18 Eylül 2024

AB olmadı BRICS verelim

Türkiye'nin dünyanın bu denli stratejik bir coğrafyada bulunması bize üstünlük sağlarken, son yıllarda izlenen politikalar işimizi güçleştirmiştir. 22 yıldır, coğrafyanın ve tarihi birikimin getirdiği üstünlüğün, "Ortadoğululaşmak" tercihiyle bulandırılmak istenmesi, 900 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından yüz yıllık Cumhuriyetin oluşturduğu gücü lekelemektedir

BRICS üzerine yazılanları hayretle okuyorum. Bu kadar deneyimli kişi neden bu konuyu ciddiye alıp yazıyorlar, acaba benim görmediğim bir tarafı mı var dedim, tekrar araştırdım. Sonuç: Hayır. Sorun var mı? Evet, bu denli ulusal öneme sahip kararlar böylesine yüzeysel bilgiyle alınırsa ödenecek bedel ağır olur.

Bu konuya önceki yazılarımda değindim. Bu gelişmenin Çin'in emperyal politikalarının uygulanmasında kullanılan aletlerden birisi olduğundan söz ettim.

BRICS'in isim babası 2001'de Goldman Sachs Varlık Yönetim Şirketinin başkanı olan Jim O'Neill. Süreç, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'in gelişmekte olan ülkeler arasında öne çıkmaları üzerine, bu ülkelerin ortak yatırım stratejisi geliştirmeleri, BRIC coğrafyasında dolar dışında kendi paralarıyla ticaret ve finansman modelleri geliştirmeleri için bir fikir geliştirme, diyalog süreci olarak başladı. 2010 yılında Afrika kıtasından da bir ülkenin katılması düşünülerek Güney Afrika Cumhuriyet'i davet edildi ve grubun adı BRICS olarak değişti.

BRICS üye olunabilecek bir düzenleme, örgüt değil

BRICS AB, NATO ve benzeri kuruluşlar gibi bir organizasyon değil. Sürekli bir sekreteryası, merkezi yok. Doğru yönetim, governance, kuralları belirsiz. Ülke liderlerinin, dışişleri bakanlarının mutabakatı ile belirli başkentlerde toplantılar yapılıyor. Bu süreci, BRICS'in işleyişini düzenleyen bir kurumsal yapı yok. BRICS üyesi olan ülkeler aralarında görüşerek, başka gelişmekte olan, işbirliği yapabilecekleri, yatırım ihtiyacı bulunan ülkeleri üyeliğe davet ediyorlar. Hemen vurgulayayım, bunların tümü "tedarikçi" ülkeler, yani küresel pazarda Türk şirketlerinin rakipleri. 2023'te yapılan toplantıda Arjantin, Mısır, Etyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliğinin davet edilmesine kadar veriliyor. Ancak Arjantin seçimlerinin ardından yeni hükümet bu kabul daveti etmedi, Suudi Arabistan Krallığı ise kararını erteliyor.

Amaç küresel ekonominin yönetiminin gelişmiş ülkeler tarafından yapılması, bu ve diğer benzer ülkelerin, bu ülkelerin belirlediği kurallara uyması şeklindeki yerleşik uygulamanın dışına çıkılması ve bunun için tartışma platformu oluşturulması. Aynı zamanda bu ülkeler doların "tahakkümünden" kurtulmak için aralarındaki ticareti kendi ulusal para birimiyle yapmaktan söz ediyorlar. Bu, alışverişten doğan alacak ve borçların yönetilmesi görevini Çin, alış verişlerde "rezerv" ülke olma görevini üstlenmek istiyor. Tabii kurulacak yapıda CCP, Çin Komünist partisinin temsilcileri bulunacak. Son yazımda "Jak Ma nerede?" sorusunu sormuştum, hatırlıyor musunuz?

2013 St. Petersburg BRICS liderler toplantısında bir adım atıldı; grup ülkelerindeki yatırımların finansmanında kullanılmak üzere Çin 41, Brezilya, Rusya ve Hindistan her biri 16 milyar, Güney Afrika Cumhuriyeti 5 milyar dolar vemeyi taahhüt ettiler. Kısa vadede mümkün olmasa da, çok uzakta olmayan bir tarihte Çin parası Yuan küresel ticarette geçerli para birimi olacaktır.

