13 Kasım 2024
Siyasetle, ABD seçimleriyle beynin ne alakası var diyeceksiniz, hiç düşündünüz mü, siyasetçi mi robot, yoksa biz yani seçmenler mi? Doğrusu ne olmalı?
Yapay zekâ birçoğumuzun heyecanla izlediği bir konu. Kanımca bunun üstünde yer alan konu ve kavram, beyinde nöronlar arasındaki etkileşimlerin ve enformasyonun yaşamımızı nasıl etkilediği, bu oluşumun ne denli farkında olduğumuz. Siyaset de yaşamın ta kendisi. Yıllardır bu konuyu çalışan Profesör Türker Kılıç’tan daha önce söz etmiştim. Felsefe Profesörü Ahmet Aslan’la YouTube’da yaptıkları söyleşiyi izlemenizi önemle öneririm.
İsrailli tarihçi Yuval Harari antropoloji-tarih karışımı çalışmalarını büyük başarı ile tüm dünya kamuoyu ile paylaşıyor. Çeşitli kitaplarından sonra şimdi yeni kitabını tanıtmak için her gün bir ülkede, birkaç şehirde konferanslar veriyor. Örnek alınacak bir pazarlamacı. Y. Harari yapay zekâ konusunda bir hayli karamsar. Karamsarlıkta Orwell’in 1984’ünü aratan konuşmalarında, elinde atom bombasını harekete geçirecek alet bulunan komedyen Peter Sellers’ın çılgın bir profesörü gerçekleştirdiği Dr. Strangelove filmini (1964) andıran senaryolar yazıyor. Ona göre yapay zekâ kötü niyetle, sakat ruhlu bir siyasinin eline geçtiğinde tüm insanlığı yok edecek uygulamalarda kullanılabilir.
Acaba gerçekten öyle mi?
Yapay zekânın dayandığı “büyük veri” hepimizin bilerek veya bilmeyerek, her alışverişimizde, sağlık kontrollerinde paylaştığımız veriler “bulut” adı verilen sanal bilgisayarlarda toplanıyor. Tesadüfen bir aletin fiyatını öğrenmek için Google’a başvurduğunuzda, o aletin tüm üreticileri, pazarlamacıları size taarruz ediyor. Çünkü siz potansiyel alıcısınız. Bu soruşturmanızla yalnız o ürünün satışına değil, tercihinize uygun yeni ürün tasarımına, satış yöntemine de yol gösteriyorsunuz.
Reklam konusunda öğrendiklerimiz, öğrettiklerimiz artık eskidi. İletişimcilerin kullanabilecekleri vasıtalar, bunları öğrenmeleri, kendi zaman ve bütçe sınırlarını aşıyor.
Yazıyı planlarken ABD seçimlerini ele almayı tasarlıyordum. Tarihçi Ali Yaycıoğlu iki haftadır pazar günleri Oksijen’de ABD’ni ilginç bir açıdan ele alıyor. Öneririm. Yaycıoğlu’nun işlediği, ABD iç savaşına yol açan tablo, ülkemiz bakımından da önemli mesajlar veriyor. Fizik Profesörü Güvenç Kıyak’ı T24’teki yazısı, bu yazının uzamasına yol açtı.
ABD Başkanlık seçimlerini kim ve nasıl kazandı, bu süreçte “demokrasi”nin rolü neydi? Harris maskesinin arkasına saklanan Demokratlar ve tabii Biden neden kaybetti? Kaybeden Kamala Harris mi, yoksa J. Biden’ın herkesle iyi geçinmeci (complacent), kimisine göre barışçı kimliği mi? Bu yüzden net bir liderlik profili yaratamamış olması hem kendisinin hem de K. Harris’in kaybetmesinin esas nedeni olamaz mı?
CHP liderliği bundan ders çıkartmalı mı? Mevcut kadrolarıyla CHP’nin, ülkede 20 yıldır nasırlaşmış sorunların tartışmasından çıkıp, yeni bir gelecek tasarlaması ve sunması mümkün mü? CHP kadroları içinde bunu yapabilecek vizyonda kişiler var mı? Normalleşme doğal, ama nasıl bir gelecek tasarlıyor CHP? Yurttaş bilinen şeytana alışmışken, neden bilinmeyen şeytana yönelsin? Saldırgan, karşısındakilere sürekli olarak hakaret etme kültüründeki iktidarla yarışamayacağını, Cumhuriyet Türkiye’si yurttaşlarının kendisinden beklentisinin bu değil, ülkeye aydınlanmacı, Atatürk gençliğinin ihtiyacı olan uzun vadeli yapıcı politika olduğunu hatırlaması gerekir.
