Gündem

Erdoğan kızdı, Karaalioğlu 'Haklısınız' dedi, Hidayet Tuksal Star'dan gitti!

'Arkadaş, Hidayet Şefkatli Tuksal'ı neden hala Star gazetesinde tutuyorsunuz? Hem bana haklısın diyorsun, hem burada tutuyorsun!'

18 Mart 2014 03:06

İlahiyatçı yazar ve insan hakları aktivisti Hidayet Şefkatli Tuksal'ın, kendisini eleştiren yazısı üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan'ın gazeteye telefon açmasının ardından Star gazetesindeki köşesinin kapatıldığını ortaya koyduğu öne sürülen yeni bir ses kaydı yayınlandı. Erdoğan, kendisine atfedilen ses kaydında, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu'na sert tepki göstererek Tuksal'ı neden hala gazetede tuttuğunu sorguluyor, "Yazılarını yayınlamaya mecbur musunuz" diyerek azarlıyor. Erdoğan'ın "Halk sillesiyle uyarıyorum" başlıklı yazısı için tepki gösterdiği Tuksal'ın durumu için Karaalioğlu, "Olacak şey değil, haklısınız efendim. Yanlış oldu, o bizim gündemimizde" diyor.

Kadınların mağdur edilmesine karşı mücadelesi ve yazılarıyla görüşleri farklı birçok kesimde saygı gören Hidayet Şefkatli Tuksal, 21 Ocak 2011'de Star'da yayımlanan "Hak sillesiyle uyarıyorum" başlıklı yazısında, şahsen de tanıdığı Erdoğan'ı "muhafazakar demokrat çizgiden uzaklaştığını" belirterek eleştirmiş, Başbakan'ın tavrına itiraz etmeyenleri de "yalakalık"la suçlamıştı.

Tuksal'ın bu yazısı üzerine Başbakan Erdoğan ile Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğu arasında geçtiği öne sürülen ve Youtube'da "Başçalan" adlı hesapta çıktktan sonra internette birçok mecrada içeriği alıntılanan bir ses kaydı yayınlandı. Kayıtta, sert bir dil ve azarlayan bir üslupla konuşan Erdoğan. adını vermeyerek, ancak tepki göterdiği yazısını telaffuz ederek Tuksal'ın Star'daki yazılarına son verilmesini istiyor, Karaalioğlu "Olacak şey değil, ilgileneceğim efendim" diyor.

Tuksal, ses kaydının yayını ardından yaptığı ilk açıklamada Star gazetesindeki köşe yazarlığını kendi isteğiyle sonlandırdığını yazdı. Yazıyı okumak için tıklayın.

Yasal yollardan kaydedildiği konusunda kuşku uyandıran ve geçen hafta TV24'teki özel mülakatta bir arada olan Erdoğan ile Karaalioğlu'na atfen yayınlanan konuşma şöyle:

Erdoğan: Mustafa, bu geçen senle konuştuğum kadın vardı ya...

Karaalioğlu: Evet efendim

Erdoğan: Arkadaş ya, bunları siz niye hala burada şey yapıyorsunuz?

Karaalioğlu: Haklısınız efendim, doğru.

Erdoğan: Ne ya, hem bana haklısın diyorsun, hem burada tutuyorsun...

Karaalioğlu: Uygun bir şekilde...

Erdoğan: Yani biz bunları sövdürmek için mi burada tutacağız ya?

Karaalioğlu: Yanlış oldu o şey, haklısınız.

Erdoğan: Sonra bu yazılar sizin kontrolünüzden geçmiyor mu ya, her yazıyı koymaya mecbur musunuz?

Karaalioğlu: Orada bir şey oldu efendim, ihmal oldu, haklısınız.

Erdoğan: Nasıl ihmal oldu ya, siz bu gazeteye bakmıyorsunuz arkadaş ya, bu yazıları gözden geçirmiyorsunuz ya!

Karaalioğlu: Hayır baklılıyor da efendim, bazen şeyler oluyor...

Erdoğan: Ama yani sizin, af edersin yani burada işin editoryal yönüne bakan kim, kim bunları edit ediyor?

Karaalioğlu: Baklılıyor efendim, tepeden tırnağa bakılıyor, fakat bazen...

Erdoğan: Nasıl bakılıyor ya!

Karaalioğlu: Yazarların şeyi oluyor, bir kaprisi oluyor, idare etmek gerekiyor...

Erdoğan: Şuna bak ya, bana onun hakaret etmeye hakkı mı var ya, kim o ya!

Karaalioğlu: İlgileneceğiz efendim, gündemimizde.

