25 Eylül 2024

Olmak veya olmamak!   

Türkiye’nin konumu ve eğer varsa orta gelir tuzağı ayrıca ele alınması gereken konulardır. 22 yıldır sürdürülen yanlışların yerine doğru politikaların uygulanmaya başlanması halinde, AB üyeliği başta olmak üzere çok geniş bir ufuk açılacaktır

Yalnız değiliz, ama bu bizim için teselli olamaz

Geçen hafta Mario Draghi’nin AB komisyonu için, rekabet gücü konusunda sunduğu rapordan söz ettik. Raporun özü şu: “Avrupa daha verimli olmazsa seçmek zorunda kalacağız. Yeni teknolojilerde lider olamayacağız. İklim değişikliği konusunda sözümüzü yitireceğiz. Dünya sahnelerinde bağımsız oyuncu olamayacağız. Avrupa’yı ayakta tutan sosyal modelin finansman kaynaklarını yitireceğiz. Hedeflerimizin tümünde değilse de bazılarından vaz geçmek zorunda kalacağız. Özetle AB’nin geleceği karanlık.”[1]

Orta gelir tuzağı

Orta gelir tuzağı Türkiye’nin de aralarında bulunduğu “ekonomik güçlenmeyi beceremeyen” ülkelerin hastalık nedeni olarak ortaya atılan bir kavram. Orta gelir düzeyinde kalan ülkeler yeterli ARGE çalışması yapmadıkları, sanayinin verimliliğini yükseltemedikleri için, içinden çıkılmaz bir tuzağa düşüyorlar. Geçen haftalar içinde Dünya Bankası tarafından bu konuda yapılan ve bir Türk iktisatçının yönettiği çalışmanın sonuçlarını okuduk.[2] Bunun değer zinciri yönetimi sorunu olduğunu söyledik. Çünkü rekabet gücü ulusal düzeyde değil, üretimi yapan şirket düzeyinde oluşur.

Nitekim hem Draghi raporunun, hem Lizbon stratejisinin [3] gerekçesinin, hem de Dünya Bankası raporunun gösterdiği, “tuzağın” arkasında şirketlerin verimlilik zafiyeti olduğudur. Orta gelir tuzağı hipotezine hep kuşkuyla yaklaştım. Lizbon stratejisi, Draghi raporu, verimlilik ve rekabet-büyüme zafiyetinin, orta gelirle değil, doğru değer zinciri yönetimi, kamu politikalarıyla ilgili olduğunu göstermektedir.

AB ve orta gelir tuzağı

Martin Wolf 18 Eylül günü FT’de yayınlanan yazısında, AB’nin ve tüm ülkelerin içinden geçmekte olduğu bu sürecin dinamik ticaret ve çok taraflı sistemin sonu olacağını iddia etti. Aynı gün Janan Ganesh yine FT’de Draghi raporunu, Avrupa’nın neden ABD’nin verimlilik düzeyine ulaşamayacağını tartışırken, iki kıtadaki ülkelerin demografik yapısından, Katolik kilisesinin tutuculuğuna kadar çeşitli etkenlere değiniyordu.

Geçen hafta AB’nin 2000 yılında yine aynı kaygılarla, yani “orta gelir tuzağından çıkmak veya daha o tarihte tuzağa düşmemek” için benimsediği Lizbon stratejisinden söz etmiştim. Hem J.Ganesh, hem M. Wolf AB’nin içine girdiği dönemi, koridoru tuzak olarak görmüyor. Gerekçe olarak AB üyelerinin, ABD’nin sahip olduğu dinamizmden uzak olduğunu ileri sürüyorlar. ARGE yatırımları, hem AB ülkelerinin mali-bütçe ilkeleri, ABD doğru yönetim (governance) yapısının sağladığı kolaylıklardan yararlanamıyor. Örneğin, Almanya’nın savaş sonrası dönemde benimsediği sert bütçe kuralları, ABD sisteminin esnekliğine sahip değil.

