28 Eylül 2020 17:34
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Kobani eylemleri soruşturması” kapsamında HDP’li yöneticilerin gözaltına alınmasının, muhalefete verilmek istenen bir mesaj olduğunu söyledi.
İktidarın sadece örgütsel yapılarını hedef almadığını, aynı zamanda milliyetçilik gibi duyguları körüklemeye çalıştığını, hassas dengelerle oynayarak ortak mücadeleyi engellemeye çalıştığını söyleyen Sancar, “İktidar sinir uçlarımızla oynuyor” dedi. Sancar, HDP’nin “asla demokratik siyasetten ayrılmayacağını” ifade ederek 6-8 Ekim’de yaşanan olayların aydınlatılması için çaba sarf ettiklerini ancak bu çabaların hükümet tarafından engellendiğini söyledi.
6-8 Ekim 2014’te yaşanan Kobani eylemleri sırasında, dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın ‘Güvenlik güçleri içinde kontrol edemediğimiz kesimler var’ sözlerini hatırlatan Sancar, o dönemde hükümetin olayların yatışması için HDP’den yardım istediğini belirtti. “Sırrı Süreyya Önder 48 saat boyunca bakanlıkla görüşmeler yaptı. Olayların dinmesinin ardından hükümet partimize teşekkür etti” diyen Sancar, yapılan gözaltılar için “İktidar, ‘ben her şeyi yapma kudretine sahibim’ diyor. Sistem içi bütün kurumlara çok net bir ayar vermeye çalışıyor. Muhalefete ‘İstediğim her şeyi yapabilecek güçteyim. Hiçbir kural tanımam’ demek istiyor” ifadelerini kullandı.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, soruşturma, gözaltı kararı ve emniyette yaşanan zehirlenmeye ilişkin Murat Sabuncu'nun sorularını yanıtladı.
HDP’ye yönelik gözaltılara neden olan soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyarete gitti. Bir taraftan da Cumhurbaşkanı Erdoğan HDP’yi en fazla kriminalize etmeye çalışan isimlerden biri. Bu iki fotoğraf yan yana geldiğinde herkes yapılan operasyonu biraz da bu fotoğrafla açıklamaya çalışıyor. Sizin bu konuda yorumunuz nedir ?
Tabi bu fotoğraf yapılan operasyon açısından bu işin küçük bir parçası. Çünkü bu operasyon çok daha geniş bir planının bir ayağı veya hamlesi olarak devreye sokulmuştur. Bu fotoğraf neden önemli. Bir defa kuvvetler ayrılığı ilkesi tümüyle rafa kaldırılmıştır. Zaten Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği gibi uygulanmıyordu ama özellikle 2017’de referandumunda ve 2018 seçiminden sonra artık bu ilke rafa kaldırılmıştır. Tabi eskiden kuvvetler ayrılığına aykırı uygulamalar oluyor derdik. Şimdi kuvvetler ayrılığı ilkesi yoktur diyoruz. Hukuka aykırıdır diyorduk bazı işlemler için şimdi hukukla alakası yoktur diyoruz. Kuvvetler ayrılığı ilkesini Türkiye’de hiçbir geçerliliği yoktur.
Bir Başsavcı bir cumhurbaşkanı işle görüşebilir ama o cumhurbaşkanı gerçekten tarafsız bir konumda olsa. Bizde sistem biliyorsunuz aynı zamanda Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’dir. Yani bugünkü Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin genel başkanıdır ve sürekli olarak günlük gelişmelere dair de çok sert polemik dolu müdahalelerde bulunmaktadır. Bir başsavcının böyle bir konumu olan böyle bir nitelikte görev yapan cumhurbaşkanı ile o fotoğrafı vermiş olması bir mesajdır. Mesaj da şudur; ‘Ben her şeyi yapma kudretine sahibim. Beni sınırlayacak hiçbir kural kurum ve güç yoktur. Yani bir yandan sistem içi bütün kurumlara çok net bir ayar vermeye çalışıyor. Bir tür gözdağı, tehdit ve şantaj mesajıdır bu. Bir yandan da toplumsal güçlere ve özellikle muhalefete demek istiyor ki ‘bakın ben istediğim her şeyi yapabilecek güçteyim. Ve bunu yapmak için de hiçbir kural kurum tanımam’ Şimdi bu ikisini bir araya aldığımızda o fotoğraf daha bir önem kazanıyor, anlamı daha bir belirginleşiyor.