BRICS olmadı, size bir alt salonda, CIVET'de yer verelim

Buna ek olarak bir süredir sözü edilen BRICS, CIVET ve benzeri oluşumlara katılma fantazisi dış politika düzenlemesinin yeniden ele alınması ihtiyacını ortaya koymaktadır. BRICS'in ardından bu kez Economist Intelligence Unit araştırmacılarından Robert Ward, ekonomik büyüme potansiyeli itibariyle ötekilerden ayrılan ülkeleri CIVETS grubu olarak adlandırmıştır. Bu ülkeler şunlar: Kamboçya, Endonezya, Vietnam, Mısır, Türkiye ve Güney Afrika Cumhuriyeti. AB'ni beğenmeyenler, onun kurallarına uyamayanlar, yeni oyun arkadaşlarımızı beğeniyorlar mı?

Kafa karışıklıkları devam ediyor

Türkiye ne Çin'in özel ilişki geliştirdiği Macaristan ve Slovakya, ne Romanya veya Bulgaristan, ne de Yunanistan. Nedir ülkemizi bunlardan ayıran ve bu nedenle bağımsız strateji belirleme ayrıcalığımıza yol açan? Türkiye her şeye rağmen önemli bir ülke ve bu sadece bulunduğumuz bölge, boğazlar nedeniyle böyle değil. Mevcut itibarsızlık durumuna karşılık Türkiye her zaman ve özellikle Cumhuriyetin kuruluşu sayesinde önemli bir ülke olmuştur. Siyaset, uluslararası ilişkiler ve ekonomi alanında ısrarla sürdürülen tüm yanlış politikalara karşın bugün hâlâ önemli potansiyele sahiptir. 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş programının yenilenmesi halinde her alanda sıçrama yapma gücümüz vardır.

Yanlışta ısrar neden?

Türkiye'nin dünyanın bu denli stratejik bir coğrafyada bulunması bize üstünlük sağlarken, son yıllarda izlenen politikalar işimizi güçleştirmiştir. 22 yıldır, coğrafyanın ve tarihi birikimin getirdiği üstünlüğün, "Ortadoğululaşmak" tercihiyle bulandırılmak istenmesi, 900 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından yüz yıllık Cumhuriyetin oluşturduğu gücü lekelemektedir.

Siz hangi kategoride yer almak istersiniz?

Birinci sınıf Avrupa Birliği. Bizi üye olarak kabul etmek istemedikleri inanışı doğru mu?

Ülkelerin dış politika tercihi coğrafi konumundan çok siyasal ve ekonomik gücünden, bu gücü nasıl değerlendireceğinden etkilenir. Atlantiğin kenarında bulunan Büyük Britanya kendi konumu nedeniyle denizciliğe ve ekonomik hedefleri doğrultusunda ticarete yönelmiştir. Bunun sonucu bir yandan Kanada'yı, öte yandan Avustralya, Yeni Zelanda'dan, güney Asya'da Hindistan, Pakistan'ı içine alan "alt Asya" kıtası ülkelerinden oluşan "British Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu)"nun doğması olmuştur.

Bugün görülen Rusya'nın askeri sınırlı stratejisine karşın Çin'in tüm uluslararası politika alternatiflerini kullanarak, yeniden bir emperyal kuvvet olma yolunda evrilmesidir. Geçen hafta T24 yazımızda BRICS'ten söz ederken BRI-Köprü ve Yol Girişimi'nin finansman desteği ile Çin'in etki alanını genişlettiğini vurguladık.

Neden olmuyor?

Türkiye'de dış politika hangi kurumlar tarafından yönlendirilir? Hükümetlerin rolü ne kadardır?

Kısaca hatırlayalım: Osmanlı İmparatorluğu'nun kendine özgü yönetim tarzının ardından, Büyük Atatürk tamamen çözülmüş İmparatorluğun yerine, yepyeni, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarını inşa etmiştir. Bunun uluslararası politikaya yansımasının önemli örneği Lozan anlaşmasıdır. Soru elbette böyle kısa bir yazıda ele alınamayacak kadar önemlidir ve yetkin yazarlar tarafından işlenmiştir. Savaşarak kurulan cumhuriyet, tüm politikasını barış üzerine inşa etmiştir: "Yurtta barış, cihanda barış." Çünkü kalkınma barışla olur. Savaş öldürür ve savunma endüstrisini zengin eder.

