 sonrasında yol açtığı ve büyüttüğü sorunlar, bölgenin gördüğü savaşlar, zulüm, göçler ve yıkımlar başka bir çare bırakmamış Cevlâni ailesine ve göçmüşler. Aile, Cevlân’dan (yani Golan Tepeleri’ndeki memleketlerinden) ayrılınca ilk olarak kuzeye, 60 km mesafedeki başkent Şam'a göç etmiş. Birleşik Arap Cumhuriyeti, Suriye'deki 1961 askeri darbesini müteakip son bulduysa da Mısır bu adı 2 Eylül 1971'e değin koruduğu için, Baba Cevlâni Şam’da yaşadığı yıllar boyunca birleşik Arap cumhuriyetinin geleceğine yönelik ümidini muhafaza etmiş.

“Arap birliği” pratikte bir daha hiç gerçekleşmemiş bile olsa geniş bir coğrafyada ses getirmeyi uzun yıllar sürdürdü, biliyorsunuz. Bu arada, 1961'de Şam’da askeri darbe sırasında öğrenci olan Baba Cevlâni, katıldığı protesto gösterileri nedeniyle hayatında ilk olarak cezaeviyle tanışıyor. Serbest kalınca Ürdün'e geçiyor, bu kez de orada içeri alınıyor. Derken bir gün cezaevinden alınıp Irak hududuna bırakılarak sınır dışı ediliyor.

Baba Cevlâni, Irak başkenti Bağdat'ta iktisat ve siyaset eğitimi alırken 1967 yılında “Altı Gün Savaşı” olarak da adlandırılan Arap -İsrail Savaşı gerçekleşiyor. Golan Tepeleri’nin işgalinin ardından bu kez Irak'tan Ürdün'e geçen baba Cevlâni orada Filistinli fedailerin (gerillalarla) saflarına katılarak ilk silahlı eğitimlerini alıyor. Artık Filistin meselesi asıl davasıdır baba Cevlâni’nin. Daha sonra Bağdat'a dönerek eğitimini tamamlayan baba 1971'de yeniden Şam'a döndüğünde üçüncü kez cezaevine giriyor. İçerden çıktıktan sonra siyasete atılıp meclis seçimlerine katılsa da kazanamayınca Suudi Arabistan’a göçüyor. Petrol uzmanlık alanı olduğu için bu ülkede 10 yıl süreyle Petrol Bakanlığı'nda çalışıyor.

Cevlâni ve İntifada

Ahmed el Şara, 1982’de o babanın oğlu olarak Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde dünyaya geliyor. Cevlâni okul çağına gelince, yani 7 yaşındayken, aile yeniden Suriye'ye dönüyor. Geleceğin Suriye el Kaide'si liderinin çocukluğu ve gençliği Şam'ın batısındaki El Mezze bölgesinde geçiyor. Civarda sessiz, sakin, biraz içine kapanık ama mutlu bir çocuk olarak tanınıyor Ahmed el Şara. Babsıa burada bir bakkal dükkânı ile emlak ofisi açıyor. Mezze, İsrail işgalleri ile vatanlarından kovulan Filistinlilerin 1957'de Suriye'ye geçip ilkin mülteci çadırları kondurarak yerleştirdikleri, o zamanlar iki kilometrekareden ibaret olan Yarmük Kampı’na sadece 10 km mesafede. Dolayısıyla, Cevlâni Filistinlilerin dramına yakından tanıklık ederek ve bundan etkilenerek büyüyor. [Filistinlilerin “Muhayyim el Yarmük” Yarmük Kampı) olarak adlandırdığı o bölgede bugün artık o mülteci çadırları ya da bir çadır-kamp falan yok. Yarmük, günümüzde daracık sokakları dip dibe evleriyle yoğun Filistinli mülteci yerleşimine maruz kalmış bir meskûn mahal. Dolayısıyla, Arap coğrafyasının birçok yerinde olduğu gibi, Filistinli mülteciler Şam ve çevresinde de toplumsal yaşamın önemli bir bileşeni olmayı sürdürüyor.]