ABD’de seçimimi kazanan, çoğumuzun beklentisine veya ümidine karşın, tüm dünyaya yayılan “demokrasi” adı altında kaotik, “sahte-fake” iletişimi, baskıcılıkla ve çok önemli para hareketleriyle yönlendiren ve Donald Trump oldu. “Stand-up” komedyeni özelliğini “Apprentice” adlı televizyon programıyla resmileştiren Trump şimdi kimilerinin endişeli, kimilerinin önemli parasal kazanç beklentileriyle karşı karşıya.
Seçim kampanyalarında iki adayın harcadığı paranın 3.5 milyar dolar olduğu söyleniyor. Ağustos ayı içinde K. Harris 235 milyon, D. Trump 135 milyon dolar harcamış. Gerçek sayı herhalde bunun üstünde. K. Harris’in kampanyasına yapılan bağış toplamı 998 milyon dolar, Trump’ın yeni gözbebeği Elon Musk’ın bu uğurda harcadığı paranın 150 milyon dolar mertebesinde olduğu konuşuluyor.
Birçok hedge fund yöneticisi milyarder, bazıları çıkarlarının korunması, diğerleri yeni hükümette bakanlık elde etmek için, kimi de keyifli bir ülke başkentinde büyükelçi olarak atanabilmek için önemli bağışlar yaptı. Harris para toplamakta tabii bunlardan geri kalmadı; hatta saygın yazılı medya organlarında onun seçim bütçesinin, Trump’ın bütçesini aştığı haberi yer aldı.
ABD ekonomisi, kapitalizm ve kâr maksimizasyonu ilkeleri üzerine kurulu. Bu kavramların farklı ifade şekilleri arasında, piyasa mekanizmasındaki belirsizlikler, fiyatlama modelleri üzerinden, tüketicinin irrasyonel olmasından yararlanan bir istismar süreci söz konusu. İktisat biliminin kurucusu Adam Smith’in, herkesin tanıdığı kitabı “Wealth of Nations-Ulusların Zenginliği” yanında yine aynı yıllarda yazdığı “The Theory of Moral Sentiments-Ahlaki Duyguların Teorisi” adlı kitabıyla daha fazla gurur duyduğu bilinir.
A. Smith’in bu kitabının dayanağı, o dönemlerde bazı bilim adamlarında rastlanan yoğun dini inanç değildir. Hatta kurumsal-davranışçı iktisat okulunun kurucusu Ronald Coase A. Smith’in deist olup olmadığı tartışmalarına, onun tanrı kavramını “evreni yaratan büyük mimar” olarak tanımladığını söyleyerek katılmıştır. Bunları, “ahlaki duygular” ifadesinin dini bir referansla değerlendirilmesini önlemek için ekliyorum.
Nitekim A. Smith bu kitabında mülkiyet konusunu ele alırken, bireye hâkim olan tutkuları toplumsal olanlar, toplumsal olmayanlar, bencil tutkular olarak ayırmaktadır. Smith’in ele aldığı bir başka konu liyakattir, teşekkürün hak edilmiş olup olmadığı tartışılmaktadır. Erdem konunun omurgasıdır. Adalet, iyilik, vericilik erdemin temelleridir. Kapitalizm, Hristiyan toplumlarda vericilik, charity-hayır, yani para sahibinin takdirine kalmış, üstten bakan bir hareket. Bunun Smith’in erdem, toplumsal adalet gibi kavramlarla ilgisi yok. İslamiyet zekât uygulamasıyla bir adım daha atmış. Ama bu da erdemin değil, iyi Müslüman olmanın şartı.
Kapitalizm, kâr kelimeleriyle bu kavramları bağdaştırabiliyor musunuz? Neoklasik iktisatın önemli hocası Milton Friedman bunlara kesinlikle itibar etmezdi. Onun için yöneticinin görevi kâr etmektir.” Eminim birçok Türk iş adamı da bu görüşe katılacaktır. Başka ne olabilir ki!