Bize yapılan bu operasyon 6 yıl önceki gelişmelere bağlandı. Gözaltı yapmak gerekmiyordu, gözaltı olmadan da ifade alınabilirdi. Esasen bu arkadaşların hepsinin ifadesi 2015’te yapılmıştı zaten. O günden bu güne herhangi bir işlem yapılmadı. Suçlama da bizim o dönem partinin sosyal medya hesabından yayınlanan bir mesaja dayandırılıyor. Şimdi ortada toplanacak hangi deliller var. Mesaj ortada duruyor. İfadeler alınmış. Karartılacak delil yok. Bugün delillerin toplanması için süreye ihtiyaç var gerekçesiyle gözaltı süresi 4 gün daha uzatıldı. Hangi deliller? 6 yılda toplanmayan delillerin hangilerini 4 günde toplayacaksınız. Bu kadar açık hukuksuzluk topluma, muhalefete ve kurumlara ‘bakın biz her şeyi yaparız, hiçbir kural tanımayız. Hiçbir güç de bizi durduramaz’ mesajıdır.
Daha önce “KCK operasyonları” sırasında verilen Kürt siyasetçilerin plastik kelepçelerle tek sıraya dizildiği bir meşhur bir fotoğraf vardı. O dönem, o fotoğrafın nasıl bir kırılmaya neden olduğu AKP'li isimler tarafından da dile getiriliyordu. Şimdi de Ayhan Bilgen zırhlı polis aracına bindiriliyor. Veya çağırsanız gidecek olan Sırrı Süreyya Önder, kolunda polislerle kelepçeli bir şekilde götürülüyor. Bütün bunlara baktığımız zaman, bir zamanlar o eleştirilen şeylerin çok daha fazlasının göstere göstere yapıldığını görüyoruz. Neden yapılıyor sizce?
İki boyutlu bir cevap vereyim. Birincisi bütün darbecilerin zihniyeti ortaktır yöntemleri de aşağı yukarı aynıdır. 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de yaşananlar var. Darbeciler esasen öncelikle bir korku iklimi yaymak ve insanların ruhunu esir almak isterler. O nedenle aşağılayıcı görüntüleri servis ederler. Yani gözaltına aldıkları insanı medeni ülkelerdeki gibi gözaltına almazlar. Aşağılayarak hem onun iradesini kırmak hem de bütün muhaliflere ve benzer durumda olan toplum kesimlerine mesaj verirler.
İkincisi, bütün anti-demokratik otoriter darbeci yönetimler esasen benzer yöntemleri kullanırlar. Mesela yargıyı kendi sopası olarak kullanmak. Yine polisi ve diğer güvenlik aygıtlarını topluma tehdit mesajları için sürekli devreye sokarlar. Kumpaslar yapmak, deliller uydurmak, kara propaganda ve psikolojik savaş yöntemleri kullanırlar. Şimdi bugünkü iktidar bütün darbeci, otoriter ve baskıcı dönemlerin mirasını bir araya getirerek sahiplenmiştir. Yani bugünkü iktidar, 12 Martların, 12 Eylüllerin, 28 Şubatların FETÖ döneminin yöntemlerini ve zihniyetlerini toplayarak sahiplenmiştir ve onların hepsini neredeyse bir arada bulunduran bir iktidar olma madalyasını da boynuna takmıştır.
HDP MYK’sının yaptığı çağrıyla başladığı söylenen olaylar var. Fakat bazı şeyler dikkaten kaçıyor. Aslında 6-8 Ekim’den önce Türkiye'de 15 - 16 gündür protestolar devam ediyordu. Hatta 7 Ekim’de biraz olaylar yatışmıştı ancak olaylar büyümeye başlayınca o dönemin Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Efkan Ala arasında bir diyalog da başlamıştı. Bunları hatırlamadan, tartışmadan “6 sene önce diyerek” geçmek de biraz haksızlık oluyor. Bunları da hatırlamamız gerekiyor.