Her ne kadar Cevlâni babası gibi Nasır'ı kırsal kesimdeki yoksulların feodalizme isyan bayrağı açışlarının bir sembolü olarak görse de, onu en çok etkileyen tarihi olayların başında, kendi ifadesiyle, Filistinlilerin İsrail işgaline karşı Aralık 1987'de başlattıkları ayaklanma (İntifada) geliyor.

Filistinlilerin 1993 Oslo Anlaşması'na kadar sürdürdükleri 1. İntifada (Ayaklanma) ve o anlaşmanın sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı ile giriştikleri 2. İntifada (2000-2005) dönemleri birçok Arap gencini olduğu gibi Cevlâni'yi de “ne yapmalı” sorusu üzerinde düşünmeye ve yeni arayışlara itiyor. Bu süre zarfında aradığı cevapları İslam dininde bulan Cevlâni beş vakit namaz kılmaya da başlıyor. İntifada onun militan siyasette aktif rol alma almasına da sebep oluyor. Yani “Filistin Davası” Cevlani’nin fikir ve eylem dünyasının ilk “cenk alanı.”

2003 Irak işgali

ABD'nin 2003 işgali sırasında 21 yaşında olan Cevlâni Irak’a geçerek ABD işgaline karşı savaşmak üzere “el Kaide” örgütü saflarına katılıyor. Sovyetler Birliği’nin Afganistan müdahalesi (1979) sonrasında 1988’de iktidarı güç ve şiddet yoluyla devirmek için Peşaver’de kurulmuş bu örgütün temelleri “Mektep el Hidamet el Mücahidini el Arab” ya da daha çok bilinen kısa adıyla “Mektebiyye el Hidamet” (Hizmet Mektepleri) isimli -Afgan Hizmet Bürosu olarak da bahsedilen- bir Afgan yardım derneğine dayanıyor.

Afganistan’daki Sovyet varlığına karşı olan bu grup Afganistan, Pakistan ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde yardım toplamak üzere ofisler açmış bir yapı. Sovyet varlığına karşı olan Amerikan vatandaşlarını bu “Hizmet” bürolarında işe alan yapının hedefi, mesajlarının Batı dünyasına iletilmesinin ve yaygınlaştırılmasının sağlanması ve böylece fon toplanması. Bunun için de bu yolda gerekli olan tüm harcamaları, seyahat, temsil ve ağırlama masraflarını, tutulan misafirhane giderlerini, Sovyet varlığına karşı savaşmak üzere yetiştirilecek mücahitlerin” (cihatçı) eğitim kamplarını vd. finanse etmek için yardım topluyor. Meselenin dünyanın dört bir yanından fon toplama kısmı bir kez otomatiğe bağlandığında askeri yönü öne çıkmış olmalı ki, bir zaman sonra Hizmet Mektepleri’ni değil “el Kaide el Askeriyye” ismini duyuyoruz sadece. Panislamci bir anlayışla oluşturulmuş bu militer yapının kurucuları şöyle: Filistinli Abdullah Azem, Mısırlı Ayman el Zevahiri, Medineli Vael el Hamza Culaydan ve Riyadlı Usama bin Ladin.

Bu arada bir parantez açarak şu hususu da ifade edelim, Afganistan savaşı sona erdiğinde Azem ile Zevahiri arasında örgütün geleceğiyle ilgili derin bir görüş ayrılığı ortaya çıkıyor. Azem, örgütün uhdesindeki servetin savaş sonrasındaki Afganistan’da İslami bir hükümet kurulması ve onun vizyonuna teslim edilmesini istemekte, Zevahiri ise bu servet ve ağın İslami olmayan ülkelerin devrilmesi amacına teksif edilerek küresel bir cihat yolunda seferber edilmesinden yanadır. Azem iki oğluyla birlikte 1989 Kasım’ında yolları üzerindeki bir mayının patlaması üzerine hayatını kaybedince Hizmet Mektepleri’nin başına Zevahiri’nin fikirlerinden daha fazla etkilenmiş Usama bin Ladin geçiyor. Örgütün en önemli fon toplayıcısı olan bin Ladin ile birlikte Hizmet Mektepleri el Kaide’nin parçası haline gelecektir. (11 Eylül 2001’den sonra düğmeye basılacak ve, Hizmet Mektepleri, BM Güvenlik Konseyi’nin 1333 (2000) sayılı kararın 8(c) paragrafı uyarınca 6 Ekim 2001 tarihinde El-Kaide, Usame bin Ladin veya Taliban ile ilişkili olarak listelenecektir.)