Acaba D. Trump veya E. Musk kendi hedefleriyle, Adam Smith’in “Ahlaki Duygular Teorisini” bağdaştırabilir mi? E. Musk’ın ne denli sert bir patron olduğu, çalışanların itirazlarını affetmediği, etrafında birkaç akıllı ve onun izinden giden gençle çalıştığı, bu yola girmeyenleri kulağından tutup attığı söyleniyor. Çalışanların ihtiyaç duyacakları tuvalet kağıdını bizzat getirmeleri Musk’ın şirketinin bir başka kuralı. Apprentice TV filmlerini izleyenler hatırlar, D. Trump’ın en fazla ve büyük bir keyifle kullandığı kelime “you are fired- kovuldun”dur.
Seçim sistemlerine bir başka örnek düşünelim. Dar bölge seçim sisteminin uygulandığı İngiltere’de, her aday seçime gireceği bölgede kapı kapı dolaşarak kendisini tanıtıyor, seçilirse neler yapacağını anlatıyor, seçmeninin tepkisini dinliyor. Aday vaatlerini yerine getirmezse, önceki seçimde çaldığı kapı artık ona açılmıyor.
Aynı İngiltere’de, AB üyeliğinin sonlandırıldığı referandum, paranın yerine şarlatan politikacılarla, eğitimsiz seçmenlerin oyları sayesinde ayrılık yönünde sonuçlandı. AB ile arası iyi olmadığı bilinen D. Trump’ın bu süreçte etkili olduğu da söylenir. Üyelikten ayrılış referandumunda etkili ve daha sonra Başbakan olan B. Johnson, İngiltere AB üyeliğini sürdürdüğü takdirde, adanın Türklerin işgaline uğrayacağını iddia etmişti. Hem de büyük dedesi gazeteci Ali Kemal’in 1867 Süleymaniye İstanbul doğumlu olduğunu bile bile.
B. Johnson için önemli olan gerçek değil, bir şekilde başbakan olmaktı. Nitekim Covid yasakları sürerken Londra’da aynı zamanda başbakanlık makamı olan evinde verdiği, özel kalemin ve diğerlerinin, “herkesin içkisini alıp katılmaya” çağırıldığı parti sonunda görevden “”ayrılmak zorunda kalmasını-bırakılmasını, yeni yayınladığı” The Unleashed-İplerinden Kurtulan” adlı kitabıyla çekinmeden anlatıyor.
Brexit’in diğer mimarı olan Nigel Farrage, bira bardağından başını kaldırdığı zamanlar Avrupa Birliği’ne küfrederdi. Referandum sırasında görevini getirdi, ardından ABD’ye D. Trump’ın seçilmesine yardım etmeye koştu. Yani yine demokratik süreçlerden söz edemiyoruz.
Bunları yazdıktan sonra sizi yapay zekâ dünyasında bir tür hayal turuna davet ediyorum.[1]
Günümüzde doğru uygulanmadığı artık saklanamayan, eski Yunan’dan beri tekrar tekrar tanımlanan demokrasi nasıl iyileştirilebilir? Dünyanın en güçlü, varlıklı ülkesi olan ABD, böyle bir adamı hem de ikinci dört yıl için nasıl seçti? Ki, D. Trump hakkında çeşitli vergi kaçakçılığı, ırza tecavüz gibi suçlamalar nedeniyle aldığı mahkûmiyet kararları vardı. Üstelik kendisi yandaşlarından milyonlarca destek dolar alırken, onlara “çay” bile dağıtmadı!
Yerleşik demokrasinin zaaflarını bir kenara bırakıp hayal turuna gelelim. Yapay zekanın temelinde çip ve bilgisayar var. Bu teknik olanakların işe yaraması için veri gerekli. Bu aşamada hepimizden, yaşamın her anında çeşitli şekillerde toplanan bilgiyle “büyük veri tabanı” oluşuyor. Bilgisayar programcısı bu bilgileri kullanarak, endüstrinin işine yarayacak, müşterinin talebini gerçekleştirecek, paradigmasına uygun, şekilde “algoritma” oluşturuyor.[2]
Yazının konusuna dönerek sorun, toplumun siyasal tercihlerini tespit etmek, bu tercihlere uygun, o istekleri yerine getirme isteğine, iradesine, gücüne sahip ve aynı zamanda kamu düzenini, devlet olmanın yüklediği, iç ve dış politikayı, eğitim, sağlık, savunma gibi görevleri yerine getirebilecek siyasal oyuncuları seçmek, göreve getirmek.