Çok haklısınız. Bu iktidar aynı zamanda bu toplumun hafızası olduğuna inanıyor galiba. Evet Türkiye’de toplumsal hafızanın kuvvetli olduğunu söyleyemeyiz ama Türkiye toplumunun hafızasız olduğunu düşünmek de gaflet olur. Ayrıca her bir topluluğun ayrı hafızası da var. Mesela Türkiye toplumunun bütünsel hafızası vardır ama bunun içinde öğrencinin, emekçinin, akademisyenin ayrı ayrı hafızası var. Kürtlerin de hafızası var. Bu ülkede Kürtlerin hafızasını böyle küçümseyen bir operasyon Kürtlerin direncine çapıyor zaten.
Ben o zamanlar hem akademisyen hem de ‘akil insanlar’ heyeti üyesiydim. Bazı görüşmelerde de yer aldım. İçerden de dışardan yaptığım gözlemlerden edindiğim bilgiler vardı. Bir defa unutmayalım Kobani’ye IŞİD saldırısı vardı. Ve eğer Kobani düşseydi IŞİD Süriye’de hakimiyeti ele geçirecekti. Genel beklenti buydu ve buna IŞİD’in son büyük hamlesi diye bakılıyordu. Kobani’de büyük bir direniş vardı. IŞİD neredeyse Mürşitpınar Sınır Kapısı’na dayanmıştı ve Türkiye’den de yardım koridoru açılması isteniyordu. Hükümet bu talebi yerine getirmiyordu. Bu talep karşılanmadığı için büyük tepkiler doğdu. Pek çok insan bölgeye gitmişti ben de gittim ve gördüm. Orada bir bakanla sınır kapısında görüşme yaptım. Kendisinden, ertesi gün yapılacak Güvenlik Zirvesi’ne şu mesajı götürmesini istedim: “Bak burası kaynıyor öfke çok büyük. Eğer sağduyulu bir politika izlenmezse ve güvenlik zirvesinde iyi bir mesaj çıkmazsa maalesef patlamaya doğru gidiliyor. Patlama olursa işin içine kimin gireceğini bilemeyiz”
Birincisi; IŞİD saldırısı ve hükümetin o dönem izlediği politika bu politikanın yarattığı büyük öfke ve öfkenin yarattığı çok kırılgan ve hassas zemin.
İkincisi; protestolar yer yer başlamış ve henüz şiddet veya ölen yok. Doğru, bizim partimizin MYK’sı devam ederken sosyal medyadan gösterileri destek çağrısı yapıldı. Fakat bu destek çağrısını takip eden saatlerde de herhangi bir ölüm yok. İlk ölüm, herkes biliyor ki Varto’da güvenlik güçlerinin göstericilere ateş etmesiyle yaşanıyor ve sonra işler çığrından çıkıyor.
O dönemde ciddi vahşetler yaşanıyor. 52 yada 53 insanın hayatını kaybettiği söyleniyor. O sayı bile belli değil. Bunların 37’sinin ya doğrudan partimize üye ya da yakın isimler olduğu da biliyor. Fakat farklı kesimlerden insanların da öldüğünü biliyoruz. En çok bilinen Yasin Börü olayında ciddi bir vahşet var. Bu doğrudur. Ve bunu bugün de o gün de ve ebediyen amasız, fakatsız en net ve sert şekilde kınamaya devam edeceğiz. Benzer vahşetler başka insanlara karşı da yapılıyor. Sonra o dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın ‘güvenlik güçleri içinde kontrol edemediğimiz kesimler var’ sözü var. Ardından olaylar gerçekten kontrolden çıkınca bizim partimizden de yarım istendi.
Partimize yakın insanlarda sahada, sokakta ve bize yönelik saldırılar da var. Dolayısıyla bizim yöneticilerimizin olayların durulmasına yardımcı olabileceğini düşünüyor hükümet. Ayrıca tabi Kürt bölgesinde en güçlü ve örgütlü parti olduğumuz için olayları durdurabilecek potansiyelimiz var. Ve Selahattin Demirtaş’ın da mahkeme savunmasında belirttiği gibi Sırrı Süreyya önder en fazla bir saat arayla hükümetin bakanları ile sürekli görüşme halinde. Olayların nerede kontrolden çıktığı bilgisi paylaşılıyor ve bizim arkadaşlar yerel yöneticilerimiz bölgede sözü geçen insanlar üzerinden olayları durdurma çabası içerisine giriyor. O dönem hükümetin teşekkürü var. Bütün bunlar yok sayılıyor.