Erdoğan: Halk sillesini atmaya kendisine vekaleti kim vermiş? Hakkın damgasını atma yetkisi onda mı, ona mı verilmiş bu?

Karaalioğlu: Yanlış oldu efendim bu konu, ilgileneceğiz onunla.

Erdoğan: Yani bu lafı söylerken kendisine yeryüzünde bir uluhiyet şey yapıyor adeta, yetki alıyor. Öyle bir görevi mi var onun?

Karaalioğlu: Yani olacak şey değil. Olacak şey değil, haklısınız. İlgileneceğiz onunla efendim. Efendim gündemimde benim zaten, siz söylemeseniz de gündemimizde bizim efendim.

Erdoğan: Ama tamam ne zamandan beri gündemde?

Karaalioğlu: Yeni oldu bu, şey oldu çok.

Erdoğan: Hadi bunun ilk değil canım, her zaman yaptığı iş bu. Televizyonlarda aynı şeyi yapıyo, buralarda yapıyor.

Karaalioğlu: Evet efendim.

Erdoğan: Hadi iyi günler.

Karaalioğlu: Peki efendim, iyi günler.

 

Tuksal'ın yaklaşık iki yıl haftada iki gün yazdığı köşesi, bu konuşmadan yaklaşık üç hafta sonra kapatıldı. Tuksal'ın Başbakan Erdoğan'ı öfkelendiren yazısı (21 Ocak 2011) ile yine Star'da yayımlanan veda yazısı (11 Şubat 2011) ve T24'te yayımlanan söyleşisi aşağıda.

 

Hak sillesiyle uyarıyorum *

 

Başbakanın son çıkışlarına liberal ve demokrat yazarlardan gelen eleştiriler, hak etmedikleri bir karşılık alıyorlar ne yazık ki. Ben yaşama biçimi itibarıyla dindar/muhafazakâr olan ancak bu ülkede toplumsal barışın muhafazakârlık ekseni üzerine kurulamayacağına inanan başörtülü bir kadın olarak, liberal ve demokratlara yönelik haksız eleştirilerden son derece rahatsız olduğumu belirtmek istiyorum.

AK Parti'ye yakın, görüştüğüm ve aklı başında olduğuna inandığım bazı kişilere, Başbakanın son çıkışlarını nasıl yorumladıklarını sorduğumda aldığım cevaplar beni şaşırtıyor. Bir kere, bu çıkışların gereğinden fazla abartıldığını düşünüyorlar. Pratikte değişen bir şey olmadığını, Başbakanın muhafazakâr ve milliyetçi tabanın hassasiyetlerine uygun mesajlar vererek, seçim öncesinde safları sıklaştırmaya çalıştığını düşünüyorlar. Başbakanın bu sert üslubunun, evet bazı liberal ve demokratları rahatsız ettiğini ama diğer kesimlerden partiye gelecek oyları arttırdığı yolunda bir inanca sahipler. Dolayısıyla sakin ve serinkanlı bir biçimde seyrediyorlar, hatta Başbakanın bu seçim atmosferinde böyle davranmasının anlayışla karşılanması gerektiğini ileri sürüyorlar.

Ancak onların anlayışla karşıladıkları bu seçim atraksiyonlarını ben endişe ile karşılıyorum. Pratikte değişen pek bir şeyin olmadığı doğru olsa da, Başbakanın iktidara yürürken çizdiği muhafazakâr-demokrat profilin geldiğimiz şu yeni aşamada fazlasıyla yara aldığını düşünerek üzülüyorum.

Olan bitene, "canım ne olacak, muhafazakâr bir başbakanın muhafazakâr tavırlar sergilemesi normaldir" genişliği içinde bakanlara, profilin "demokratlık" kısmını böyle bir kalemde feda etmeyi nasıl içlerine sindirebildiklerini sormak isterim. Medyada kahir ekseriyetin, "bunların gizli ajandası var" diye muhalefet yaptığı günlerde epey özgürlükçü ve demokrat olan AK Parti mensupları ve taraftarlarının, bugün muhafazakarlık üzerinden savunmaya geçmiş olmalarını bir tür riyakarlık olarak görüyorum.

