08 Ekim 2015 15:57
Şair, yazar Sennur Sezer’in geçirdiği kalp krizi sonucu evinde hayatını kaybetmesinin yankıları sürüyor. Yazar Doğan Hızlan, Sezer için, “Sennur Sezer Türkiye’de kadın şair olmanın, bunu sol ideolojiyle hayatına ve eserlerine uygulamanın simge isimlerinden biriydi” derken, Evrensel gazetesi yazarı Aydın Çubukçu, "Fakat söz sana Sennur, o çok sevdiğin türküde söylendiği gibi, sabahı sahipsiz bırakmayacağız…." ifadelerini kullandı.
Sezer, bugün Evrensel Gazetesi önünde düzenlenecek olan tören sonrası; saat 16:00’da İstanbul Teşvikiye Camisi’nde kılınacak ikindi namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
Başta Evrensel Gazetesi ve Evrensel Kültür olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlanan Sezer'i, Evrensel yazarları bugünkü köşelerine taşıdı.
İşte meslektaşlarının kaleminden Sennur Sezer:
İhsan Çaralan
Örnek bir aydın, örnek bir edebiyatçı
1960’lı, 70’li, 80’li, 90’lı, 2000’li devrimci gençlik kuşaklarının Sennur Abla’sı, gazetemizin kuruluşundan beri yazarı, Hayat TV’nin kuruluşundan beri programcısı ve destekçisi, genç gazetecilerin öğretmeni, genç öykücülerin, genç şairlerin yol göstericisi, edebiyatımızın çok yönlü, bilge kadını Sennur Sezer’i kaybettik!
Sennur Sezer şairdir, öykücüdür, edebiyat tarihçisidir, siyasetçidir, gazetecidir, dilcidir, yazardır, öğretmendir, folklorcudur, filozoftur,... çok önemli bir entelektüeldir. Olumlu anlamda adının önüne kültür alanıyla ilgili hangi sıfatı koysanız, “Hayır o değildir” diyemeyeceğimiz bir kişidir Sennur Sezer.
Onunla şöyle bir sohbet etme şansını bulmuş olan herkes onun kültürün bütün alanlarında sadece bilgili değil, aynı zamanda halkın yaşamıyla kültür arasında sağlam bağlar kurduğunu, kültürü seçkinlerin katından alıp halkın katına yükselttiğini fark ederler. Sennur Sezer’de bu tutum, günlük ilişkilerinde alçak gönüllülük, hoşgörü, halk sevgisi, çalışkanlık, aydın sorumluluğu olarak da biçimlenen bir yaşam felsefesidir çünkü. Bu yüzden o, onu tanıyanları her sıkışıldığında bilgisinden, deneyimlerinden, öğütlerinden yararlanılacak bir başvuru kişisi yapmıştır.
Sennur Sezer, Türkiye’nin üç darbe görmüş aydınlar kuşağındandır. Ve darbe dönemlerinin pek çok aydınının tersine Sennur Sezer, bu darbeler karşısında eğilip bükülmeden durabilmiş, işkenceye, zorbalığa karşı mücadelenin saflarında olmasıyla mücadele edenlere güç ve moral aşılamış, hep özgürlüklerden yana olmakla da kalmayıp işçi sınıfının dünya görüşüne ve siyasetine bağlanmayı başarmış olmasıyla da ayrı bir saygıyı ve sevgiyi hak edenlerdendir.
1990’lı yıllardaki Kürt diyenin dilinin kesildiği yıllarda bile Sennur Sezer; Kürt şairleri, Kürt öykücüleri, edebiyatçıları teşvik eden, onlara elinden gelen yardımı yapan ve ana dilin öneminde ısrar eden tutumuyla da sadece bir dilci, sadece bir edebiyatçı kadın olarak değil, aynı zamanda cesur, her şart altında mücadelesini sürdüren bir aydın olarak da kesintisiz ve tereddütsüz biçimde mücadelenin içinde olmuştur.
Sennur Sezer, Taşkızak Tersanesinde bir işçi olarak başlayıp altmış yıla yaklaşan edebiyat yaşamı içinde her zaman en azından bir ayağı ile siyasette olmuştur. Çünkü o sonuçta sınıfın siyasetine bağlanmayan bir edebiyatın, sanatın kendisine gerçek bir kılavuz bulmayacağını, dünya değiştirme rolünü başaracak bir mevziye giremeyeceğini bilenlerden olmuştur. Öyle ki son çeyrek yüzyılda Sennur Sezer, iki ayağı ile de siyasetin, özellikle de işçi sınıfı siyasetinin içinde yer alarak, Emek Partisinin kendisine sorumluluk düştüğünü hissettiği her kademesinde görevler alarak, burjuva aydınların, siyasete uzak durmayan sanatın, edebiyatın kısırlaşacağına dair ön yargılarına çalışmalarıyla, yaşamıyla açık ve net bir yanıt vermiştir. O, sadece bir edebiyatçı, bir aydın değil, aynı zamanda sosyalist bir aydın, işçilikten gelme bir işçi sınıfı aydınıydı. Bunu verdiği eserler, Türkiye’nin edebiyat yaşamına katkılarıyla ortaya koymuştur.
Sennur Sezer, bizlerin (onu tanıyan herkesin de) dilinde sevgi ve saygıyla karışık hitabıyla Sennur Abla’nın çalışmalarını, adını anmaya bile bir köşe yazısı yetmez.
Ve elbette Sennur Sezer gibi verimli bir kültür insanının çalışmalarıyla ilgili pek çok incelemeye, yapıtlarının yeniden yeniden basılmasına bundan sonra da tanıklık edeceğiz. Çünkü ondan öğrenmeyi sürdüreceğiz.
O da bizden, bugün ardından ağlamamızı değil, dünyanın değiştirilmesi mücadelesinde onun bıraktığı yerden bayrağı alıp işçi sınıfının mücadelesinin ön cephesinde dalgalandırmamızı isterdi.
Biz de her yaştan Evrensel çalışanları ve onu en yakından tanıma onuruna sahip kişiler olarak, ondan öğrendiklerimizle onun mücadelesini daha ileri götürme sözünü veriyoruz.