Bugüne kadar alıştığımız, son örneğini ABD başkanlık seçimlerinde gördüğümüz uygulamalarda seçmen iradesi başta para olmak üzere, dini inançlar, fanatizm ürünü programlarla etkileniyor, işleniyor. Siyasi kadrolar başkanın tercihi doğrultusunda şekilleniyor. Son örneği yine ABD seçimlerinde gördük, şimdi Trump kendi yakın çevresindekileri, ABD’ni yönetecek ve tüm dünyayı öngörülemez bir şekilde etkileyecek politikaları uygulamak üzere göreve getiriyor. Bu önceki başkanlar döneminde de diğer “demokratik” ülkelerde de böyle oluyor. Dar bölge sisteminin geçerli olduğu İngiltere’de uygulamanın bir miktar ayrıştığını yukarıda belirttim.
Pekâlâ, hayal turunda neler var? Toplumun tümünün iradesini oluşturan, her birimizin beynindeki nöronların, çeşitli duyu organlarından edindikleri algıları işleyerek ve aralarında etkileşerek oluşturdukları enformasyon, her birimizin isteğini, tercihini oluşturuyor.[3] Elimizdeki ölçme teknolojisi, siyasetin tüm verilerini, tüketici veya üretici ekonomiyi oluşturan tüm unsurların talep ve arzını, hangi amaçla ne yapmak istediklerini ne yapabileceklerini ve daha ötesini inceleyip en iyi çözümleri sunma gücüne sahiptir.
Üstelik hiçbir seçim kampanyası, hiçbir parasal bütçe burada sözü edilen büyük veriyi değiştirme gücüne sahip değil. Dahası, o veri tabanı, seçilmek isteyenlerin, Trump’ların, Putin’lerin, Macron’ların başka siyasetçilerin zihnini okumak gücüne de sahip. Yani bu hayal gerçek olsa, 15-16 yüzyıllarda yaşamış olan ünlü İngiliz hukukçu, filozof, siyaset adamı Thomas More’un Utopia adlı eserinde tarif ettiği dünya gerçekleşirdi. Utopia hayali- “olmayan ada-yer” demek, olan cehennem den daha değerli değil mi?
20. yüzyılda çeşitli yazarlar bazen bugün herkese uçuk gelen “futurist” senaryolar üzerinde çalıştı, bazen G. Orwell (1984) gibi o günün siyasal ortamını yansıtan karamsar-distopik tablolar çizdi, bazen A. Huxley’in (The Brave New World-Cesur Yeni Dünya) kitabında, “dünyayı kontrol eden”, teknoloji üzerindeki hakimiyetiyle ideal toplumu yaratan bir düzeni inceledi. Genetik mühendislik sayesinde, seksten uyuşturucu kullanımına kadar, insanlara mutluluk veren her şeyin sağlandığı bir topluluk hayal edildi.
Yuval Harari’nin dünyasında, hem Orwell’in hem Huxley’in kullandığı elemanlar, quantum fiziğinin sunduğu imkanlarla insanlar için mucizeler veya felaketler yaratma gücüne sahip. Teknoloji ilerledikçe, ChatGPT ve benzeri uygulamalar, robot kullanımı yayıldıkça, bunları kullanma imkanına sahip olanlar öngörülmesi imkânsız kötülüklere yol açabilir.
Benim sizinle paylaştığım hayal turunda bunlar yok. Tersine insanlığın bütün bunları doğru yönetmesine imkân veren seçim sistemleri var. Büyük veriden yararlanılarak hazırlanacak programlarla, her bir veri grubunun, seçmen kitlesinin, ulusun ihtiyaçlarını karşılayacak ve parayla satın alınamayacak siyaset uygulayıcılar oluşturulabilir mi?
Çok mu mekanik bir tasvir oldu? Gerçek bu değil mi?
Elektrikli otomobilden, robotların yaşamın ayrıntısına girmesinden, ailemle birlikte ne yapacağıma, nasıl yaşayacağıma, çocuklarımı nasıl yetiştireceğime bilgisayarın hükmetmesinden söz etmiyorum. Tam tersine tüm iradenin bireylerin elinde olduğu, mevcut teknoloji ile ve “kaçınılmaz olarak büyük veride toplanan” bu tercihlerin doğru kullanılmasından söz ediyorum. Bu süreçte ne para sahiplerinin ne diktatörlerin ne siyaset cambazlarının etkisi olmayacak. Çünkü siyaset büyük veriden yola çıkarak ve hiç kimseden etkilenmeden oluşacak.