Nitekim 2008’de Yunanistan’ın içine girdiği krizde özellikle Alman bankalarına olan dış borçlarını ödeyemeyince, o zaman AB Merkez Bankası başkanı olan M. Draghi’nin “Avro’yu kurmak için AB bankası elindeki tüm imkanları kullanacaktır” sözü Almanya’yı kızdırırken Avro’yu gerçekten, şimdilik, kurtarmıştır. Şimdilik dedim, çünkü Ganesh ve Wolf’un AB’ye ilişkin çekinceleri, bu ülkelerin bünyesindedir, orta ve hatta uzun vadede ortadan kalkmayacaktır.

M. Draghi Almanya’yı kızdırırken dedim, bu gözlem Almanya’nın II. Dünya savaşından beri izlediği ekonomi politikasının ve Alman kültürünün bir sonucu. Almanya en güçlü endüstriye sahip olmak gibi haklı bir üstünlüğe sahip. Ama bu buluş dinamizmi getirmemektedir. Alman Federal bütçesi her zaman denktir. Denklik durağanlık getirmektedir. Oysa Schumpeter’n ifadesiyle kapitalist ekonominin ne durağanlığa, ne de istikrarlı büyümeye tahammülü yoktur. O sürekli “devrimlerle” kendisini yenileyerek sürdürür. [4] Yeni üretim yöntemleri, yeni ürünler, yeni pazarlama şekli kapitalizmin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle M. Draghi’nin cesur çıkışı -Yunanistan’ı ve Avrupa’yı kurtarmış ama Almanya’da hoş karşılanmamıştır

AB ve Lizbon stratejisi, 2000

Lizbon stratejisinin neden uygulanamadığının tartışıldığı dönemde, Avrupa sanayi lideri şirketlerinin oluşturduğu ERT’de yapılan ve benim de katıldığım çalışmalarda bu zafiyetin arkasında AB üyesi ülkelerin maliye, sosyal politikalarının bulunduğu görülmüştür. AB üyesi ülkelerin egemenlik hakkı bu politikalara müdahale edilmesine imkan vermiyordu.

Ulusal rekabet gücü kendisini şirketlerin başarısının toplamı olarak gösterir. Bu da ülkenin ihracatına yansır. Nihayet bu aşamada çeşitli ülkelerin dış ticaret ve endüstri politikaları, döviz kuru politikaları etkili olur. Yani tüm bu sürecin insan vücudundan farkı yoktur. Yani kalbimiz kan pompalarken, oksijen alıp vermemizi yöneten solunum sistemimizle, hazım sistemimizle, diğer tüm organlarımızı yöneten beynimizle etkileşir. Ancak hiçbir devlet organizasyon insan vücudunun mükemmeliyetine, onun işleyişini engelleyecek olguları düzeltecek, karaciğer, dalak, tiroit gibi kontrol mekanizmalarına sahip olmadığı için ekonomiler planlandığı şekilde işlememektedir.

Benzetme yapmak için organları şirketler olarak, beynimizi de holding şirket olarak düşünebiliriz. Böyle yapınca şu soru karşımıza çıkıyor, devlet nerede? Şirketler devletin düzenlediği politikalara bağlı olarak çalışıyor. İnsana gelince, serbest ekonomilerde devletin görevi altyapı, finansal yönetim, eğitim, sağlık ve savunma alanlarında tanımlanıyor. Birey ister yatırımcı, öğrenci, işçi veya tüketici olsun, devletin izlediği politikalara göre tavır alıyor.

Devlet gökten düşmüş güç mü?

Bunlar yüzlerce yıldır felsefe planında da tartışılan konular. Yapılması gereken, üretim, tüketim, lojistik ve finansmandan oluşan ekonominin, şirketlerden meydana geldiğini hatırlamaktır. Aynı şekilde şirketler de devleti rakip, oyun bozucu olarak görmekle yanlış yaparlar. [5] Doğru yönetilen şirket soyguncu olmadığı gibi, devlet de şirketin hasmı değil, onlara eşit olarak davranan, doğru çalışmalarını sağlayacak politikalar kurgulayan, bu politikaları uygulayan ve egemenlik gücüne sahip olan organizmadır. Devleti doğru politikalardan saptıran, kendi kısa vadeli çıkarını toplumun çıkarının üstünde ve bilimin dışında değerlendiren endüstri, şirket uygulamalarıdır.

Kamu mantığı olmasa ne olurdu?