Bu inançla; en başta onun yoldaşı, eşi, Adnan Abi’ye (Adnan Özyalçıner), Türkiye’nin her daldan kültür insanlarına, aydınlara, Türkiye’nin Kürt, Türk her milliyetten halkına, emekçilerine, işçi sınıfımıza, Emek Partisinden yoldaşlarına başsağlığı diliyoruz.
Seni özleyeceğiz, öğütlerini unutmayacağız, yaşamından, yapıtlarından öğrenmeye devam edeceğiz Sennur Abla!
Aydın Çubukçu
Düzeltmen gitti!
Sennur Sezer, her zaman işçi sınıfının içinden gelmekle övündü. Yazarken, çalışırken, konuşurken sınıfının bütün ileri özelliklerinin onda ışıdığını görebilirdiniz.
Şairliği, araştırmacılığı, yazarlığı her zaman olağanüstü birikimini yansıtır, süzmeden, yontmadan, inceltmeden, güzelleştirmeden tek bir cümle kurmazdı. Sözün de işçisiydi.
Hayat hikayesinde, pek çok dergi ve gazetede düzeltmenlik yaptığı yazılıdır. Yayımcılığın belki de en güç, en fazla bilgi ve dikkat gerektiren bu dalında harcadığı emek, onun bütün ilişkilerini kapsar gibiydi. O, hayatta da bir düzeltmendi!
Bir partili aydın olarak kurduğu bütün ilişkilerinde, işçilerle, gençlerle, kadınlarla ya da aydınlarla konuşurken, onun bu özelliği hemen öne çıkardı. Eksikliklere, yanlışlara, bilgisizce yapılmış, yazılmış her şeye yoğunlaştırdığı dikkatini, çekincesiz bir eleştiri silahı halinde kullanmaktan asla geri durmazdı.
Son günleri olduğunu asla bilemezdik! Ama düne kadar, ülkeden ve bölgeden yükselen kan ve barut kokusuna, adaletsizliğe ve cahilliğe yönelmiş öfkesini, bütün hastalıklarına rağmen yüksek sesle haykırmaya devam ediyordu.
Şimdi yanımızda yok artık. Büyük eksikliğini her alanda duyumsayacağız.
Fakat söz sana Sennur, o çok sevdiğin türküde söylendiği gibi, sabahı sahipsiz bırakmayacağız…
İşimizi çok daha dikkatli yapacağız…
Sen olsaydın neyimizi beğenmezdin diye her adımımızda tekrar tekrar düşüneceğiz.
Aydın Çubukçu
Dünyayı yaratılırken gördüm! (Bu yazı, Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlanan Şiirin Ve Umudun Yorulmaz İğnesi, Sennur Sezer isimli kitaba yazılan önsözden alınmıştır)
Bir günlük gazetenin son sayfasında her gün başka bir ünlü tarafından yanıtlanan bir soru listesi var. Son soru, gerçekten sırat köprüsü gibi… “Öldüğünüzde, cennetin kapısında Tanrının size ne demesini isterdiniz?”
Eğlenceli ve zekice yanıtlar veriliyor. İnansın ya da inanmasın, herkes o anı mutlaka biraz olsun ürpererek düşünüyor ve neticede bunu okuyacak insanlar kendileri hakkında bir şeyler bilsin isteyerek konuşuyor. Sorgulandığınız ve yapıp ettikleriniz hakkında hesap vermeye çağrıldığınız bir andır çünkü… Tanrıya değilse bile, insanlara…
O sırada Sennur Sezer’in birkaç sıra gerisinde bir yerlerde olmak ve şöyle bağırmak isterdim: “Dünya yaratılırken oradaydı o, her şeyi gördü, her şeyi biliyor, geçsin!” Tanrı ya da insanlar, “evet!” desinler, “hem bildin, hem lâyıkıyla bildirdin, geç!”
Dünya yaratılırken, yani toprak işlenirken, dağlar ve denizler insan için insan eliyle anlama kavuşurken, demir dövülürken ve gergef işlenirken, deri tabaklanırken ve rakı damıtılırken, ot toplanırken, böcek ayıklanırken, türkü yakılırken ve ağlarken insan, grev yaparken işçiler, kadınlar yapmadıklarını komazken, erkekler aciz, çocuklar kahramanken, ekmek, su, hava, ateş zehirlenirken, zehirlerken yılan akrebi, deve tellal iken ve daha mübalaga pek çok şey zuhur ederken, akıl ile gönül ile ruh ile ve beden ile o oradaydı… Baktı, gördü ve dedi:
Akşamüstü taşlı sokakta, kapı çalınmadan daha, bilirim kimin açacağını… Neden kucakta çocuk, maltızda hangi yemek, kapı arkasında nasıl bir süpürge var… Adam nerden geliyor, neden sever karısını ve işini, hastaysa küçük kız ilacı nedir, bilirim… İnsanı bilirim… Eşyayı bilirim… Gemiler iner denize demir kızaklardan, bir çocuğun gözleriyle bakar, bir işçi anasının diliyle anlatırım. Ellerimi veririm dok demircilerine, saçlarımla süpürürüm sendikamı… Sonra kitap olsunlar, gitsin başkalarına da anlatsınlar ne olup bittiğini diye oturur yazarım. Oturur yazarım hallerini en çok çocukların, kadınların ve işçilerin… İlle çocukların hallerini… İnsan onlardı çünkü insanın hepsi çocuk…
İşten dönenleri gözlerim… Köfte güzel olmuş saçın yakışmış derim, geçip giderken zaman birinin yüzü gülsün biraz diye… Kirazlar aldandı –vallahi– ben aldanmadım… Ayşe’yi büyüttüm, büyüttüm öfkemi... Arkadaşsızlığı çirkinliği…
yiğit atılır ateşe
bu ışık böyle büyüsün
iş düşmez bir gün güneşe
hadi çamaşırları yıka ölülere ağla
ninni söyle:
kızımın da adı bengi
dünyaya saldığım türkü
sular aktıkça durulur
bozuk yapılar yıkılır
çürür sarı yaprak gibi
hadi kendini yen hadi kendini
Dedim…
İnsanlar, “iyi demişsin” dediler. Oradan biri, “sen şimdi, bunları hep okudun da mı öğrendin?” diye sordu. Sennur durdu. Kitaplıkları düşündü. Eski kitapların kokusunu duydu, kütüphanelerin raflarını, çıtırdayan kurtçuk seslerini, eski harfleri, divit cızırtısını, matbaa mürekkebini, yaşlı dizgicileri, musahhih Adnan’ı –güldü– düşündü… “Bilgi nerden gelir bilir misin?” dedi… Adam da onu sormuştu zaten, ama olsun, sorusunu bir daha düşünsün, ne sorduğunu bir anlasın bakalım… Adam bir de kendine sordu. Onun da aklından anası, babası, yarım yamalak mektebi, ustaları, ustasının “bakmakla öğrenilse it kasap olurdu, kulağını da aç dinle beni” deyişi geçti. O da güldü… Sennur adama emeği anlattı. İş yapan elle düşünen kafanın ayrılığını ve birliğini anlattı. Dili masalcı diliydi ama söyledikleri hep gerçekti. Adam anladı. Ellerine baktı, kafasını kaşıdı. “Tamam da…” dedi, “biraz kitap da okudun değil mi?”
