Gündem

Yeni Şafak'ta taciz ve tecavüze karşı öneriler: Fıtrata dönmeli, aile kurumu düzeltilmeli

'Aile kurumu düzelmedikce kadına şiddet kampanyaları sonucu değiştirmez'

17 Şubat 2015 09:57

Yeni Şafak gazetesi yazarları Kemal Öztürk ve Akif Emre, Türkiye'yi yasa boğan Özgecan Aslan'ın Mersin'de eve gitmek için bindiği minibüste tecavüze kalkışılıp defalarca bıçaklandıktan sonra yakılarak bir dereye atılarak öldürülmesinin ardından taciz ve tecavüzlerin önlenebilmesi için ortaya atılan önerileri masaya yatırdı. "Bugün dünyamızda insanlığın temel sorunlarından biri fıtratı koyup kollamak sorunudur" diyen Akif Emre, "Modern insanın haddi aşan çılgınlıkları postmodern dönemde fıtratı zorlamaktadır. İnsanın biyolojik, psikolojik, ruhsal fıtratıyla oynandığı bir meydan okuma ile karşı karşıyayız" ifadelerini kullandı. Emre, taciz ve tecavüzleri önlemenin "Müslüman bilincini kuşanmak fıtrata dönmeyi, insanlığa fıtratını hatırlatmayı gerektiriyor" sözleriyle mümkün olabileceğini savundu.

"Kadına şiddet, taciz, uyuşturucu, Bonzai, Vandalizm, alkolizm, şiddet ve nihayet canice işlenen cinayetlerin temelinde ortak sorunun aile kurumundaki sıkıntılar" olduğunu ileri süren Kemal Öztürk ise, "Bu kurum düzelmediği sürece, istediğimiz kadar kadına şiddet ya da vahşi cinayetlere karşı kampanya yapılsın, sonuç değişmez" dedi.

Kemal Öztürk'ün Yeni Şafak'ta "Aile Kurumu: Sorunun ve çözümün kaynağı" başlığıyla yayımlanan (17 Şubat 2015) yazısı şöyle:

 

Aile Kurumu: Sorunun ve çözümün kaynağı

 

Bizim yuvamız, ocağımız, dara düştüğümüzde sığındığımız limanımız, ilk terbiye aldığımız yer ailedir. Toplumsal direncimizin merkezi, gücümüzün kaynağı, ayakta kalmamızın nedeni geleneksel aile yapımızdır. Bizim eğitim öğretimimiz, ahlak anlayışımız, din anlayışımız, doğru yanlış ayrımımız ilk aile ortamında başlar. Dededen, nineden, babadan, anadan öğrendiklerimize de ‘aile terbiyesi’ denir ki, kız isterken bile eğitimden önce bu terbiyeye bakılır.

Direnç merkezimiz ailedir

Modernizm karşısında kısa sürede ezilip gitmediysek, Avrupa toplumları gibi değerler çöküntüsü yaşamadıysak bu, medeniyetimizin aile kurumuna verdiği önemden gelir. Aile koruması olmasaydı belki de bizdeki uyuşturucu kullanımı, ahlak yozlaşması, yabancılaşma Avrupa standartlarından fazla olurdu. Bu kadar genç, heyecanlı ve hareketli nüfusumuzu başka hiç bir güç aile ortamı kadar kontrol altında tutamazdı.

Şimdi aile kurumumuz ülke zenginleştikçe, geliştikçe, başka toplumlarla entegrasyona girdikçe etki altında kalıyor ve hasar görüyor. Boşanma oranlarında 10 yılda % 38 bir artış var.

Bundan daha vahim olanı ise ailedeki çocukların internette kendine ait gizli bir hayat kurmasıdır ki, bunun tam olarak etkilerini görmedik daha. İnternetin aile ve çocuk üzerine etkileri alarm verecek düzeye geldi, ancak bunun üzerine eğilen yok.