Herkes biliyor ki bugün yargılamak istedikleri partinin MYK’sı 6-8 Ekim’den sonra 28 Şubat 2015’te hükümet heyeti ile otutuyorlar. Birlikte bir mutabakat metni hazırlıyorlar. Şimdi o zaman şuçlanmayan tam tersine kendisine teşekkür edilen parti ve bu konuda doğrudan çaba harcadığı bilinen Sırrı Süreyya önder nasıl birdenbire suçlu hale geliyor ve suçlanıyor. Bunun sebebini hukukta aramak nafiledir ve saçma olur. Apaçık başka hesaplar var. Türkiye kamuoyu bunları bilmeli.
HDP o dönemle ilgili araştırma yapılması için çağrılarda bulundu. Onlar kabul edilmedi galiba doğru mu?
Yaşan olaylardan sonra TBMM’de iki yönlü çabamız oldu. Hatırlatmak gerekirse; ne zaman AKP’liler 6-8 Ekim’i partimize karşı bir suçlama aracına dönüştürdüler. 1 Kasım 2015 seçimelrinden önce yani 7 Haziran’dan sonra 1 Kasım’dan önce. Sonra yine duruldu ortalık ardından 2018 seçimlerinden önce Cumhurbaşkanı her konuşmada partimizi sorumlu oalrak gösterdi ve Selahattin Demirtaş’ı açıkça katil olmakla suçladı. Seçimler bitti bu mesel yine gündemden düştü. Ardından sıkıştıklarında bunu bir araç olarak kullandılar.
Biz de buna karşı soru önergeleri verdik. ‘Bugüne kadar kaç daa açılmış’, ‘Kimlere dava açılmış’, ‘Yaralama ve yağma ve diğer suçlarlar ilgili hangi illerde kime karşı hangi hukuki süreçler işledi’ sorularını sorduk. Bunlara Adalet Bakanlığı bugüne kadar doğru dürüst cevap vermemiştir. Bunlarla ilgili hukuki süreç anlamında neler yapıldığını Adalet Bakanlığı ortaya koymuyor.
Sonra madem hukuki süreçler bu kadar görülmüyor gelin TBMM olarak buna el koyalım dedik ve 6-8 Ekim’de neler yaşandığını araştırmak üzere Meclis’te bir komisyon kurulması için 3 kez araştırma önergesi verdik.3’ü de iktidar partisinin oyları ile reddedildi. Böyle acılı derin travmatik etkisi olan olayları aydınlatmak toplumsal barışı inşa edebilmek için hayati önemdedir. O dönemde neler yaşandığının bütünüyle ortaya çıkarılmasını HDP olarak biz istiyoruz. HDP o dönemde yaşananlarla ilgili üzerinde düşeni yapmaya samimiyetle hazırız. Ancak bunun için gerekli zemin ve mekanizmaların oluşturulması lazım. Bu konuda da iktidardan olumlu bir cevap gelmediği için muhalefete çağrı yapıyoruz. Gelin bütün toplumsal muhalefet güçleri ve muhalefet partileri birlikte 6-8 Ekim’in hakikatini ortaya çıkarmak için çalışalım. Ortak bir komisyon kurabiliriz. İstersek güvendiğimiz kanaat önderlerinin başını çekeceği bir hakikat komisyonu kurabiliriz. Muhalefet olarak bunu ciddiye alın. Madem Türkiye’de demokrasiye ve toplumsal barışa bu kadar pervasızca saldıran iktidar 6-8 Ekim’i de araçsallaştırıyor, bunu bahane ediyor. O zaman gelin muhalefet olarak bu aracı onun elinden biz alalım. Türkiye'de muhalefet toplumsal barışı ve demokrasiyi birlikte savunmalı ve bu konuda da öncülük yapmalı, biz hazırız.
Operasyonunun ardından Kemal Kılıçdaroğlu sizi aradı. Fakat daha da ilginci olayların yaşandığı dönemde Başbakanlık görevinde bulunan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu sizi aradı. Bunun siyasi bir operasyon olduğunu söyledi. Davutoğlu, o dönemi yaşayan isimlerden birisiydi. Ne konuştunuz?