1990 yılına geldiğimizde, artık bu askeri yapı, Afganistan, Pakistan ve Sudan gibi çeşitli coğrafyalarda, kendisine bağlı örgütler ile İslami Cihad’ın da aralarında olduğu çeşitli savaşçı grupların askeri ve istihbarat eğitimlerini sağlayabilen bir konuma ulaştığını görüyoruz. Hizmet’ten Kaide’ye geçişte Amerikalıların rolünü tam olarak bilemesek de, daha sonra örgütün ABD kontrolü dışına taştığını, başlıca hedeflerinden birinin, Amerikan askerlerini Suudi Arabistan'dan ve Somali'den zor yoluyla çıkarmak haline geldiğini, El Kaide ileri gelenlerinin bu tür saldırıların hem uygun hem de gerekli olduğunu belirten fetvalar verdiklerini biliyoruz. (Ancak, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın 2012’de dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a attığı “el Kaide Suriye’de bizim safımızda” mesajını içeren elektronik postasından örgütün Libya işgali sonrasında Orta Doğu’da farklı sayılabilecek bir rol oynadığı da aşikâr.)

Cevlânilere konuyu toparlayarak dönecek olursak… İsrail yayılmacılığına karşı Nasır yanlısı bir Arap milliyetçiliği ile yola koyulan, daha sonra Filistin davasına kendini adayan Cevlâni ailesinin radikalleşme süreci, genç Ahmed el Şara’nın ABD’nin Irak işgali akabinde katıldığı el Kaide örgütüne girişle birlikte hızlanıyor. Irak işgali akabinde bu ülkede devlet yönetiminden kopartılan Sünni toplulukların çoğunda yaşandığı gibi. Bu radikalleşmede en büyük rolü oynayan tarihi dönemeçlerden birinin Amerikan askerlerinin Felluce kentinde bölge halkına uyguladığı büyük zulüm olduğunu da not düşelim. Fallujah: Shocking and Awful" ya da "Caught in the Crossfire" gibi yapımlarda da aktarıldığı üzere, bu zulüm Irak'ın “Camiler Kenti” olarak bilinen Felluce'de ABD ordusunun Kasım 2004 tarihli hava saldırıları ve topçu ateşi ile sınırlı değil. Neredeyse her köşesi kana bulanan bu Irak kenti, o tarihlerde Tevhid ve Cihad örgütünün lideri olarak ortaya çıkmış Ürdünlü Ebu Musab el Zerkavi’nin liderliğinde işgale karşı büyük büyük bir direnişe sahne oluyor. Irak el Kaide'sinin kurucusu olarak bilinen Zerkavi, savaşı bütün dehşetiyle şehrin içine taşıyor, direniş sokak sokak, ev ev yaşanmaya başlıyor. Nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni Müslüman olan Felluce'de Amerikan askerlerini kanlı bir savaşa çeken Zerkavi, yerel halkın ABD nefretini derinleştirmede çok zorlanmıyor. ABD'nin 2004'te Irak'ta öldürdüğü her dört kişiden en az birinin Felluce'de yaşamını yitirmiş olması bu açıdan çok şaşırtıcı sayılmaz. Dolayısıyla, IŞİD'in bağımsız İslam Devleti'ni Körfez Savaşı'nda en büyük Amerikan şiddetine maruz kalmış ve Irak'ın acılarının sembolü olmuş Felluce'de (3 Ocak 2014'te) ilan etmesi bir tesadüf olarak görülmemeli.

Aslında ABD önderliğindeki Koalisyon güçleri Felluce kentindeki sertliği devirdikleri Irak lideri Saddam Hüseyin’ın son nüfuz kalıntılarını da silebilmek üzere gerçekleştirmişlerdi. Ancak uyguladıkları orantısız şiddet ve bombardımanlarla galiba en çok da hasımlarının yüreklerindeki son insani duygu kırıntılarını yok ettiler.

