Milliyet yazarı Abbas Güçlü, Milliyet gazetesi ile özdeşleşen kalem Hasan Pulur'un ölüm yıl dönümünde mezarı başında düzenlenen anma törenine sadece iki kişinin katıldığını yazdı. 1 yıl önce 11 Kasım'da 83 yaşında hayatını kaybeden Pulur'un ailesinden de kimsenin gelmediğini söyleyen Abbas, "Sadece ve sadece Tunca Bengin ve ben. Evet, sadece iki kişi. Bir de dua için gelen imam, organizasyon yapan arkadaşımız ve iki foto muhabiri! Hiç kimse bu kadarını hak etmez ama Hasan Abi hiç etmez. Ölmeye ya da düşmeyegörün, yanınızda kimse kalmıyor" dedi.
Güçlü'nün Milliyet'te "Hasan Pulur ve müthiş yalnızlık!" başlığıyla yayımlanan (2 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Hasan Abi, Türk basınının çok önemli duayenlerinden biriydi.
O hiç kimsenin adamı olmadı.
Mesleğinin onurunu hiçbir zaman ayaklar altına almadı.
Söylemesi gerekenleri hiçbir zaman sümen altı etmedi.
Cesurdu, kimilerine göre huysuzdu ama hep dürüsttü.
Bir gün öyle, bir gün böyle olmadı.
Yarım asrı aşan gazetecilik yaşamında pek çok gazetede çalıştı.
En çok da Milliyet’te görev yaptı.
Gazeteciler Cemiyeti, diğer meslek örgütleri ve çalıştığı yayın organlarında, uzun süre yönetim kademelerinde bulundu.
Sıkı bir Kabataş Liseli ve “Ne Fenerbahçe sevdası biter bizde, ne Fenerbahçeli olmanın fedailiği” diyecek kadar FB’liydi.
Uzun süre yan yana odalarda çalıştık.
Davetlere, iş seyahatlerine pek gitmezdi ama gazeteye gelip gideni çok fazlaydı.
Çok uzun yıllar değişmeyen alışkanlıklarından biri de Cumartesi Meyhane Keyfi’ydi.
Anlatım dili sade ama vurguları can alıcıydı.
O hak eden herkese saygı duyar, herkes de onu sever, sayardı...
Mesleği için, okurları için, ülkesi için, ailesi için, çalıştığı kurumlar için ciddi mücadeleler verdi.
Önce çıkmayı sevmez ama arı gibi çalışırdı...
Önce, ansızın iki oğlundan büyüğünü daha sonra da eşini kaybetti.
Bu acılar sağlığını altüst etti.
Geçen yıl 83 yaşında aramızdan ayrıldı.
Salı günü ölüm yıldönümüydü.
Mezarı başında anıldı...
Anma saat 11.00’deydi.
İstanbul’un trafiği, yağmur da malum deyip bir yarım saat daha bekledik.
Ve o arada, uzunca bir hayat muhasebesi yaptık.
Bunca koşuşturma, bunca mücadele, bunca didişme niye ve nereye kadar dedik.
Düşündükçe, konuştukça, sorguladıkça, yüreğimiz daha da daraldı.
Haksız da sayılmazdık.
Hasan Abi çok iyi bir gazeteciydi ama mesleki kurumlardan hiç kimse yoktu.
Hasan Abi çok iyi bir yazar ve halk savunucusuydu ama okurlarından tek kişi gelmedi.
Hasan Abi iyi bir arkadaştı ama arkadaşlarından bir kişi bile yoktu. Meyhane arkadaşları bile!
Hasan Abi çok iyi bir aile reisi, çok iyi bir baba, çok iyi dedeydi ama ailesinden de tek kişi yoktu.
Peki, kim mi vardı?
Sadece ve sadece Tunca Bengin ve ben.
Evet, sadece iki kişi.
Bir de dua için gelen imam, organizasyon yapan arkadaşımız ve iki foto muhabiri!
Hiç kimse bu kadarını hak etmez ama Hasan Abi hiç etmez.
Üstelik daha düne kadar aramızdaydı ve bu onun ilk ölüm yıldönümüydü...
İnsan biriktirmek!
Hasan Abi, kimilerine göre, oldum olası “huysuz” bir kişiliğe sahipti.
Yazılarında ve sohbetlerinde ne kadar tontonsa, ikili ilişkilerinde farklıydı.
Döver gibi konuşur, en son söylenecek ya da hiç söylenmemesi gereken sözleri, dan diye yapıştırırdı.
Doğrucu Davut’tu.
Lafı gediğine koymaya bayılırdı.
Sevenleri çok sever, sevmeyenleri de kendisinden uzak dururdu.
O an için yapması ve yazması gereken ne ise onu yapardı.
Öncesi ve sonrasını kesinlikle düşünmezdi.
Selam verirseniz alır, vermezseniz, hiç umurunda bile olmazdınız.
Engin bir kültüre sahipti.
Takıldığımız bir konu olduğunda kapısını ilk çalacağınız insanlardan biriydi.
Bir kelime sorsanız, bir saat detay anlatırdı.
Bilmiyorsa da elinin altındaki yüzlerce kitaptan birini açar ve mutlaka sizi bilgilendirirdi...
İnsanları kendince sınıflandırır, sildiklerini siler ve onlarla yıldızı hiç barışmazdı.
Sevdiklerine de sevdiğini, beğendiğini, takdir ettiğini, takip ettiğini asla söylemezdi ama hissettirdi...
Az da olsa dostları olduğunu sanıyordu. Ama ben onlar arasına hiç girmedim. Onun için sadece yan odadaki çömezdim.
Çünkü kafasındaki ben, hâlâ işe ilk başladığım gündeki bendim.
Milliyet’teki daha ilk ayımda, eğitimle ilgili yazdığı bir yazıdan sonra, odasına gidip, kendisine bir saat nutuk atıp, işin aslı öyle değil böyle demiştim.
O mesleğinin doruğunda, ben ise daha işe yeni başlamış çömezdim.
Sabırla dinledi. Tamam, bundan sonra daha dikkatli olurum dedi ve o konuşma orada kaldı.
Sonrasında, arada bir yerlere gitti, geldi ve 35 yıl birlikte çalıştık...
Milliyet’teki ilk yıllarım okul gibiydi.
Kimler yoktu ki.
Hiçbiri de sanki hiç unutulmayacak gibiydi ama işte hepsini unuttuk gitti.
Hasan Abi’yi bile.
Bu yüzden ne olur arkada hoş seda bırakalım...
Kimler yalnız kalmıyor ki? Hemen her gün olmasa da haftada birkaç gün Özal ve Menderes’in anıt mezarı ile Cumhuriyet’in önünden geçiyorum.
Hiç değişmeyen konuklar, sadece polis!..
Özetin özeti: Ölmeye ya da düşmeyegörün, yanınızda kimse kalmıyor! Niyesi, herkese göre değişir. Allah hiç kimseyi ne bu dünyada ne de öbür dünyada yapayalnız bırakmasın!.