Hem sayın Kılıçdaroğlu hem sayın Davutoğlu esasen geçmiş olsun demek ve dayanışma dileklerini iletmek için aradılar. Bu arada da bazı konular elbette konuşuldu. Sayın Davutoğlu ile görüşmede ben o döneme dair kapsamlı muhasebe önerimi paylaştım. Yani herkesin o dönemde yaşananlarla ilgili hakikatin ortaya çıkması konusunda sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini söyledim. Kendisi de bu öneride mutabık olduğunu söyledi.
Meseleyi sadece şahıslar üzerinde konuşmak doğru değil. Çünkü ortada mekanizmalar, görevler ve sorumluluk alanları var. İktidar var, onun içinde çeşitli dengeler var muhalefet var, güvenlik ve güvenlik aygıtı içinde çeşitli konular var. Dolayısıyla şahsa dönük bir çağrıdan çok muhalefetin toplumsal barış hedefi ve sorumluluğuyla öncülük etmesi gerektiğini söylüyor önerimi bu şekilde somutlaştırıyorum. Sayın Davutoğlu’ndan aldığım karşılık da bu görüşte mutabık olduğu yönünde. Nitekim ertesi gün kendisi de bu görüşü dile getirdi.
Eğer genel süreçler üzerinden bir muhasebe başlatabilirsek şahsi sorumlulukları da konuşmaya da geliriz. Şahşi sorumlulukları şahsi bilgileri katarak da ortaya çıkarabiliriz. Fakat süreçleri, yöntemi ve kuralları ortaya koymadan sadece şahıslara dönük muhasebe çağrısı yeterli bir sonuç elde etmeye elverişli olmaz.
"İktidar sinir uçlarımızla oynamaya çalışıyor"
Muhalefetin bu operasyon karşısında sergilediği tavırdan memnun musunuz?
Muhalefetin gecikmeden bu konuda tepkisini ve bizimle dayanışma mesajlarını paylaşmasını çok değerli buluyoruz. Yeterli olup olmadığı kamuoyunun takdirine bırakılır. Bir çıta koyma yaklaşımını kendi açımızdan doğru bulmayız. Dayanışmanın ve yardımlaşmanın çıtası şudur demeyiz.
Muhalefet partileri dışında çeşitli toplumsal kesimler ve örgütlerden çok yoğun destek ve dayanışma destek ve ziyaretleri aldık. Yerellerde de destek etkinlikleri yapılıyor. Bunların hepsi çok önemli.
İktidar HDP’yi etkisizleştirerek ister erken ister zamanında, bir seçime kadar sahayı kendisi için bir gülbahçesi haline getirmek istiyor. Seçimlere ne zaman gideceklerini bilemem ama hangi şartlarda gitmek istediklerini bilirim. Öncelikle en inatçı ve kararlı muhalefet partisini etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Bu da HDP’dir. HDP siyaseten de sosyolojik olarak da çok önemli bir konumdadır. Siyaseten yüzde 12’lerde oy almaktadır. Sosyolojik olarak da Kürtlerden oy almaktadır. Kürtleri siyaseten örgütsüz hale getirme operasyonudur. Böylece seçim geldiğinde Kürtlerin bütünsel bir şekilde davranmasının önüne geçmek ve iradelerini yönlendirme hesabıdır. Söylememe gerek yok HDP asla boyun eğmez, Kürtler asla iradelerinden vazgeçmez.
İktidar defalarca HDP’ye ve Kürtlere diz çöktürmek için pek çok oyuna girişti. Bu iktidardan önce Kürtlere ve onların siyasi temsilcilerine yönelik sayısız baskı uygulandı ama hiçbirinde ne Kürtler diz çöktü ne de temsilcileri diz çöktü. Bu kadar sınavdan sonra bu iktidar gerekli dersi çıkarmadıysa tarihten, sosyolojiden kalmıştır. Bu sınavın ikmali yoktur. Bunun hesabı ilk sandıkta kesilecektir. Bu operasyon bu sürecin başladığını ve daha güçlü bir noktaya gelmeye başladığının göstergesidir.
İktidar muhalefet partileri arasında ayrılık yaratmaya çalışıyor. Şu ana kadar muhalefet cephesinde bu oyunun farkında olmadığını gösterecek herhangi bir tutum görmedim. Muhalefet ve Türkiye’nin farklı demokrasi güçleri iktidarın oyununun farkında vardıklarını ortaya koydular. İktidarın hesapları tutmuyor. İsimsizler Hareketi’ni unutuyoruz. Halk TV 5 gün karartıldı. Ondan önce TELE 1. Ondan önce barolara yönelik operasyon şimdi hedefte TBB, toplumun tüm dinamik demokrasi güçleri hedeftedir. Bu operasyon bundan sonra bütünsel bir sindirme ve susturma planının en keskin virajıdır. Bu virajın alınmasını da ancak hep birlikte durdurabiliriz. Durdurmak zorundayız.