Okumadığı bir Levhi Mahfuz kalmıştı belki… “Okumadan olur mu hiç?” Adam da Sennur gibi, yazının kutsal bir şey olduğunu biliyordu. Yerde yazılı bir kâğıt bulsa eskiler, ekmek bulmuş gibi alıp yüksek bir yere koymadan geçmezlerdi. İnançlara inanırdı Sennur. İnançların nerelerden süzülüp geldiğini bilirdi. Halk hayatının bütün acısını, neşesini, dillerini ve düşüncelerini bilirdi. Bilmediğini de bilirdi. Kürtçe öğrenecek zamanı ve gücü nereden buldu? Bilmediğini bildiği için buldu… Benim bilmediğim bir şeyleri bilen birileri vardır dediği için hayatı boyunca hep örgütlü oldu. İşçilerle, kadınlarla, gençlerle aydınlarla birleşti. Eksik kalmış bir şey varsa, şu taşı şuradan alıp buraya koymak gerekiyorsa benim de elim var dedi hep.
Rivayet edilir ki, Mevlâna, Yunus Emre için, “Geçtiğim bütün yollar boyunca, önüm sıra o Türkmen kocasının ayak izlerini gördüm” dermiş. Hangi işi yaparsa yapsın kişi, hangi hünerin erbabı olursa olsun, ressam, tiyatrocu, sinemacı, şair, romancı ya da kalaycı, makinist, çömlekçi, terzi, ana ya da baba, Sennur’dan öğreneceği bir şey vardır.
Benim hisseme ne düştü?
İran’da Kum kentinde, Ayetullah Necefi adına bir kütüphane vardır. Genç bir molla iken Necefi, Batılı gezginlerin, yabancı elçilik görevlilerinin eski kitap topladıklarını görüp merak etmiş. Neden el yazması arayıp satın alırlar bu adamlar? Düşününce bulmuş. Hindistan’dan Ege’ye kadar büyük bir kültür kıtasının üzerinde yaşadığını ve çok ama çok eski zamanlardan bu yana insanın burada okuyup yazdığını, onlardan kalan her harfin çok değerli olduğunu anlamış. Yoksul molla, Şii inancına uygun bir yol bulmuş kitap satın almak için. Zenginler adına ibadet ederek, kimi zaman oruç tutarak, kimi zaman namaz kılarak para biriktirmeye başlamış. Kazandığı her dirhemi kitaba vermiş. Her kitabın son sayfasına “falanca adam adına kıldığım şu kadar günlük namaz bedeliyle aldım”, “filanca şahıs için tuttuğum şu kadar günlük oruç bedeliyle aldım” diye yazmış. Doksan yaşını devirdiğinde, otuz yedi binin üzerinde el yazması kitabı olmuş. Ölmeden az önce o muazzam kütüphanenin temelini kendi elleriyle atmış. Her dilden her kutsal kitap, edebiyat, matematik, felsefe… Hintçeden Ermeniciye, Arapçadan Türkçeye, yaşayan ya da unutulan her dilde otuz yedi binin üzerinde kitap. Ceylan derileri, parşömenler, tahta ya da kil tabletler, binlerce yıllık insan emeğinin birikimini yüklenmiş bize getirmişler. Ayetullah Necefi, kütüphanenin eşiğine gömülmeyi vasiyet etmiş. “Kitap okumayı sevenler, üstüme basıp geçsin” demiş.
Sennur’un şiirinden hisseme düşeni ne kadar aldığımı ölçemem; ne var ki insan ve yoldaş olarak aynı havayı solumanın onurunu taşıyan biriyim ve onun hakkında bir şeyler karalamaya çalışırken, Ayetullah Necefi’yi ve Kütüphanesini anmadan geçemiyorsam heybemin hâlâ çok boş olduğunu biliyorum demektir.
Şair, yazar (12 Haziran 1943’te Eskişehir’de doğdu). Fatma Abla, Fatma Çelik, Heval Evindar imzalarıyla da yazdı.