Mariana Mazzucato devletin ekonominin işleyişine aktif olarak müdahale etmesinin çeşitli örneklerini veriyor.[6] Mazzucato’nun yaptığı önemli tesbit, ABD’de buluş öncelikli büyümenin, kamu politikasının sonucu olduğu. ABD “serbest piyasa rekabetini” savunurken, Washington Consensus sanayi politikası uygulayan ülkeleri (Fransa, Almanya, Kore) suçlamıştır. Böylece ABD bir yandan R. Reagan gibi başkanlar üretirken, öte yandan yepyeni ve teknolojik gelişmelere fırsat tanımaktadır.

Solcu yanıyla bilinen iktisatçı Joan Robinson: “Bürokrasinin özel girişimden daha az esnek olduğu kanısı yanlıştır. Önemli uyarlamalar yapılması gerektiğinde merkezi kontrol çok daha esnektir. Bürokrasiye yapılan başvurunun yanıtlanması iki ay sürebilir, ama talep azalmasıyla karşılaşan bir şirketin kendisini yeni koşullara göre yeniden düzenlemesi yıllar alır.” [7]

ARGE öngörülen alanda ürün-buluş vermeyebilir

Bunun nedeni kamunun elinde bir şirkete oranla çok daha fazla sayıda uyarlama imkanı, farklı endüstri alanları bulunmasıdır. Çok taraflı şirketler olarak bilinen MNC’ler çeşitli alanlarda, endüstrilerde faaliyette bulunurlar, tıpkı bugünün Holding şirketleri gibi. Bu şirketler grubu bünyesinde yürütülen ARGE çalışmalarının buluşa yol açması, teknik buluşun değişik endüstrilerde uygulanma imkanı nedeniyle daha olasıdır.[8]

ABD uzay politikalarıyla olsun, tarım sektörünü geliştirmek amacıyla olsun, yaşam bilimlerinde hamle yapmak, yeni tanı ve tedavi yöntemleri geliştirmek için olsun, kamu kaynaklarından bu ve diğer alanlardaki araştırma-geliştirme çalışmalarını trilyon dolara varan bütçelerle desteklemiştir. Yazılarımızda değindiğimiz, ABD’nin DARPA (Defense Advanced Research Projects Agency), ARPA (Advanced Research Projects for Heath), NSF( National Science Foundation) bu programların bazılarıdır.” Biraz önce Apple, Tesla gibi örnekler verdim, kimileri bunları benimsemeyebilir. Ama unutmayalım ki, teknolojik gelişme doğrusal değildir. ARGE çalışmaları genellikle başta tasarlanan farklı alanlarda meyva verir. Örnek: Post-it kağıtlar.

ARGE-talep-piyasa: Aselsan ve diğerleri

ABD modelinin temel özelliği bütün bu programların “piyasaya dönük” olarak uygulanmasıdır. Örnek olarak APPLE iPhone, TESLA öykülerinin arkasında çok önemli kamu desteği vardır. Kamu bunu Steve Jobs ve Elon Musk’ı desteklemek için yapmamıştır. Bu projelerin endüstri genelinde ve tüketim pazarındaki etkilerini öngörmüş ve elbette risk almıştır. Musk’ın TESLA ve Space-X projelerini, kamu kaynakları kullanmasını ileri sürerek küçümseyenler, bunu arkasındaki fizik, matematik bilgisini, buluş, iş modeli geliştirerek bunları paraya çevirme (monetize etme) becerisini ihmal etmektedir.

1974 Kıbrıs Ambargosu üzerine ulusal savunma endüstrisini geliştirmek üzere kurulan Asensan, Roketsan, Havelsan şirketleri yıllardır başarılı çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar şirketlerin bulunduğu organize sanayi bölgelerindeki tedarikçi imalatçılar için önemli teknoloji transferi, öğrenme imkanı yaratmaktadır. Ülkedeki teknik üniversitelerden mezun olan parlak mühendisler özellikle Aselsan’da yüksek ücretli çalışma imkanı bulmaktadır.

