Gündem

Pınar Selek: Beraat edersem, yaptıkları komplo ortaya çıkar

Mısır Çarşısı davasından çıkan üç beraat kararına rağmen yargılanmaya devam eden Pınar Selek, 'Devlet beni ilk başta çok basit bir nedenle seçti' dedi

11 Kasım 2013 13:17

Mısır Çarşısı patlaması davasında ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılan davadan çıkan üç beraat kararına rağmen yargılanmaya devam eden ve sürgünde yaşamak zorunda kalan sosyolog Pınar Selek “Mutlu kadınlara dayanamayan bir iktidarla boğuştuğumu hissediyorum. Bir cadı gibi”dedi. Davanın neden hâlâ devam ettiği ile ilgili olarak Selek, "Birincisi kendi yaptıkları komplonun açığa çıkmaması için direniyorlar. Çünkü beraatım onları zan altında bırakacak ve bu işin altından bir sürü pislik çıkacak. İkincisi cezaevinden çıktıktan, hatta ilk beraatımdan sonra, temsil ettiğim muhalif çizgi etkili oldu diye düşünüyorum" ifadesini kullandı.

Berlin’deki Überleben İşkence Kurbanları için Tedavi Merkezi, 2010 yılında Pınar Selek’in çok ağır işkenceye maruz kaldığını belgeleyen bir rapor yayınladı. Fiziksel ve psikolojik sendromların ard arda sıralandığı rapor şu ifadeyle sonlanıyordu : Ailesinden ve sevdiklerinden aldığı enerji bununla başetmesini sağlıyor... Aradan üç yıl geçti. Ötekilerin Postası Pınar Selek’e Nar Çiçeği ödülü verdi.  Selek, aldığı ödül, Gezi eylemleri, hükümetin kadına yönelik yürüttüğü politika ve Mısır Çarşısı davası hakkında konuştu.

Selek'in Birgün'den  Ömür Şahin Keyif'e verdiği söyleşinin tamamı şöyle:

Telefonu açınca ‘kötü haber’ vereceğimden endişelendiniz… Üzerinizde hep bir tedirginlik hali var mı?

Tedirginlikten çok alışkanlık. Yurtdışında olduğumdan beridir kötü haberleri hep gazeteci arkadaşlardan aldım. Interpol, kırmızı liste gibi asparagas haberleri de tabii. O yüzden bir muhabir arkadaş arayınca ‘yine mi kötü haber?’ diyorum, biraz da şakalaşmak için!

 

Karşılıklı aşk mucize yaratır

 

Ötekilerin Postası size Nar Çiçeği Ödülü verdi, ne hissettirdi bu ödül size?

Durup dururken kuşlar beni alıp havaya uçurmuşlar gibi oldu. Mesele ödül değil tabii. Bunun son derece sembolik bir anlamı var, biliyorum. Ama özgürlüğü yeşertmek için bu kadar sıkıntı çekerken, arada bir birbirimize göz kırpmak, bir gülücük göndermek, bir demet ışık sumak harika bir şey. Ayrıca Ötekilerin Postası’nı bir süredir heyecanla takip ediyorum. Hayallerimi gerçek kılıyorlar, insana ‘ölsem de gam yemem’ dedirtecek cinsten… Yani onları görmeden seviyordum çok. Nar çiçeği ödülünün Ötekilerin Postası’ndan gelmesinin bu nedenle çok özel bir anlamı var benim için. Bu tüm juri üyeleri için de geçerli. Karşılıklı aşk harika bir şey. Karşılıksız aşk da romantik olabilir. Tüm hayatını adarsın bir aşk uğruna, destanlardaki gibi. Ama karşılıklı aşk kendini büyütür, yeniden üretir, mucizeler yaratır.

Türkiye’ye dönmeyi dört gözle bekliyorsunuz… Döndüğünüz günü hayal ediyor musunuz hiç?