İlkokula Eskişehir’de ikinci sınıftan başladı (1949), ilköğrenimini Kasımpaşa Kadı Mehmet İlkokulu’unda tamamladı (1953), 1956’da Kasımpaşa Karma Ortaokulu’nu bitirdi. İstanbul Kız Lisesi’nde öğrenimini yarıda bırakıp (1959), Taşkızak Tersanesi’nde ikmal ve muhasebe memuru oldu (1959-1964). Daha sonra 1965-1968’de Varlık Yayınevi’nde düzeltici olarak çalıştı. 1967’de öykücü Adnan Özyalçıner’le evlendi, Ayşe Bengi ile Ahmet Emre adında iki çocukları oldu. 1969-1975 yılları arasında Cumhuriyet ve Vatan gazetelerinde resim sergileri, ressamlar ve yazarlar ile ilgili yazılar, TRT’ye radyo oyunları yazdı. 1975’te Arkın Yayınevi’nin ansiklopedilerinde redaktör ve metin yazarı olarak görev aldı. Yapı Kredi Bankası Sanat Dünyası dergisi, Asa Ajansı, Gelişim Ansiklopedisi ve Görsel Yayınlar da emekli olana kadar (1983) çalıştığı kuruluşlar arasında. 1999 yılında kısa süre TYS genel sekreterliği yaptı. 1983’ten sonra serbest yazarlık yapan Sezer’in yazdığı yayınlar arasında, Varlık, Yeditepe, Hürriyet Gösteri, Yazko Edebiyat, Hürriyet gazetesi Avrupa baskısı, Cumhuriyet gazetesi Kitap Eki, Elele, Votre Beaute dergi ve gazeteleri bulunuyor. Günümüzde ise çalışmalarını, Evrensel ve Cumhuriyet gazetesi ile Radikal Kitap, Varlık, Evrensel Kültür dergilerinde yayımlıyor. İlk şiiri Sanat Dünyası dergisinde 1958’de, ilk şiir kitabı Gecekondu, 1964’te yayımlandı. Doğan Hızlan, “Kimi yazarlar kadın duyarlığı sözünün üstüne basa basa yazılmasına karşıdırlar. Sezer onlardan değil, kadın duyarlığının, kargaşa içinde yaşayan bir toplumda kadın olmanın sorumluluğunun şiirini yazıyor” diye yazdı.
Mustafa Kara
O ‘Ses’i arayacağız
“bir ses arıyorum / yeni bir şiire başlamak için /.../ çünkü yüreklerimiz / acılarla şişe şişe nasırlaştı”.
Sözcüklerin “işçi kadını”nın arkasından ne söylenir ki? Nasıl söylenir?
Ne çok emek, ne çok eser, ne çok insan...
Ama şairliği en başta... Yok yok; işçiliğidir her şeyin üstünde olan. İlk gençlik yıllarında Haliç’in tersanelerindeki işçilik günleri... Koca bir ömür vazgeçmediği işçilik... Tersane işçiliği, ev işçiliği, sözcük işçiliği, insan işçiliği... Ne insana değmiştir eli, sözü...
Evet, kimileyin çok da sert; ama hep sevgiyle.
İşçilik günlerinde daktiloyla çoğaltılmış illegal Nâzım dizeleriyle tanıştığı işçi davası... Umut davası...
“Kızgın demirlere değen ellerimiz / Su toplayıp kabarır, nasırlaşır / Ateşe ve demire dayanır”. “Bir Ses Arıyorum” şiirinden bu dize... Sennur Sezer’in ömrünün, şiirinin, mücadelesinin en arı, en duru özeti. Sadece ellerin değil, yüreklerin de nasırlaştığı günlerde yazılmış bir gelecek şiiri, bir umut şiiri... “çünkü umutsuzluk yasaktır”.
Doğum çığlığıyla, bir çocuğun ilk ağlayışıyla başlayan bir “ses”.
Sesler bir araya gelir sözcükler olur, şiir olur, slogan olur, ağıt olur.
Urfa’nın ücra bir köyünde Türkçe bilmeyen kadınlarla ve Fadime Göktepe’yle Kürtçe ağıtlara eşlik eden Sennur Sezer geliyor gözümün önüne. Grev çadırında şiir okurken... Nuh Nebi’den kalma ses kayıt cihazıyla İstanbul’un kuytusunda işçi röportajları yaparken... Yakasında karanfil kortejde yürürken; yanı başında “sırtını dayadığı koca çınar”ıyla... Sonra “Evladım...” diye başlayan o uzun sohbetler... Hayatın ve kavganın orta yerinde bir şair.
Çiçeğin binbir türünü bilen, anlatan, öğreten şair. Yemeğin binbir çeşidini. (Sahi, patlıcandan kaç çeşit yemek olur Sennur abla?) Gördüğü her nesnede insanı, insan emeğini görmeyi; dahası anlatmayı bilen kadın. Şiirinde, hayatında, her anında...
“Don vuran ağaç sürgün verecek, / Kaya çatlayacak, tohum yeşerecektir. / Ama susmaktan sesimi yitirdim / Nasırlaştı dilim.”
Ses ve susmak... Susmaya mecbur kalmak. Fenası bile isteye susmak.
Susmadı. En zor sayılan günlerde bile.
“Babaların bazen dönemediği günler”de de...
Dün de, bugün de.
Şiire başladığı ilk günlerde duyduğu “Şiirde neyi eksik gördün de başladın?” sorusuna verdiği yanıttır Sennur Sezer’in tüm yazıp, söyledikleri... Kendi namına eksiği doldurmuştur, ama eksik bir değil ki!
Biz de o ‘ses’i arayacağız.
Sesini duyuramayanların sesi. Dudağını ısırarak acısını bastıranın sesi. “Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilen”lerin sesi. Kadının sesi. Ve elbet işçinin sesi. “Eli ateşten korkmayanlar”ın sesi. Duyulamamış o sesi!
Ve elbette, bir ömür yaşattığı sevdasından süzüp anlattığı, o büyük sevdaların sesi...
Ah! Şair öldü.
Sesin sesimizdir.
Sesin sesimizde.
Ve sesini özleyeceğiz.
Rahat uyu.
Ve artık dinlen biraz.
Gülsüm Cengiz
Ablam, ustam, yoldaşım Sennur Sezer’i uğurlarken...
Bu satırları yazarken; Sevgili Sennur Sezer’le bir daha sohbet edemeyecek olmanın, onun içten kahkahalarını duyamayacak olmanın üzüntüsü içindeyim. Hep onunla ilgili yaşanmışlıkları anımsıyorum. Onunla ve eşi Adnan Özyalçıner ile, 1979 Dünya Çocuk yılı nedeniyle İstanbul Atatürk Kültür Merkezinde düzenlenen etkinliğin çıkışında tanıştık. Yanlarında çocukları da vardı. O gün hemen Ayşe ile Ahmet’in, kurucusu olduğum çocuk korosunda yer almalarını kararlaştırdık. Daha önce yapıtlarından tanıdığım bu iki edebiyat ustasıyla dostluğumuz, işte o zaman başladı. 1979’da İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilip derneklerde çalışma olanağımız ortadan kalkınca Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner, çalışmamızı evlerinde sürdürmemizi önerdiler.