Ancak bütün bu güzelliklerin ülke endüstrisine nasıl bilgi, teknolojik hamle fırsatı yarattığı bilinmemektedir. Aselsan’ın ürettiği akıllı telefonunun neden bir iPhone olmadığının sebei, iş modelinin eksikliğidir. Telefon tüketiciye yönelik olarak ve örneğin Samsung gibi sınırlı Türkiye pazarı yerine ABD’de pazarlansaydı ve sürekli tasarımla, yenilikle desteklenseydi, belki bugün hala vitrinlerde, ceplerdeydi. Bu da bir değer zinciri yönetimi, iş modeli problemidir.

 Önceki Aselsan Genel Müdürü ile görüştüğümde örneğin yaşam bilimlerinde, sağlık endüstrisinde etki yapacak çalışmalarını sorduğumda, o sektöre girmek üzere hazırlandıkları yanıtını vermiştir.

Ve hal-i pür melalimiz

Türkiye’nin konumu ve eğer varsa orta gelir tuzağı ayrıca ele alınması gereken konulardır. 22 yıldır sürdürülen yanlışların yerine doğru politikaların uygulanmaya başlanması halinde, AB üyeliği başta olmak üzere çok geniş bir ufuk açılacaktır. 22 yıldır sürdürülen yanlışların devam etmesi halinde Türkiye ekonomik olarak çok küçüleceği için bu alternatifi hayal bile edemiyoruz.

Üstelik yanlışlar yalnız ekonomi alanında değil, çok daha ağır olarak hukuk, doğru yönetim, siyaset alanındadır. Bu hususu algılamayan mevcut yönetimin doğru adımları atması olası değildir. Yeni anayasa gürültüsü, delik deşik hale gelmiş lastiğe yeni bir yama yapıp, mevcut düzeni biraz daha sürdürme çabasıdır. Lastik artık yama kaldırmamaktadır.

Önümüzde duran orta gelir tuzağından öte, dibi görünmeyen bir uçurumdur.


[1] Draghi, M., The Future of European Competitiveness, September 2024.

[2] The Middle Income Trap, World Bank Development Report, 2014. Raporun hazırlanmasında Ufuk Akçiğit Economic Lead olarak görev almıştır.

[3] Kurtoglu, A.Ç.,T24 yazıları, AB Japon ve ABD rekabeti karşısında şirketlerin ayakta durabilmesi için 2000 yılındaki toplantısında Lizbon Hedeflerini benimsemiştir.

[4] Schumpeter,J.A., Capitalizm, Socialism and Democracy, 2003, New York, Routledge.

[5] Reagan, R. Government is not the solution to our problem, government is the problem.

[6] Mazzucato, M., The Entrepreneurial State, The Anthem Press, 2015.

[7] Robinson, J. Obstacles to Full Employment, Contributions to Modern Economics, New York, San Francisco,Academic Press, 1987

[8] Kurtoğlu,A.Ç. Üretimin Uluslararasılaşması ve Teknolojik Gelişme, A.Ü. SBF Yayınları, 1981

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

ABD seçimleri: Dünya nereye yöneliyor?

Başkanlık seçimini D. Trump'ın kazanması kimilerinde hüsran, üzüntü, kimilerinde bayram sevinci yarattı. Benim tespitim dünya genelinde Demokratların doğru gündemi yakalayamadıkları, muhafazakarların ise daha kolay olan mevcudu muhafaza etmek ve Amerika özelinde yeni gündem arayışında olmayan, kısıtlı bilgiye sahip kitlelere hitap ettikleri ve sürekli olarak tahrik ettikleri kızıştırdıkları yönünde

ABD Seçimleri-demokrasi-yapay zekâ

Bu nice Hiroşima’dan, atom bombasından, trilyon kadar trilyon servetten daha güçlü bir silah olmaz mı? Bu silahın geliştirilmesi için savunma sanayi ekonomisini destekleyen ABD fonlarının, yapay zekânın sivil amaçlarla kullanılması araştırmalarına ayrılması gerekir

Devlet-devletçilik-millileştirme-mülkiyet

Soruna ideolojik açıdan bakanlar için önemli olan emekçinin artı değerinin yükseltilmesidir. Bu ise teknolojik düzey, mevcut üretim tekniklerine katkı yapabilmekle sağlanır. 101 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin konuları bu düzeyde ele alması gereklidir

"
"