Yeniden Cevlâni’ye dönersek… 2004 sonlarında örgütünü Usame Bin Ladin'in El Kaide'siyle birleştiren Zerkavi’nin 2006 yılında bir Amerikan hava saldırısında hayatını kaybetmesi akabinde Cevlâni, Irak'tan ayrılıp Lübnan’a geçer. Burada bir başka Sünni cihatçı örgüt olan -1991'de Ürdün'de kurulup 1999'da Afganistan’a geçmiş- Cundu'l Şam örgütü ile bağlantı kurar ve onlara destek verir.

Bucca Kampı yılları

Cevlâni, Lübnan’dan yeniden Irak’a geçtiğinde bu kez Amerikan askerlerince yakalanır ve ABD’nin bu ülkedeki en büyük cezaevi olan Basra vilayetinin Um Kasr kasabasında kurulmuş “meşhur” Bucca Kampı’ndaki esaret yılları başlar.Onun kaderini değiştiren süreçteki en önemli kilometre taşlarından biri belki de burası olacaktır. “Kitle imha silahları” yalanı üzerine kurulmuş bir savaş ve işgale karşı savaşmış on binlerce insanla Bucca’da aynı esareti paylaşır Cevlâni. Batılıların Irak işgali ve ABD'nin Felluce'deki kirli savaşını es geçerek “terörün doğduğu cezaevi” olarak nitelendirdiği bu kamp, ABD'ye karşı mücadelelerinde yenilgiye uğramış, önemli bir kısmı Baas aygıtı içinde yer alan Iraklı direniş kadrosunun Sünni unsurlarının Selefi ideoloji temelinde iyice radikalleştiği bir yer haline gelecektir.

Cevlâni Amerikalılar tarafından Bucca’dan 2008’de serbest bırakılır. Dışarıya çıktıktan sonra da Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün kurucu lideri Ebu Bekir el Bağdadi ile birlikte hareket eder. Bir süre sonra IŞİD’in Ninova Vilayeti (Musul) Emirliği görevine getirilen Cevlâni, Suriye’de 2011'de patlak veren hükümet karşıtı protesto gösterilerinin ardından bu kez buraya, eski memleketine geçer. Cevlâni, 2012 yılında Suriye’de Batılı siyasi gözlemcilerin “El Kaide içindeki yenilikçi akım” olarak da değerlendirdiği El Nusra’yı, yani tam adı “Şam Halkını Korumak için Nusret [Yardım] Cephesi” olan örgütü kurar. IŞİD'in Suriye kolu gibi örgütlenen ve ilk zamanlar Katar tarafından desteklenen bu örgüt 2012 yılı Aralık ayında ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından “terörist örgütler” listesine alınır.

İdlib'e geçiş

Bir süre sonra Nusra'yı destekleyenler ile IŞİD'i (ve Bağdadi'yi) destekleyenler arasında ihtilaflar doruğa çıkar… Bağdadi'nin El Nusra Cephesi'ni lağvedip IŞİD'e katılmaya çağırdığı örgüt lideri Cevlâni bu çağrıyı reddeder. Sonrasında örgütte çatlaklar ve bölünmeler başlar ve dünün mücahit kardeşleri düşman saflarda birbirleriyle de çatışır. El Nusra'nın bu çatışmalarda zaman içinde bazı üslerini, silah depolarını ve maddi kaynaklarını yitirmesi akabinde karargâhını Deyrizor'dan İdlib'e taşır... Bundan sonra el Nusra “küresel cihat” yerine Suriye’deki yerel mücadeleye odaklandığını ilan edecek, İdlib'in yanı sıra Hama'nın kuzeyinde, Halep'in batısında ve Doğu Guta gibi bölgelerde yerel bağlarını kuvvetlendirerek büyüyecektir.

2016 yılında örgüt adını “Şam'ın Fethi Cephesi” olarak değiştirip El Kaide'ye biatı sonlandırdığını ilan eder. 2017'de ise adını bir kez daha ve bu kez “Heyet Tahriru'ş Şam” olarak değiştirir. İdlib’deki mahalli idareyi de siyasi kanadı olan “Selamet Hükümeti” ile birlikte yürüten örgüt bölgedeki askeri hakimiyetini TSK'nın Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekatlarıyla birlikte 2019'dan sonra Ankara ile paylaşmak zorunda kalacaktır. Her ne kadar HTŞ, “Suriye El-Kaide'si” olarak da bilinse de, örgüt Batı ile ilişkilerde kendisine yük olduğunu gördüğü o gömleği çıkarmış, hatta saflarında el Kaide’ye biatı bırakmayan isimleri de tasfiye etmiştir. HTŞ’den epey bir zaman önce kopmuş isimlerin oluşturduğu Hurraseddin ve Ensar'ül Tevhid isimli örgütlerle çatışır duruma gelmiştir.