Aksaray’daki evlerinde, Adnan abinin halasıyla birlikte yaşıyorlardı; ve bu küçük dairede koro çalışmamızı sürdürmemiz için bize de yer açmışlardı. Onları yakından tanıyınca ne kadar alçakgönüllü, çalışkan ve üretken olduklarının ayrımına varmıştım. Yaşlısı ve çocuğuyla saygı ve sevgiye dayalı ilişkilerin sürdüğü; geçimini, Cumhuriyet gazetesinde çalışan Adnan abinin sağladığı bir emekçi ailesiydi tanıdığım. Evin gereksinimlerini karşılayabilmek için alışverişini semt pazarından yapan, sağlıklı ve ucuz yemek tariflerini çevresindekilerle birlikte benimle de paylaşan Sennur ablanın alçak gönüllülüğüne ve paylaşımcılığına hayran olmuştum. Koro çalışması için evlerine gittiğimizde Sennur abla, onca çocuğa börek yapıp sununca gözlerime inanamamıştım.
Sonra birçok şeyi paylaştık onunla. Çocuklarla gittiğimiz etkinliklerde hep yanımda oldu. Yalnız kendi çocuklarına değil, korodaki öteki çocuklara da kol kanat gerdi yolculuklarda, ülkücülerin saldırılarında, polis baskınlarında... Devrimci bir ana, dost ve yol arkadaşı olarak destek ve dayanışmasından güç aldım hep. Bakırköy’deki bir grev ziyaretine gittiğimizde, polis grev çadırını basınca, çocuklarla gezmeye gelip geçerken uğramış bir komşu teyze rolünü oynayarak, beni gözaltına almalarına karşın çocukları polise kaptırmayışı unutulacak gibi değil. Sık sık Aksaray’daki evin kapısını çalardım. Sennur abla, elini mutfak önlüğüyle kurulayıp yeni yazdığı bir şiiri okurdu heyecanla. Nasıl da heyecanlandırırdı bu beni; bir şairin şiirini henüz yayımlanmadan dinlemek... Sonra hep sürdü dostluğumuz ve adımlarımız meydanlarda, yürüyüşlerde, grev ziyaretlerinde; imzalarımız 1995’te yayına başlayan Evrensel gazetesinde buluştu; 1996’da Emek Partisinin kurucuları arasında yer aldık. Kürt sözcüğünün bile korkarak söylendiği bir dönemde; bu acılı coğrafyaya saatler süren yolculuklara çıktı Adnan abiyle birlikte.
Sevgili Sennur Sezer ile adımlarımızın buluştuğu günden bugüne hep birlikte yürüdük yaşamda, yazında ve kavgada; dostlukla, sevgiyle, dayanışma içinde... Ülkemizde ve dünyada yaşananlara şiirleriyle tanıklık eden; yaşamı boyunca ezilenlere ses olmayı seçen, hep mücadelenin içinde olan sevgili Sennur ablayı tanımış olmanın onur ve sevincini duyumsarken şimdi onu yitirmemizin üzüntüsü içindeyim. Yol arkadaşı, eşi, değerli yazar Sevgili Adnan Özyalçıner, çocukları Ayşe ve Ahmet’in yanı sıra yazın dünyasındaki dostlarına, kurucusu olduğu Emek Partisi, emek verdiği Evrensel gazetesi ve Hayat Televizyonundaki dostlara ve okurlarına başsağlığı diliyorum.
Şenay Aydemir
Abi kaç, Sennur abla geliyor
1997 yılının sonbaharı. Ankara’dan İstanbul’a hicret etmiş, Evrensel’in (O zamanlar zorunlu hukuki nedenlerle Emek) kültür sanat servisinde editörüm. 22 yaşındayım ve işi tam olarak bilmiyorum. Aynı yaşlarda bir grup genç el yordamıyla ve deneyimli gazetecilerin desteğiyle mesleği öğreniyoruz henüz. Geldiğimin ikinci haftasıydı sanırım. Bir cuma günü ertesi günün sayfasını hazırlıyorum. Sennur Abla’nın yazısı var. Her cumartesi yazar. Belleğim beni yanıltmıyorsa, İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşayan bir direnişçiye dair okuduğu kitabı anlatıyor. Güzel de bir yazı. Ama aynı gün benim hazırladığım bir haber var. Tabii ki, ergen ve heyecanlı bir gazeteci olarak kendi haberimin dünyanın en önemlisi olduğunu düşündüm ve onu manşet yaptım. Sennur Abla’nın yazısını ise aşağıda küçücük bir yere tıkıştırdım.
Ertesi sabah gündem toplantısında dönemin Genel Yayın Yönetmeni İhsan Abi (Çaralan) ve şimdiki Genel Yayın Yönetmeni Fatih (Polat) biraz da iğneleyerek ‘cesaretimden’ ötürü beni ‘tebrik’ ettiler. Aradan birkaç saat geçti ama bu mesele çay, sigara içerken “Abi Sennur Abla’ya görünme sen” diye başlayan muhabbetlerin konusu olmaya devam ediyordu. Derken, şimdi kim olduğunu hatırlayamadığım bir arkadaş hızla masama doğru gelerek “Abi kaç, Sennur Abla geliyor” dedi. Ama artık çok geçti. Sennur Abla, bütün görkemiyle köşeyi dönmüş ve bana doğru yaklaşıyordu. Masaya yaklaştı. Ne söylerse söylesin susmaya karar vermiştim. Bir haber için koskoca Sennur Sezer’le kavga edecek kadar hadsiz değildim tabii ki. Biraz bana doğru yaklaşarak “Haberin çok güzel olmuş, eline sağlık” dedi. Utanç ile sevinç arasında bir yerde kendimi toparlayıp “Sağol abla” diyebildim.
O günden sonra kendi haberlerim dahil hiçbir yazı/haber Sennur Abla’nın yazısı varken sayfa manşetine çıkmadı. Belki her yazısı değil ama öğrenmekten hiçbir zaman vazgeçmeyen, çağrıldığı her yere gidip bildiklerini insanlarla paylaşmaktan gocunmayan ve Türkiye’nin edebiyat dünyasının canlı hafızasını benimle paylaşmakta beis görmeyen Sennur Sezer’in yeri her zaman manşet olmalıydı çünkü.