Bu nice Hiroşima’dan, atom bombasından, trilyon kadar trilyon servetten daha güçlü bir silah olmaz mı? Bu silahın geliştirilmesi için savunma sanayi ekonomisini destekleyen ABD fonlarının, yapay zekânın sivil amaçlarla kullanılması araştırmalarına ayrılması gerekir.
Bütün bunlara hayal diyebilirsiniz, haklısınız, ama Albert Einstein’ın sözlerini hatırlatırım;
“İmagination is more important than knowledge. For knowledge is limited, whereas imagination embraces the entire World,stimulating progress, giving birth to evolution”
Çizdiğim tablo bugün için hayal olabilir, ama Hariri ve benzerlerinin tanımladığı Dr. Strangelove cehenneminden daha anlamlı. O cehennem için kötülüklerin bir araya gelmesi gerekli, insanlığın buna izin vermeyecek kadar akıllı olduğunu düşünmek istiyorum. Kötülüklerin nereye getirdiği ortada.
CHP’den ve ülkemizin geleceği için ne yapabileceğinden, bunun için hem kadrolarıyla hem düşünce şekliyle nasıl bir dönüşüm yaşaması gerektiğinden söz etmek için, Cumhuriyetçi, Laik insanların “beyinlerinin okunması” gerekmez mi?
Atatürk’ün ölümünden beri hep onun bıraktığı başlıklardan, nasihatlarından söz ediyoruz. O doğrultuda ne yaptık, O’nun o yokluk koşullarında yarattıklarını bozmaktan, bozanlara yol açmaktan başka ne yapıyoruz.
O’nun ettiği sözlerin gerisine gitsek, beyninin derinliklerine insek, kısır düşüncelerden sıyrılıp onun zihnini okumaya çalışsak, birkaç yüz yılda bir gelen bu dâhinin dünyasını bugüne taşısak doğru olmaz mı? Cumhuriyet yıllarını ve özellikle Atatürk’ü titizlikle inceleyen ve kitaplar yazan merhum bilim adamı merhum Zafer Toprak çalışmalarıyla bizlerin bunları yapabilmemiz için bazı yol taşları bıraktı. Zafer yaşasaydı sırada birçok yeni eser vardı.
Türk insanının büyük veri deposuna gitmeden önce kendi ödevimizi yapmalıyız. Ödevin ne olduğu Ankara’da Kızılay’da Güven Parkı havuzunun yanında taş üzerine yazılı: Türk Övün, Çalış, Güven. Bunlar Türk veri bankasının temel verileri.
Önce Türklüğünle övün, sonra çalış, güven.
[1] Kıyak, Güneç, Yapay Zeka Duraklatılmalı mı?, T24, 10 Kasım 2024
Özdemir, Ozancan, Bir Eğitim Aracı Olarak Chat Gpt: Avantajlar ve Tehditler, 10 Kasım 2024, T24
[2] Algoritma kelimesinin,, Irak’lı polimat, bilgin, Muhammad ibn Musa al-Khwarizmi’dan geldiği söylenir. Anlamı, bir sorunu çözmek için kullanılan yöntem demektir.
[3] Kılıç, Türker, Aslan,Ahmet; Teke Tek, You Tube.
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir? Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi. T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı. 1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı. 1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu. Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir. 1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi. 2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. 2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. |
Soruna ideolojik açıdan bakanlar için önemli olan emekçinin artı değerinin yükseltilmesidir. Bu ise teknolojik düzey, mevcut üretim tekniklerine katkı yapabilmekle sağlanır. 101 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin konuları bu düzeyde ele alması gereklidir
Matematiksel iktisat, neo-klasik iktisadın temel taşı olan marjinal, marjinal maliyet, bireysel refah, dışsal ekonomi kavramlarını çözebilmiş midir, ölçebilmiş midir?
“Hareketli merdiven” insanları enflasyona karşı koruyabilir, ama burada söz konusu olan, yüzde 50-60 oranlarında enflasyon değildir. İş bu raddeye geldiğinde sorun yapısaldır. Onun temelinde de hukuk, adalet, hesap sorma vardır
© Tüm hakları saklıdır.