Bugünü, 6 yıl evvele götüren süreci neye bağlıyorsunuz?
Gerilim, kutuplaştırma ve çatışma politikası olmadan bu iktidar yönetemiyor. Varlığını 2 şeye bağlamış görünüyor. Sürekli gerilim ve kutuplaştırma ve karşısında güçlü bir demokrasi ittifakının oluşmasını engellemek. Geleceğini bu iki şeye bağlamış.
Dışarda bir süredir gerilim ve çatışma politikası izliyor iktidar. Hepsinde kendi iddiaları açısında karşılaştığı sonuç fiyasko. Fatura yine Türkiye toplumuna çıkacak. Yne ekonomide dengeler alt üst, yoksullaşma derinleşiyor, yine soygun ve rabt düzeni yine sömürü. Ve bütün bunların üstünü örtmek için de tek bildiği yöntem kutuplaştırma.
Muhalefet eğer bir araya gelebilirse zaten bunu durduracak. Muhalefetin bir araya gelmesini engellemek için en elverişli alan HDP. HDP üzerinden gelirimi arttırmak hem içerde milliyetçi duyguları kabartmak böylece ortak mücadeleyi engellemek gibi bir hedefi var hem de HDP üzerinden muhalefetin belli kesimleri arasında mevcut olan hassas olduğunu varsaydığı dengeleri kaşımak istiyor. Biz muhalefet partilerinin nasıl davranmaları gerektiği konularında beklentimizi dile getirdik. Bu kendi beklentileri ile daha da netleşecek. Bizim Türkiye demokrasi güçlerine ve bütün muhalefete vermek istediğimiz açık mesaj şudur; HDP demokratik siyaset zemininden bir milim uzaklaşmayacak. İktidar burada sadece örgütsel yapımızı hedef almıyor. Aynı zamanda sinir uçlarımızla da oynamaya çalışıyor, bunun farkındayız. HDP’yi hırçınlaştıran HDP’nin demokratik siyasetteki kararlı olgun duruşunu bozmaya yönelik bir oyun da sergiliyor. Ama HDP olarak biz kararlıyız. Açıkça söylüyoruz; biz demokratik siyaset zemininden zerre ayrılmayacağız. Demokratik siyaset varlık sebebimizdir. Muhalefetimizi en etkili şekilde bu zeminde yürüteceğiz. Demokrasi İttifakı konusundaki kararlı tavrımızdan asla taviz vermeyeceğiz, yani Türkiye’de en geniş demokrasi ittifakının kurulması için bugüne kadar yaptıklarımızı daha da ileriye götüreceğiz. Türkiye halklarına garanti ve söz veriyoruz. Beklentimiz muhalefet partileri dahil hiç kimsenin bu oyuna kapılmaması iktidarın açtığı tuzakları ve farkında olmasıdır.
Ayhan Bilgen ve birkaç HDP’li gözaltına zehirlendiler. Sağlık durumları hakkında bilgi alabiliyor musunuz?
Dün gece saatlerinde sözünü ettiğiniz olay bize ulaştı. Avukat gönderdik, milletvekili gönderdik. Hastaneye kaldırılmadığını söylediler. Girişimlerimiz üzerine hastaneye kaldırıldılar. Yemeklerden etkilendiğini söylediler.
Gözaltı başlı başına bir işkence haline getiriliyor. İnsanların bu pandemi şartlarında gözaltında tutmanın hangi ahlaklar, hukukla açıklanabileceğini bilmiyorum. Ahlakın vicdanın kırıntılarını da göremiyoruz. Bunlara Türkiye toplumu müstehak değildir.
TIKLAYIN | 6 yıl sonra başlatılan ‘Kobani eylemleri’ soruşturması | HDP'lilerin gözaltı süresi 4 gün uzatıldı
TIKLAYIN | "Ankara Emniyeti'nde yemekten zehirlenen Ayhan Bilgen hastaneye götürülmedi"
© Tüm hakları saklıdır.