Fatih Polat
Evrensel Sennur Abla’sını çok özleyecek
Sennur Sezer edebiyatımızdaki kadın şairler içindeki en önemli isimlerden biridir. Edebiyatımızın işçi kadınıdır. Ve Orhan Alkaya’nın, “sevdalınız komünisttir”in kadın olanı” sözü onu ne güzel anlatır. Bir edebiyat tarihçisidir, çok iyi bir yazardır, dilcidir, gazetecidir... Onun her bir yönü üzerine kitaplar dolusu laf edilebilir. Bu yazı, kapsamı itibariyle onunla paylaştığım, paylaştığımız yirmi yıllık zamana dair bazı değinmelerle sınırlı olacak.
Sennur Abla Evrensel’in başından beri yazılarıyla bize güç veren isimlerinden biridir. Evrensel’i hazırlayan bizler için çok önemli bir başvuru kaynağıdır. Edebiyatın, sanatın pek çok alanına dair bir gelişmeyi, o gelişmenin tarihsel arka planını öğrenmek için ona başvurduğumuzda bizi hiç geri çevirmemiştir. Halk kültüründen, işçi hareketine, oradan mekanların tarihine kadar birçok konuda ondan ayrıntılı bilgi edinmeniz günün her saati mümkündür. Bir türkünün kaynağından, Cibali’ye, oradan tersanelere kadar ya da bir ozana, yazara ilişkin olarak aklınıza gelen her konuda ayrıntılara kadar uzanan bilgi dağarcığını bize hep çok cömert bir biçimde sunmuştur.
Sennur Sezer, Evrensel’in hem öğretmeni, hem de mütevazı bir emekçisiydi. Adnan (Özyalçıner) Ağabey ile birlikte çoğu zaman, manşet toplantı masamızın yanına ilişip, konuştuğumuz gündemlere ilişkin yorumlarıyla ele aldığımız konuyu daha derin işlememize yardımcı olurken, yaptıkları şakalarla çoğu gün de neşe kaynağımız olmuşlardır.
Sennur Abla’nın Evrensel’in kültür sayfasında yazdığı ‘mektuplar’, o mektubun yazıldığı yazarlar için bir onur kaynağı olmuştur. Edebiyatımızın genç ve yetenekli kalemlerinden bazılarıyla yaptığım sohbetlerde “Sennur Abla bana da mektup yazsa, ne kadar mutlu olurum” dediklerini hatırlarım. Hatta kendisine ‘Abla bir bize mektup yazmadın’ diye takıldığım olmuştur. O da ‘Sizin için mektup ne ki!’ gibi güzel teselli cümleleri ile gönlümüzü hoş etmiştir. Ondan mektup alamamış olsam da, Hayat Televizyonunda yaptığı ‘Maksat Muhabbet’ programına konuk olmuş olmayı kendim için büyük bir onur ve keyif sayıyorum.
Türkiye’de bir elin parmağı kadar işçinin başlattığı direnişlere bile hastalıklarını dert etmeden gider, onlara şiirler okur, dönüp gazeteye onların direnişine dair izlenimler yazardı.
Kendimi onun en şanslı öğrencilerinden biri sayıyorum. Birlikte çalıştığımız Evrensel ve Hayat Televizyonundaki diğer arkadaşlarımın da bu duyguyu paylaştığını biliyorum.
Sennur Abla’dan öğrendiğim en önemli şeylerden birisi de, güzel söz ile doğallık ve sadelik birbirini tamamladığında ortaya çıkan şeyin çok esaslı olduğuydu.
Örneğin Evrensel ile dayanışmak için Türkiye’nin ya da Avrupa’nın bir kentinde birlikte katıldığımız etkinliklerde ikimiz de konuşmacıysak ben onun, sözü süslemek için özel olarak kasmadan sadelikle estetiği nasıl iç içe geçirdiğini, salonun dikkatini nasıl kendisinde topladığını imrenerek izlerdim. Şimdi tabii bunları gözlerim dolarak hatırlıyorum. Ondan öğrenmeye devam edeceğimi söyleyerek noktalayayım. Anısına sevgiyle ve saygıyla...
Sezer'in vefatının ardından yazarlar, aydınlar, sanatçılar, siyasiler, işçi sınıfı temsilcileri de Sennur Sezer için mesajlarını paylaştı.
Mustafa Köz (Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı): Sennur Sezer’in bu yeryüzünden ayrılışı olağan bir ölüm değil bir vicdanın bizi terk etmesidir. O bütün şiirlerini halkının, Nazım’ın deyişiyle büyük insanlığın mutlu geleceğine umutla yazdı. Sözcüklerini ve vicdanını bu ışıklı gelecek için sivriltti, dilini bunun için biledi. Bugün şiirin insan için, toplum için değiştirici, aydınlatıcı işlerinden söz edebiliyorsak bu ‘yeni insan, özgür toplum’ tasarımında Sennur Sezer’in şiirlerinin ve devrimci düşüncelerinin çok büyük katkısı vardır.
Sennur Sezer, tek insanı yazarken bile toplumu yazdı. Çünkü özgürlük isteyen insanın bu toplumda nasıl acı çekeceğini biliyordu, bu yüzden bütün şiirleri insanın mutluluğu ve özgürlüğü için bir bildiri kimliği taşır. Emeğinin karşılığını bulmuş insanın mutlu vew özgür olacağına inancını hiç yitirmedi. Şiirlerinin emek ve sınıf bilinciyle işlenmesi,ona ve bize özgün bir şiir verdi.
Genç şairler, şiirin insanlık için önemini Sennur Sezer şiirlerini yeniden okuyarak yeniden düşünmelidir.
EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan: Sennur Sezer, devrim ve sosyalizm mücadelesinin bir neferiydi. Kadın mücadelesinin bir neferiydi. İşçi sınıfının direnişlerinin simgesiydi. Kapitalizme inat, yıllarca sevgisini korumayı başarmış, burada da kapitalizme direnmiş bir kadındı. Sennur Abla’yı anlatacak çok şey var. Ama bazı özelliklerinin altını çizmekte fayda var. Hangi işçi direnişine grevine gitsek bir kez bile of demeden onların yanında oldu. Onlardan öğrenen ve öğreten oldu. Bu yanıyla örnek bir şair ve yazardı. Sennur Abla’da kadın işçilerin, kadın mücadelesinin direnişini görüyoruz. Kadın iplik işçilerinin, kadın tütün işçileri şiirlerinde yaşam bulmuştur. İşçi sınıfının yaşamıyla, mücadelesiyle edebiyatı birleştirip anlatan önemli bir yaşam deneyimi sundu bize. Kendisini çok özleyeceğiz. Mücadelesini örnek alarak kendimize rehber edeceğiz.
HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel: Sennur Abla’yla tanışmamız 1995 yılında Emek Partisi’nin kuruluş çalışmalarında oldu. Sosyalist bir aydın, yazar ve şairdi. Aynı zamanda bir tersane işçisiydi. Son günlerde nefes almada zorluk yaşıyordu. Hastaneye gidiyordu ama bir yandan da işlerini aksatmıyordu. Açıkçası beklemediğimiz ölüm oldu, üzgünüz. Onu hoş, uyarıcı, eleştirel sözleriyle hatırlayacağız.
PEN Yönetim Kurulu: Değerli Şair, Yazar Sennur Sezer aramızdan ayrıldı sonsuzluğa yürüdü. ‘Sennur Abla’ ağır bir işçi ve edebiyat emekçisiydi. En ilgili üyelerimizdendi. Daha kendisinden öğreneceğimiz çok şeyler vardı. O bizlerin dostu, ablası, öğretmeniydi. Aldığı, kazandığı her ödülün ona yenilerini getirmesi boşuna değildi. ‘Bu olmadı işte Sennur Abla!’ demek isterdik. Çok değerli hayat arkadaşı Yazar Adnan Özyalçıner’e, ailesine ve edebiyat dünyasına sabırlar diliyoruz.
HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ yaptıkları açıklamayla Sennur Sezer’i andı: Yazın dünyasının önemli ismi Şair, Yazar, Evrensel Gazetesi Yazarı Sennur Sezer’i bu sabah ani bir şekilde kaybettiğimizi derin bir üzüntüyle öğrendik. Bu beklenmedik, yeri doldurulamaz kayıptan ötürü ailesine, Evrensel gazetesine, dostlarına ve halklarımıza başsağlığı diliyoruz.
Evrensel Basım Yayın Genel Yayın Yönetmeni Cavit Naci Tarhan: Türk edebiyatının başı sağ olsun. Hayatın içinde yazdı, hiçbir zaman hayatın dışından yazmadı. İşçilerin, emekçilerin evinde konakladı. İşçi direnişlerinde, grev çadırlarında konakladı. Onların hayatını izleyerek, gözleyerek yazdı. Masabaşı yazarı olmadı, en önemli özelliği buydu. Sosyalist olması, emektar olması ve en önemlisi bilgi birikimiyle herkese örnek oldu. Bilgi birikimi nedeniyle ona Madam Larousse lakabını takmışlardı. Birçok yerde böyle anıldı. Hoş bir lakaptı onun için.
Sanatçı Feryal Öney: Hepimizin başı sağ olsun. Bazı insanlar hep dinç ve dinamik halleriyle hep üretir ve moral verirler, onların hep o halleriyle kalmasını istersiniz. Sennur Abla da öyleydi. Birçok eylemde, basın toplantısında birlikte olduk. Bizim alanda birçok kişiyle bir araya geliyorsunuz ama bazı insanlarla başka bir muhabbetiniz oluyor. Sennur Abla’yla başka türlüydü. Yaşadığımız coğrafyaya, memlekete dair öyle güzel konuşuyordu ki. Bazen umutsuzluğa kapılan bana umut veriyordu. Kendini sürekli yenileyen bir insandı. Her döneme ve çağa dair söyleyecek şeyleri vardı ve yenilenerek söylüyordu. Kadın şair olarak, kadın müzisyen olan beni güçlendiriyordu. En güzeli dimdikti, sözünü sağlam söyleyen, ne söylediğini bilen biriydi. Tekrar hepimizin başı sağ olsun.
Oyuncu-Yazar Orhan Aydın: İnsanlığın başı sağ olsun. İşçilerin, emekçilerin, yurtseverlerin, devrimcilerin, sosyalistlerin, toplumun, dünya edebiyatının, şiirinin, sinemasının başı sağ olsun. Bir albatrosu yitirdik. Onun biriktirdikleriyle hayata kattığı zenginlikler var. Bu zenginliklerle birlikte yeniden hayatı hissetmek için, çocuklarımızın güleceği bir Türkiye için yan yana gelip mücadele etmek zorundayız. Hayatının tamamında yeni bir dünya ve ülke için çalıştı ve ürettiklerine bunu yansıttı. 40 yıllık dostum Sennur, aşk insanıydı. Hayata aşkla sarılan, insanı ve geleceği aşkla değiştirebileceğini bilirdi. Her şeye ışıl ışıl gözlerle, değiştirme tutkusuyla bakan bir arkadaşımdı. Sennur geleceğin de şairiydi.
Yazar Ahmet Tulgar: Sennur Sezer, çok özel bir sanatçıydı. Son yıllarda edebiyat endüstrisine hakim olan konformist bir sanat tipi çıktı. Sokakla, toplumsal olaylarla bağlantılı olmayan edebiyatçı tipi çıktı ortaya. Sennur Sezer, bu klişeyi her zaman reddetti. Bu değişimler, onun hayatla, toplumla birebir ilişki kurmasını engellemedi. Kendini her zaman yeniledi. Edebi olarak çok gençti. Grev çadırlarında, protestolarda oldu. İşçilerle, gençlerle birlikteydi. O fil dişi kulelere kapalı kalarak, bir meslek loncası sistemi gibi içe kapalı edebiyat kurulamayacağını, toplumla üretileceğini gösterdi.
Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü Hakan Tahmaz: Şair, Yazar, Emek Partisi Yöneticisi, Evrensel gazetesi-Hayat Televizyonu mensuplarından ve Türkiye Barış Meclisi kurucularından Sennur Sezer’i kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Barış, demokrasi, özgürlük, eşitlik mücadelesinde müstesna bir yere sahip Sevgili Sennur Sezer’in hayat arkadaşı Adnan Özyalçıner’e dostlarına, yoldaşlarına ve tüm barış güçlerine sabır ve başsağlığı diliyoruz.
Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metin: Sennur Sezer, şiirin ve edebiyatın yorulmaz iğnesiydi. Bizim için her zaman abla oldu. Aynı zamanda annemizdi. Yoldaşımızdı. Son anına kadar yazan, çizen, bize yol gösteren bir kadındı. Yeri çok büyük bir boşluk olacak bizim için. Yeri dolmayacak. Zaten dolmasın. Onun boşluğu bize daha ne kadar mücadele etmemiz gerektiğini hatırlatan bir uyarı olsun.
Oyuncu Gülsen Tuncer: Çok acı duydum. 60’lı yılların sonundan itibaren hem Adnan, hem Sennur dostlarım oldu. Güzel bir insandı. Yaşama güzel şeyler kattı. Çok önemli bir şairdi. Emekçi damarını hiçbir zaman unutmadı. En önemlisi Adnan’la olan birlikteliğiydi. Bu, üretim için, yaşam için çok önemli. 12 Martlarda, 12 Eylüllerde iğneyle kuyu kazar gibi o yoldaşlıklarını büyük bir sevdayla sürdürdüler. Emekçi olması, emekçiden yana olması bir insanla sevdasını bu kadar uzun süre sürdürmesi yaşama damgasını vurdu.
DİSK Gıda-İş Genel Sekreteri Seyit Aslan: Sennur Sezer, işçi sınıfının şairi ve yazarıydı. Kendisi işçi olan bir şair, yazardı. İşçi sınıfının mücadelesinin her aşamasında bizimle birlikte olmuş bir insan. Büyük bir kayıp. Sennur Sezer’in daha uzun yıllar bizimle olmasını isterdik. Her zaman grevler, direnişler, demokrasi mücadelesinde oldu. Her işçiyle konuşan, her gittiği grevde, direnişte üreten işçi, kadın bir yazardı. Sendikamızın verdiği her mücadeleye destek verdi. İşçilere moral ve coşku verirdi. Onlara işçi sınıfının mücadelesinin kazanımla biteceği mesajını verirdi.
Cam Keramik-İş Genel Başkanı Birol Sarıkaş: Ölümü işçi sınıfı için, emekçi halklar için büyük bir kayıp oldu. Büyük üzüntü duyuyoruz. Direnişlerde her zaman yanımızdaydı. Bir süredir rahatsız olduğunu biliyorduk ama buna rağmen sürekli yanımızda olarak ve yazıları ile sınıfın ihtiyaçlarını karşılamaya devam etti.
Liman-İş Örgütlenme Uzmanı Sinan Ceviz: Biz Sennur Abla’nın yaşamından ve yazdıklarından çok şey öğrendik. Fabrikalarda çalışan bir kadın işçinin kararlılığı ile kendi yaşamını, işçi sınıfının yaşamını anlatan önemli eserler ortaya çıkardı. Bedenen aramızdan ayrılmış olabilir ama onun yapıtları, yazdıkları, ortaya çıkardığı eserlerle onun hayatından ve mücadelesinden öğrenmeye devam edeceğiz.
Doğan Hızlan: Sennur Sezer çok eskiden tanıdığım, yılların dostu. Kadın şairler arasında önemli bir yer aldı. Gerçi kadın şairler ayrımını yapmak ne kadar doğrudur bilemiyorum ama Sennur Sezer Türkiye’de kadın şair olmanın, bunu sol ideolojiyle hayatına ve eserlerine uygulamanın simge isimlerinden biriydi. Sennur ile birlikteliklerine başından beri tanık olduğum Sevgili Arkadaşım Adnan Özyalçıner’e ve okurlarına da başsağlığı diliyorum.
Egemen Berköz: Sennur çok eski bir arkadaşım. Adnan ile evlenmeden evvel tanıyordum ikisini de. Gerçek bir emekçi. Şiire verdiği emek çok önemli. Yalnız şiir değil öteki kitaplarını da elbette çok önemsiyorum. Ama arkadaşlığı ve dostluğu da benim için hepsinden daha önemli. Çok şaşkın ve çok üzgünüm. Işıklar içinde yatsın. Adnan Özyalçıner’e başsağlığı diliyor, sevgilerimi gönderiyorum.
Ülkü Tamer: Sennur sanatsız yapamayacağını bilen değerli bir ustaydı. Yazdıkları sanırım uzun yıllar boyu hep aynı tatla okunacaktır. Sevgili Adnan’a ve bütün şiir severlere başsağlığı diliyorum.
Eray Canberk: Sennur bizim kuşağın şairiydi. Onun şairliği dışında kadın hareketine yandaş tavrı bizi çok etkilemiş ve şaşırtmıştı. Çünkü ’60’lı yılların başında kadın hareketi pek cılızdı. Ben Sennur’u hem şair arkadaşım olarak nitelerdim, aynı zamanda bizim kuşağın yiğit kadınlardan biriydi, derdim. Adnan abinin ellerinden öper ve baş sağlığı dilerim.
Türk Kütüphaneciler Derneği Başkanı Ali Fuat Kartal: Sennur Sezer ile bir panel sonrası tanıştım. Türk Kütüphaneciler Derneği Başkanı olduğumu söyleyince büyük bir incelikle mesleğime ve bana saygısını iletti. Daha sonra sayın başkan senden çalışmalarımda kullanmak üzere bazı taleplerim olursa bana kızmasın değil mi? Dedi. Bende kendisine ne demek hocam bu bizim görevimiz. Hem size yardımcı olabilmek benim için büyük bir mutluluktur dedim. O gün başlayan dostluğumuz bu güne kadar devam etti. Bazen isteklerinde gülümseyerek, “bunlar benim için değil Adnan (Adnan Özyalçıner) için derdi.” Sennur Sezer, haklıdan mazlumdan yana olan tavrı, araştırmacı kişiliği ve içtenliğinin yanı sıra kütüphanecilik mesleğine ve uzmanlığımıza gösterdiği saygı ile her zaman gönlümde ayrı bir yeri olacaktır.
© Tüm hakları saklıdır.