1950'de NATO örgütüne üyeliğinin getirdiği ortam, savunma odaklıdır. 1961 yılında ülkenin dış politika stratejisinde önemli hamle olarak, Avrupa Birliği ile Türkiye'nin tam üye olmasını öngören Ankara anlaşması yapılmıştır. Burada dış politika odağı savunma yanında ekonomi olarak tanımlanmıştır. NATO da, AB'de yönetim kuralları, hedefleri belirli düzenlemelerdir.

AB Türkiye'yi neden istemesin? Kendi tembelliğimize mazeret mi arıyoruz?

BRICS, Şangay Beşlisi gibi süreçlere katılım düşüncesi, AB'nin bizi kabul etmeyeceği gerekçesine dayandırılmaktadır. Hristiyanlık - İslam ayrımından söz edenler, protestan-katolik kiliseleri arasında onlarca yıl süren savaşları unutuyor mu? Acaba AB bize karşı ayrımcılık mı yapıyor, yoksa biz kendimizi ayağımızdan mı vuruyoruz. İmparatorluk kültüründen gelen devlet yönetiminin, Atatürk'ün inşa ettiği çağdaş yapısı üzerine inşa etmek yerine, bir yandan savunmacılığa, öte yandan Ortadoğululaşmaya dönülmesi, AB'nin kurumsal kalitesinin benimsenmemesi ana nedenler değil midir?

Unutmamamız gereken bir önemli engel AB üyesi olan Yunanistan ve GKRY'nin sahip oldukları veto yetkisidir. Tüm diğer koşulları yerine getirsek bile bu veto yetkisi önemli sorundur. Yunanistan Akdeniz ve Ege denizi üzerinden önemli çıkar ilişkilerinin öne çıktığı ülkedir ve bu ülkeye ilişkin politika yönetimi çok kısa süren Bülent Ecevit-İsmail Cem dönemi dışında başarılı olmamıştır. 

Batı ve Antik Yunan tutkusu

Yunanistan Avrupa'nın ve tüm batının gözünde "eski Yunan" kültürünün temsilcisi, aynı uygarlığın paydaşı olarak tanınmaktadır. Buna karşılık Türkiye Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra aynı siyasal sermaye ile ve bu kez tamamen aydınlanma ilkelerine uyarak kurulan bir cumhuriyettir. Batı buna inanmakta zorlanmaktadır. Haklı olabilir mi?

Avrupa Birliği ekonomi odaklı bir olgudur. Temeli hukuk, hedefi ekonomilerin serbest işleyişiyle dünyanın Çin ve Hindistan'dan sonra en büyük kitlesine yüksek refah sağlamaktır. Bunun en güzel kanıtı, 1993 yılında Lizbon'da yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında kurulmasına karar verilen "tek pazardır". Buna göre Avrupa'nın tamamı tek bir pazar olacak, rekabeti engelleyen uygulamalar ortadan kalkacaktır. İtalya Başbakanı, AB Merkez Bankası Başkanı olan Mario Draghi geçen hafta AB ekonomilerinin, şirketlerinin rekabet gücünün artması için alınması gereken önlemleri sayarken tek pazara öncelik vermiştir.[1]

Gerçek engel nedir? Önlenemez miydi?

Türkiye AB'ne üye olmak için gerekli tüm adımları atmıştır. Tam üyelik için 22 yıldır oluşan yeni düzenin hukuku ortadan kaldırmış olması dışında engel, Kıbrıs sorununun çözülmemiş olmasıdır. Kıbrıs AB'nin üyesidir ve Türkiye'nin üyeliği onun veto hakkını kullanmamasına bağlıdır. Tabii Yunanistan da aynı engelleme gücüne sahiptir.

Burada dış politika tasarımında "asker" etkenine döneceğim. Yunanistan 1974 cunta döneminde NATO'dan ayrılmış, 1981'de geri dönmüş ve ardından aynı yıl AB'ne üye olmuştur. Bugüne kadar ağırlıkla savunma öncelikli olarak belirlenen Türk dış politikası 12 Eylül1980'den itibaren savunma ağırlıklı olarak belirlenmiştir. Türkiye hükümeti isteseydi Yunanistan'ın NATO'ya yeniden üye olmasını engelleyebilirdi. Bunun için gerekli veto gücü vardı. Bunu yapması halinde önemli bir kaldıraç gücünü değerlendirmiş olurdu. İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine itiraz etmemiz gibi.