Bu arada, Cevlâni örgüt içinde kendisine rakip/alternatif olabileceğinden ya da Ankara'nın dümen suyuna giderek kendisine karşı komplo düzenleyebileceğinden şüphelendiği üst düzey komutanları planladığı suikast girişimleri ile birer birer ortadan kaldırmaya başlar. Bu, aslında paralel bir faaliyettir. HTŞ her ne kadar Washington tarafından 2018 yılında terör örgütü olarak görülüp liderinin başına 10 milyon dolar ödül konsa da, "isyancı güçlerin en agresif ve en başarılı kolu" olarak tanımlanan örgütün önü alttan alta Amerikalılar tarafından açılmakta, temizlenmektedir. Amerikalılar Cevlâni'yi değil ona alternatif olan ya da olabilecek yapıları ve bu yapıları liderleri ile askeri kaynaklarını yok etmek üzere çok sayıda bombalama ve suikast eylemleri gerçekleştirirler. Amerikalılar, İdlib’in hükümet kontrolü dışındaki bölgelerinde karaborsa ticareti yönetme ve gelir üretmede HTŞ ile rekabet eden yapıları, özellikle de HTŞ’den epey bir zaman önce kopmuş isimlerin oluşturduğu Hurraseddin gibi, Ensar'ül Tevhid gibi örgütlerin liderlerini, hedef almaktadır. (El Kaide türevlerinin Suriye’de ABD çıkarlarına aykırı bir şekilde gelişip serpilmesinin engellenmesini de konu edinen 2020 tarihli yazımı “Paris’e Misilleme Asi Nehri’nin Kıyısında Geldi” başlığı altında T24’den okuyabilirsiniz. Yine T24’te 2019’da kaleme aldığım “HTŞ: Bir ümmet projesi mi, bir devrim projesi mi?” başlıklı yazımda da Amerikalıların “küresel cihat fikrinden uzaklaşıyorlar, Suriye devrimine odaklanıyorlar" diyerek parlatmaya çalıştığı HTŞ’de kazanın muhaliflerce nasıl kaynatılmaya çalışıldığını okuyabilirsiniz.)

Bölgesel ve küresel aktörlerin HTŞ’yi siyasi ve askeri hedefleri doğrultusunda şekillendirme gayretleri sürerken, örgütün de özellikle 2020’deki ateşkes sonrasında mücadelesini el-Kaide’ye biatı sürdürüp küresel cihadı savunan yapılara karşı teksif ettiği görüldü. Hatta Cevlâni'nin bölgedeki kendisine rakip ve daha radikal Selefi yapılanmaların liderlerinin ortadan kaldırılması için Amerikalılar ile istihbarat paylaşımı yaptığı iddiaları da ortalıkta konuşuluyordu. ABD ve müttefiklerinin nezdinde meşruiyet ve makbuliyet arayışlarını yoğunlaştıran ve Batı tarafından kabul görmesini sağlamaya dönük halkla ilişkiler temelli çabalarını artıran HTŞ, günü geldiğinde “biz ABD için kesinlikle tehdit değiliz, küresel cihat gibi bir hedefimiz yok” mesajı da verecektir.

Nihayet 2021 yılı başlarında Amerikalı bir yayın kuruluşunun (PBS) Emmy ödüllü gazeteci ve belgesel yapımcısı Martin Smith’e bir röportaj vermek üzere kameraların karşısına geçen Cevlâni, kamuflaj giysilerini çıkarıp lacivert blazer ceket giyer ve Amerikalılara “el Kaide'ye biatını ve ulusaşırı diğer cihatçı örgütlerle siyasi angajmanlarını 2016 yılında arkasında bıraktığını” açıklar. Bu arada, Batı’da HTŞ'nin ABD tarafından artık farklı bir şekilde algılanması ve "kullanılması" gerektiğine yönelik kamuoyu oluşturma çalışmalarının yoğunlaştığı görülür. Brüksel merkezli düşünce kuruluşu “Uluslararası Kriz Grubu” (International Crisis Group) tarafından 3 Şubat 2021’de "In Syria's Idlib, Washington's Chance to Reimagine Counter-terrorism" başlığıyla yayınlanan analiz/rapor bu yöndeki çabaların en önemlilerinden biridir. Rapor, Joe Biden Yönetimi’nin HTŞ'ye “terörist” yaftasından sıyrılmasını sağlayacak fırsatlar vermesi gerektiğini de dile getirmektedir.