Ben gemiyle gelmeyi hayal ediyorum. Biraz yıkık ama sağlam bir gemiyle. Buradaki tüm arkadaşlarımı içine dolduracağım bir gemi. Yolda hep dans edelim, iki gün süren gemi yolculuğundan sonra Bostancı’ya, Kadıköy’e ya da Karaköy’e yanaşalım mesela… Umarım hava güzel olur da hep beraber dışarılarda kutlarız, şarkılar söyleriz.

Sizi hiç görmeden seven insanlar var Türkiye’de. Burada temsil ettiğiniz ‘simge’ size ne hissettiriyor?

Simge bir iktidar konumudur ve çok tehlikelidir. Bu yüzden bu simge, sembol işinden mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışıyorum. Ama benim de uzaktan, hiç görmeden sevdiğim pek çok insan var. Bu harika bir duygu. Birbirine uzaktan , sırf varoluşunla güç vermek, iyi hissettirmek. Ama buluşmak, birlikte iş yapmak, sandalları boyamak, kiraz toplamak, yürümek, koşmak, bağırmak daha güzel olurdu.

Sizi cezalandıranlar 28 Şubat sürecinin aktörleriydi. 28 Şubat’la hesaplaşıldığı söyleniyor, devlet Kürt meselesini tartışmaya açıyor...  Bugün aynı şeyler yaşansa yine peşinize düşerler miydi?

Hayır. Düşmezlerdi. Baskıcı bir süreçte olduğumuz kesin ama dönemleri birbirinden iyi ayırmak gerekir. Belki o süreçle gerektiği gibi hesaplaşılmıyor ama 28 şubat döneminin birçok mekanizması artık çalışmıyor. Hatırlıyorum, cezaevindeyken içeri kim düşse ağır işkencelerden geçerdi. İstisnasız. 15 yaşında ya da 70 yaşında. Bizim koğuşta ondan fazla kadın tecavüze uğramıştı. Şimdi farklı baskı mekanizmaları işliyor ama süreçleri aynılaştıramayız.

 

Hâlâ barış gelmedi ülkemize

 

Peki bu dava niye sürüyor?

Çünkü hala bazı mekanizmalar kendini koruyor. O zamanlar bu komployu yapanlar belki terfi edip devletin derinliklerinde kendilerine yer bile yapmışlardır. Tansu Çiller, Doğan Güreş ve o süreçte başrol alan diğer aktörlerin suçlarının ortaya çıkarılmaması da çabası. Hala barış gelmedi ülkemize. Barış gelene kadar bu kirli yapı kanımızı emmeye devam edecek.

 

Bu işin altından bir sürü pislik çıkacak

 

Defalarca cevapladınız bu soruyu: ‘Devlet neden sizi seçti?’ Son günlerde Türkiye’de halkın öngörülemeyen reaksiyonlarının ardından, tekrar düşündünüz mü bu konu üzerine?

Devlet beni ilk başta çok basit bir nedenle seçti. 28 Şubat karanlığında, tam da Öcalan’ı Türkiye’ye getirme planları yapılırken, milliyetçi, militarist iklim çeşitli provokasyonlarla oturtulmaya çalışırken, çok çeşitli alanlara değen bir beyaz Türk’ün Kürt hareketini sosyolojik olarak incelemesi rahatsız etti. Ve benim üzerimden tüm araştırmacılara, bu konuya el atabilecek, soğukkanlılıkla tartışalım diyebilecek herkese gözdağı vermek istediler. Eğer görüşme yaptığım insanların adını verseydim ve çalışmamı rafa kaldırmayı kabul etseydim, bu iş ben daha şubedeyken biterdi. Serbest kalırdım. Başım yerde, üniversiteye dönerdim. Eğer babam, kız kardeşim, annem, arkadaşlarım, avukatlarım ve beni hiç yalnız bırakmayan kamuoyu olmasaydı, bu dava bir sene içinde, mahkûmiyetle biterdi. Bu durumda olan, suçsuz yere ceza alıp yıllarını zindanda geçiren binlerce insan gibi. Yani benim ilk başta seçmeleri gayet klasik bir nedenle.