Avrupa Sanayiciler Yuvarlak Masası'nda dostum, Irlanda'lı bir hukukçu olan Peter Sutherland, Yunanistan üye iken Türkiye'nin dışarıda kalmasının kabul edilebilir olmadığını, bunun kusurunun, Kıbrıs sorunu çözülmeden Yunanistan'ı, ardından Güney Kıbrıs'ı üyeliğe kabul eden Avrupa Birliği'ne ait olduğunu söylerdi.[2] Aklın yolu bir, önemli olan doğruyu söyleyebilme gücüne sahip olmak.

İşte dış politikada strateji budur, yoksa stratejik derinlik değil. Uluslararası politika her zaman strateji gerektirir. Bir yerde müzakerelerde bir tarafa güçlük çıkartırsanız, bunun karşılığını bir başka yerde alırsınız. Yunanistan'ın ve tabii GKRY'nin koruyucuları İngiltere ve Fransa. Onları elde etmeden bu engeli aşmak mümkün değil.

AB olmadı deyip, yok Şangay Beşlisi, olmadı BRICS, olmadı CIVET... Lütfen ciddi olalım. Ülkenin yüzlerce yıllık diplomasi geleneği olan Dışişleri Bakanlığı'nı ahbap çavuş öncelikli uygulamalardan kurtaralım. Fevkalade iyi yetişmiş genç diplomatlarımıza dünya dış politikasını yönlendirebilecekleri birikimi edinme ve uygulama fırsatı verelim. Merak edenler İngiliz diplomasisini, Henry Kissinger, Büyük Petro, ünlü Fransız diplomatı, devlet adamı Talleyrand ve daha birçok diplomasi mimarının yaşamını inceleyerek, ulusal başarının savunma öncelikli tasarımın ötesinde kurgu, strateji ve ilişki yönetimi becerisine dayandığını görebilirler.

Bitirirken şu tespiti hatırlamamız gerekir: Uluslararası ekonomi böyle bölgesel veya ülkeler arası diyalog sistemlerinin ötesine geçmiş durumdadır. Üretim süreçleri değer zinciri boyunca tedarik ilişkilerinden oluşmaktadır. Bu ilişkiler ürün tasarımından başlayıp, tedarik, montaj, pazarlama, satış aşamalarından oluşmaktadır. Buluşa giden çalışmalar, ARGE, buluş ve iş modeli değer zinciri yönetiminin önemli unsurlarıdır. 

Son olarak, küresel üretim artık Japonya merkezli uzak doğu, Almanya merkezli Avrupa ve ABD merkezli Amerika kıtalarından oluşan dikey ticaret ağlarına dönüşmüştür. Bu tablo karşısında AB ve benzeri gruplaşmalar, kuruluş aşamasındaki önemini yitirmektedir. Belirleyici olan şirketlerin tedarik stratejisidir. Böyle gruplaşmalar M. Draghi raporunda vurgulanan endüstri politikaları üzerinden, ülkelerin bu ağlardaki konumlarını etkilemektedir.


[1] M.Draghi, The Future of European Competitiveness, European Commission, 2024

[2] Peter Sutherland AB ‘de Rekabetten sorumlu bakan, Dünya Ticaret Örgütü kurucu direktörü ve Goldman Sachs Yönetim Kurulu Başkanı oldu.

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Daha kötüsünü görmüştük ama bu defa  en tehlikelisi oluyor: Kanıksıyoruz

Yani gündelik yaşamda Avrupalıyız, ama Avrupalı gibi katma değer üretmeden. Gemi "bir şekilde" yürüdüğüne göre dert etmemeliyiz, değil mi? Yoksa siz de benim gibi tasalanan ve kanıksamayanlardan mısınız?

Jack Ma nerede?

Jack Ma'nın CCP uygulamalarına karşı çıkması üzerine hükümet önce grubun finans kuruluşu olan Tencent'in bahis oyunu faaliyetini engelliyor ve şirket piyasa değerinden 46 milyar dolar kaybediyor. Ali Baba'nın halka arz projesi hükümet tarafından iptal ediliyor

Dünya Holding Anonim Ortaklığı

Ticaret Sicilinde böyle bir holding şirket var mıydı diye araştırmayın. Ama gerçek dünyada var ve küreselleşme olarak adlandırılıyor

"
"