Ancak HTŞ’ye fırsatların en büyüğü ve “büyük ödül,” hepimizin bildiği gibi, 2024 yılı Aralık ayında yakılan Halep yeşil sinyali ile verilecektir.

60 yıllık cevelânın sonu

Gelişmelerin bundan sonraki seyri tazeliği dolayısıyla gayet iyi biliniyor. Cevlâni, 8 Aralık 2024 günü kontrolü ele ele geçirdikleri Şam’da akşam saatlerinde Emevi Camii'nde ortaya çıkacak ve zafer konuşması yapacaktır. 1967 savaşının sonunda memleketleri olan Cevlan Yaylalarından (yani Golan Tepeleri’nden) tamamen kopmak zorunda kalan Cevlânibaşkentte coşkuyla zaferlerini kutlarken, tek kurşun sıkmadıkları İsrail birlikleri Golan Tepeleri’nin tamamını işgal etmekte ve bir dönem ailesinin yaşadığı Şam’ın 25 km dibine kadar olan toprakları ele geçirmektedir. HTŞ örgütünün sözcüsü Ubeyde Arnavut’a İsrail’in işgalleri ve Suriye’de 300’den fazla noktaya düzenlediği saldırılar sorulduğunda, bu saldırıları kınamayıp “önceliğimiz güvenliği ve hizmetleri yeniden sağlamak, sivil hayatı canlandırmaktır,” diyecektir. Bir zamanlar adı "Şam Halkını Korumak için Nusret [Yardım] Cephesi" olan HTŞ’nin, İsrail’in Filistin ve Lübnan’dan sonra başta Şam olmak üzere Suriye altyapısını çökerttiği saldırılara karşı -atacak kurşunu bırakın- söyleyecek tek bir sözü bile yoktur.

Aksine, HTŞ sözcüleri Yermük Kampına gidip Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, İslami Cihad, el Saika gibi Filistinli gruplarla 13 Aralık günü toplantı yaparak, onlardan silahlarını bırakmaları, kampları kapatmaları ve askeri kanatlarını feshetmeleri çağrısında bulunurlar.

Nereden nereye! Cevlâni ailesinin Cevlan Yaylalarının İsrail tarafından işgaliyle başlayan zorunlu göçünde Filistin direniş mücadelesine destek ile başlayan (silahlı) siyasi yolculuklarında altmış yıla yaklaşan bir zaman sonunda geldikleri nokta, Suriye’deki 500 hedefe sadece birkaç saat içinde 1,800 bomba atabilen ve Cevlân bölgesinin tamamı ile bölgenin en yüksek noktasını (Cebel el Şeyh /Hermon Dağı) ele geçirerek artık İran’ı doğrudan vurabilecekleri bir hava yoluna kavuşan İsrail’e ses etmemek ama Filistinli gruplara silah bıraktırmak, kamplarını kapatmak ve “hadi feshedin kendinizi” tavsiyesi vermek oluyor.

Özetle, Cevlâni ailesinin 60 yıla yaklaşan uzunluktaki cevelânları sonunda, deverân ederek Şam’da geldikleri nokta bu! Buna bazıları devrim, Cevlâni’ye ise devrimci diyor.  Filistinliler ne diyor, onu yakında duyarız. Ancak HTŞ’nin aşk ile devrâni olmadığını gördük. Bakalım bundan sonra neler göreceğiz. Suriye için karanlık günler bitti, şimdi kapıda daha karanlık günler var. Irak ve İran için ise en hafif tabiriyle daha zor günlerin kapıda olduğu bir gerçek. Şimdilik, gün olur devran döner, kimmiş asıl cevelânger görürüz, demekle yetinelim. 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"