Ama sonra bu kini sürdürmelerinin birçok nedeni var. Birincisi kendi yaptıkları komplonun açığa çıkmaması için direniyorlar. Çünkü beraatım onları zan altında bırakacak ve bu işin altından bir sürü pislik çıkacak. İkincisi cezaevinden çıktıktan, hatta ilk beraatımdan sonra, temsil ettiğim muhalif çizgi etkili oldu diye düşünüyorum. Kontrol edilemez, alışık olmadıkları, çok açık, barışçı, otoriteye gelmeyen, kimlikleri yıkıp arafta çadırlar kuran, dünyalar arasında köprü ören bu tarz sinirlerini bozdu.

Yaşananların sebebini ‘Şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışmanız’ olarak değerlendirmiştiniz. Gezi direnişi şifrenin kitlesel anonsu olarak değerlendirilebilir mi?

Valla ne güzel söyledin… Bence öyle oldu. Üstelik bu direnişin bitmediğini görüyorum. Herkes kendine göre kullanmaya çalışıyor ama imkansız. Orada açığa çıkan üslup, dil taklit edilemez, içi boşaltılamaz nitelikte. Bence, Türkiye toplumsal muhalefet tarihi açısından bir dönüm noktası. Avrupa’da 68 böyle anılıyor. Milat gibi. Herkes, günlük hayattaki konularda bahsederken bile, 68 öncesi, 68 sonrası diye konuşuyor. Bence farklı bir boyutta da olsa, Gezi direnişinin bizim toplumsal tarihimiz açısından da aynı anlamı var. Ve en güzeli, bu insanların, çoğunu tanımasam da, direnirken bana gönderdikleri mesajlardı… “Sen de buradasın, yanımızdasın… “ diyen mesajlar. Tarihi kendilerinden başlatmayan, mütevazi ama kararlı ve son derece becerikli insanları bir araya getiren bir dalgayla karşı karşıyayız. Papatya gibi bükülen ama kırılmayan, bulut gibi gezinen, güneş gibi aydınlatan, güleç bir dalga bu. Ne mutlu ki, bizim topraklara geldi…

 

Gezi gökyüzünden düşmedi, zaten devrimi yaşıyorduk

 

Gezi direnişinin en önemli aktörleri kadınlar ve LGBTT bireylerdi. Bu veri, Türkiye’de yıllardır inşası için mücadele eden kadın/LGBTT hareketinin geldiği noktayla ilgili ne söylüyor bize?

Türkiye toplumsal hareketler alanıyla ilgili iki yıldır bir çalışma yürütüyorum. Bu ay sonunda teslim edeceğim. Tam da 80’lerden sonra Türkiye toplumsal muhalefet repertuarının nasıl dönüştüğünü, yeni toplumsal hareketlerin farklılıklarına ve çelişkilerine rağmen birbirlerini nasıl etkilediklerini, bunların çevresinde nasıl bir toplumsal alan oluştuğunu, bu hareketlerin yapısal sorunları nedeniyle bu alanın nasıl öne çıktığını ve yeni bir dalganın tam da bu alanın içinde oluştuğunu anlatıyorum. Gezi olayları olunca, çalışmayı bilen insanlar çok şaşırdı. Ben de şaşırdım ama onlar kadar değil… Sadece bu kadar çabuk ve bu kadar güzel olacağını hayal edemiyordum.

Feminist hareket, bahsettiğim repertuarı yapı bozumuna uğratan, diğerlerine yol açan ilk hareket. Klasik politika alanını alt üst etti. Özel olanı, gündelik olanı, görünmez olanı, amacı değil sürecin kendisini öne çıkardı ve özgürlük tanımını genişletti. LGBT hareketi onun arkasından geldi ama dünya deneyimlerini de eleştirerek, dinamizmi, yaratıcılığı, neşesi ve ciddiyetiyle, kendini önce muhalefet alanına, sonra başka alanlara kabul ettirerek. Sadece onur yürüyüşlerine katılım oranları bile bize nasıl bir dönüşüm yaşadığımızı bu hareketin, pragmatik radikal çizgisiyle muhalif hareketler alanına çok şey öğrettiğini düşünüyorum. Daha ne diyeyim… Diyorum ki Gezi olayları gökyüzünden düşmedi. Biz zaten devrimi yaşıyorduk. Bu nitelik sıçraması hepimizi şaşırttı ama…

Kadın cinayeti ve tecavüz sayılarının artması, kürtaj yasağının gündeme gelmesi, kadın istihdamı paketi… Kadın kimliği üzerindeki baskı artıyor mu?