Özgecan cinayetini bilimsel araştırmak  

Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesine siyaset, medya, sivil toplum ve halk en üst düzeyde tepki gösterdi. Bu kan donduran cinayette, bir insanın nasıl bu kadar vahşi hale gelebildiğine akıl erdiremedik. Cem Garipoğlu cinayeti de en az bu kadar vahşiydi. Belki de planlanarak işlendiği için daha ürkütücü bir canilik içeriyordu. İkisi de bilimsel olarak araştırılmadı henüz.

Toplumun infialine neden olan olayların sebepleri üzerine sağlıklı ve bilimsel araştırmalar yapılmak yerine, daha duygusal tepkiler vermek herkesin kolayına geliyor sanırım. Türkiye medyası her zaman olayların sonuçlarını magazin ve komple teorileri boyutunda tartışmayı daha çok sevmiştir. Doğal olarak Türk toplumu da medyadan okuduğu şekliyle olaylara bakmıştır.

Muhalefetin ve Ak Parti karşıtı çevrelerin de bu olayı bile politize etmesi, hükümeti suçlu göstermeye çalışması tam bir acınacak durum.

Olayın sonucunu tartışmak değil, nedenlerini araştırmak gerek

Vakanın kendisi ve sonucu yerine, nedenlerini tartışmak daha fazla bilgi ve fikri alt yapı gerektirdiği için, bunu medyadan ve toplumdan beklemek yanlış. Üniversitelerin, resmi kurumların toplumsal etki yaratan bu tür cinayetlerin ve olayların nedenleri üzerine ciddi bilimsel araştırmalar yapması, sonra da çözüm yollarını göstermesi lazım. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın da bu konuda koordinasyonu sağlayan kurum olması icap eder.

Aile sorunu çözülmeden diğer sorunlar çözülmez

Kadına şiddet, taciz, uyuşturucu, Bonzai, Vandalizm, alkolizm, şiddet ve nihayet canice işlenen cinayetlerin temelinde ortak sorun aile kurumundaki sıkıntılarımızdır. Bu kurum düzelmediği sürece, istediğimiz kadar kadına şiddet ya da vahşi cinayetlere karşı kampanya yapılsın, sonuç değişmez.

Aile kurumu üzerine acilen eğilmek gerekir. Bakanlığın ve üniversitelerin aile kurumunun gördüğü hasarı tespit etmesi için ortak çalışmaları sıklaştırması lazım. Ancak bu araştırmaları, bize asla uymayan Anglo Sakson aile sosyolojisi kuramlarıyla yaparsa yine sonuca ulaşamaz.

Kendi sorunlarımızı ancak kendi kavramlarımız ve tezlerimizle çözebiliriz.

Akif Emre'nin "İnsana karşı fıtratı savunmak" başlığıyla yayımlanan (17 Şubat 2015) yazısı ise şöyle:

 

İnsana karşı fıtratı savunmak

 

Ne ilk maalesef ne de son olmayacak gibi görünen bir cinayetle insanlığımızdan utandık. Bir sürü yarım, laf kalabalığı arasında vahim suçlamalar, ithamlar, sözüm ona çözüm adına ortaya dökülen kir pas... Bir insanlık suçuna karşı çıkarken, acısını hissetmeye çalışırken insanlık adına utanç verici teklifler, bu memlekette okumuş yazmışlar katındaki ölçünün, izanın, ilkenin, ahlaki seviyenin nerelere indiğini gösterdi. İbret alınası bir cinnet hali yaşanıyor.

“Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir” ilahi düsturu önümüzdeyken insanlığın süfliliğin karanlık dehlizlerinden birilerinin siyasi, ideolojik kampına pay çıkarma yüzsüzlüğü endişe verici.

Ne erkek, sırf erkek olduğu için mutlak kötücül ne de kadın, sırf kadın olduğu için mutlak masum ya da mutlak günahın kaynağı...

Toplumda yozlaşma, ahlaki çöküntü, insani ve İslami değerlerin aşınması, bunlardan uzaklaşma, her anlamda açlığın tahrik edildiği, canavarlaştırıldığı, dizginlenemez arzuların revaç bulduğu ve bunların en banal şekilde görsel medyayla piyasaya sürüldüğü, cazip hale getirildiği, adeta teşvik edildiği bir ortam hakim. Açlık ama her anlamda açlık hissi, her tür araçla, gözü dönmüş kapitalizmin sömürü aygıtı haline getirilirken bunu dizginleyecek hiç bir değer, mekanizma yok. Üstelik bunu eleştirmek ahlaktan, iffetten bahsetmek de gericiliğin, çağdışılığın göstergesi olarak lanetlenebiliyor.