Tüm dünyada son derece sinsice gelişen yeni liberal, yeni muhafazakâr bir çizgi kökleşiyor. En bayat kurumları, en baskıcı yaşam biçimlerini silahla değil, hediye paketleri içinde sunuyorlar. Ama zor. Bence bir eşiği çoktan geçtik. Dünyada ve ülkemizde kadınlar, en örgütlü toplumsal muhalefeti oluşturuyor. Hiyerarşik olmadığı için uzaktan gücü anlaşılmayan bu hareketle başa çıkmak o kadar kolay olmayacak.

Başörtülü kadının özgürleşmesi konusunda bir adım atılmışken, ‘kızlı erkekli aynı evde kalıyorlar’ açıklaması geldi. Başbakan bir muhabire ‘sizin kızınız, oğlunuz bu durumda olsa rahatsız olmaz mısınız?’ diye sordu. Bunu siz nasıl yorumluyorsunuz?

Gazeteci ne cevap vermiş? Tabii korku var. Gazeteciler işten atılıyor. Muhalif gazeteciler de o kadar yakına gidemez. Yoksa ne güzel olurdu bir gazeteci şöyle cevap verseydi: “Benim kızım da çok çığlık atıyormuş. Kızıma kimseyi rahatsız etmeyin dedim ama onun mutlu olması, cinselliğini çığlık çığlığa yaşaması çok harika! Kızım özgür bir kadın, onur duyuyorum…” Ama zor tabii. Feminist mücadelenin hedeflerinden biri de bu… Kadınların cinselliklerini zevkten çığlıklar atarak yaşamaları. Duygu Asena boşuna mı gazeteden kadınlara orgazm dersi veriyordu?

 

Neden cinsellik politiktir?

 

İktidar evli olmayan insanların cinsel ilişkiye girme ihtimalinden neden rahatsız olur?

Çünkü evlilik kurumu, tüm iktidar sistemlerinin temel dayanaklarından biridir. Bunun yıkılması, tüm ekonomik, sosyal, siyasal tahakküm rejimini alt üst eder. Bu nedenle, Türkiye feminist hareketin öncülerinin hareketi başlatırken yaptıkları boşanma eylemini şükranla anıyorum. Öncelikle feminist hareket, ardından heteroseksizm karşıtı hareket cinselliğin politik bir alan olduğunu söyledi durdu. Bence bunun üzerine herkes yeniden düşünmeli. Neden cinsellik politiktir? Neden özel alan politiktir? Neden evlilik ve aile kurumu iktidarların temel dayanağıdır? Bunları analiz edemezsek, radikal bir toplumsal dönüşümü başarmamız, ahtapot gibi hayatlarımızı saran iktidar sisteminin tekerine çomak sokmamız imkânsız.

 

Nimet'e sarılmak istiyorum

 

Devlet kadınların özgürleşmesinden korkuyor mu? Sizin davanız bu korkunun göstergelerinden biri olarak değerlendirilebilir mi?

Bu kinin bu kadar uzun sürmesinde kadın olmamın, özgür bir kadın olmamın etkisi var. Hatta mutlu bir kadın olmamın da… Mutlu kadınlara dayanamayan bir erkek iktidarıyla boğuştuğumu hissediyorum. Bir cadı gibi. Mutlu bir cadı gibi. Bu işin arkasındaki ekip çoğunlukla erkeklerden oluşuyordur, muhakkak. Nasıl bir hayat sürdürdüklerini merak ediyorum. Aklıma “Nimeet, terliklerim nerde?” replikleriyle süslenen tuhaf görüntüler geliyor… Nimet’e sarılmak, onunla beraber kırlarda uçurtma uçurmak istiyorum.

 

İlgili Haberler