Sorunun kaynağı çok net ve açık: Bu bir insanlık sorunudur; vahşetin mağduru kadın da olsa erkek ya da kadın hepimizin meselesidir. Kaba bir feminizmin ya da bayatlamış, içi boşaltılmış bir ahlak vaazının yolda kalacağı bir durum söz konusu. Cinayet ve tecavüze verilen tepkiler, insanlığımızın nasıl bir şaşkınlık ve adeta cinnet halinde olduğunu gözler önüne serdi.

Bu tür olaylar modern dünyada sanılanın aksine daha yaygınlaşıyor. Güncel veriler, tecavüz sayısının cinsel özgürlüğün bulunduğu ülkelerde muhafazakâr denilen ülkelerden çok daha fazla olduğunu gösteriyor.

Mesela özgürlüğün tanımı, ahlakın mahiyeti, sınırları gibi felsefi tartışmaları çoktan aşmıştır. Temel olarak ilahi olana inanıp inanmamak bir yana fıtratla alakalı vahim sınıra gelip dayanmıştır insanlık.

Bugün dünyamızda insanlığın temel sorunlarından biri fıtratı koyup kollamak sorunudur. Modern insanın haddi aşan çılgınlıkları postmodern dönemde fıtratı zorlamaktadır. İnsanın biyolojik, psikolojik, ruhsal fıtratıyla oynandığı bir meydan okuma ile karşı karşıyayız.

Tecavüz ve cinayet üzerinden yapılan tartışmada, meydanlara salınan birbirine mutlak zıtlık içinde, hatta düşman bir dille kurgulanan cinsiyetçi dil aslında fıtratın sorgulanmasıdır.

Müslümanların bugün insanlık karşısında en büyük sorumluluklarından biri insan fıtratını insana karşı savunmaktır. Medyada mütemadiyen insanların pornografiye maruz kalmasının ve hatta internetten her tür pornografinin her yaştan kişi tarafından kolaylıkla ulaşılabilir olmasının çokça konuşulan sosyal maliyetinin yanı sıra kadın-erkek insan cinslerinin birbiriyle ilişkisine, bireylerin doğal arzularını tatmin ve bastırma yollarına, aşka, sevgiye, merhamete bakışımıza ve topyekûn insanlığımıza dair fıtraten yaşattığı çürümeyi bir an önce gündemimize almak zorundayız.

Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin insan fıtratına müdahalesi sadece fizik ya da biyolojik operasyonlardan ibaret değil. Bunu gerekli gören, bu tür müdahaleyi meşrulaştıran, “haddi aşan” zihinsel formattır. İnsanın kainattaki yeri, Allah karşısında tutumuna dair kozmik hiyerarşinin çökertilmesi, her tür insani ilkenin de yok sayılmasını getirdi. Bu çöküş insan bedeninin anlamı ve sınırlarını olduğu kadar insan oluşunun anlamını da çözmekte, dağıtmakta ve topyekûn bir çöküşe sürüklemektedir.

Müslümanların yeryüzünde bir şahit olarak, daha önce belki de öne çıkmayan görevleri, gerçek kulluğun, yani mutlak özgürlüğün mümkün olabilmesi için artık fıtratı savunmalarıdır. Kozmik bütünlük içinde insan tekini savunmak için insanlığı fıtrata iade etmek misyonu postmodern dünyada Müslüman olma bilincinin kaçınılmaz sorumluluğudur. Yapılan tartışmalarda, toplumsal ve bireysel planda insan ve evren tasavvurunun sapmasının, çözüm adına hezeyanların serdedilmesinin nedeni de budur.

Müslüman bilincini kuşanmak fıtrata dönmeyi, insanlığa fıtratını hatırlatmayı gerektiriyor.

 

 

İlgili Haberler