Bana göre bu yaklaşım, ilkelerden çok iktidarı yani gücü elinde tutmayı önceleyen ve etik açıdan son derece sorunlu bir yaklaşım. Çünkü geçmişte pek çok politikacı, çeşitli konularda sergiledikleri tutarsız davranışları, "dün dündür, bugün bugündür" vecizesiyle (!) izah ettiler ama "dünler" geçti ve "bugün" kendilerini hayırla yâd eden çok az kişi var. Köşelerinde unutuldular, kaderlerine terk edildiler. Çünkü dürüst değillerdi, ilkeli değillerdi; kendi çıkarlarını ya da kendi çıkarları ile uyuşan kesimlerin çıkarlarını her zaman bu ülkenin selametinin, zenginliğinin ve barışının üstünde tutmuşlardı. İktidarlarını kaybetmemek uğruna yalanlar söylemiş, kirli işleri desteklemiş, cinayetlere göz yummuş, şaibeli ittifaklardan güç almışlardı. Ama zaman geçti, devran döndü ve tarihin çöplüğüne atıldılar.

Başbakanın her yaptığını alkışlamak, apaçık yanlışlara dahi konjonktürel, politik vs. gerekçeler üreterek destek olmak, sözümü hiç sakınmayacağım, bir tür yalakalıktır. Başbakanın hiddetinden çekinip, hem onu hem kendilerini hem de ülkenin selametini tehlikeye sokanları, herkesin hatırlaması geren bir dize ile uyarıyorum:

"Hak sillesinin sadası yoktur!

Bir vurdu mu, devası yoktur!"

İnşallah bu devasız duruma düşmeyiz!

(21 Ocak 2011/Star)

*T24'ün notu: Bir süre ilgili yazının başlığı "Hak sillesi" yerine "Halk sillesi" olarak geçti. 

 

Üç bin beş yüz vuruşa veda! 

 

Çok sevgili okuyucularım,

Yaklaşık iki senedir, haftanın iki günü, üç bin beş yüz vuruşluk bu köşede sizlerle beraber olduk. Kiminiz beğendiniz yazılarımı, kiminiz öfkelendiniz, eleştirdiniz. Hepinize ilginiz, alakanız, destekleriniz ve eleştirileriniz için teşekkür ediyorum.

Köşe yazarlığı serüvenine başlarken iki yıl önce, bunun ne kadar süreceğini bilmiyordum gerçekten. Hatta dün bile, bugün sabah kalkıp, bu işi bitireceğimi bilmiyordum. Ama sabah kalktım ve rüyamı anımsadım. Rüyamda bir arkadaşıma şöyle diyordum: “İnsanlara yapıştırılan etiketler bir kara delik gibi, söylediğimiz her şey o kara delik tarafından yenip, yutuluyor.”

Aslında rüyama kendim de şaştım. Çünkü genelde bu kadar net cümleler hatırlanmaz rüyalardan. Ama ben sanki cümlem biter bitmez uyandım ve bu söz üzerine düşünmeye başladım.

Bana “doğru bir saptama” olarak göründü bu cümle ve kah benim kuşandığım, kah bana yafta diye yapıştırılan kimi etiketler üşüştü zihnime: İslamcı, feminist, dindar feminist, modernist, gerici, türbanlı, sıkma baş vesaire, vesaire. Oysa hepimiz kuşandığımız ya da yaftalandığımız etiketlere sığamayacak kadar büyük, değişken ve karmaşığız aslında. Bu toprakların insanı olmak hasebiyle de, en karşı uçta duranla bile pek çok ortak anlayışı, duyguyu, tutumu barındırıyoruz benliğimizde.

Bu köşede yazmaya başlamadan önce, vaktimin büyük kısmını insan hakları ve kadın haklarıyla ilgilenen sivil toplum kuruluşları ile yaptığımız ortak çalışmalarla geçirdim. Şimdilerde “mahalle” olarak andığımız pek çok farklı çevreden insanla tanıştım, arkadaş oldum. Bu tanışıklıklar, farklı pencereler ve aynalar olarak yansıdı hayatıma. Kendi pencerem diğer pencerelere eklenerek, büyüdü genişledi. Kendi aynamda ötekilerin aksini seyrederken, başkalarının aynasında kendi aksimi görme şansını yakaladım. Bu tecrübelerin anlayışıma, bakışıma, duruşuma çok önemli katkıları olduğuna inanıyorum. Fakat zaman çok hızlı akıyor, Türkiye sürekli önemli dönemlerden geçiyor, her gün yeni bir olay, yeni bir durum yaşıyoruz.

İki yıldır bu köşede yazıyor olmanın sorumluluğu ile bu hızlı akış içinde daha bir gündemin peşinde, daha çok içindeyim. Ama bunun tüketici bir tarafı var ne yazık ki. Bencillik etmeme adına ertelediğim ve hem kendim hem de benim gibi kıvrananlar için önemli olduğuna inandığım sorularım var kafamda. Bu soruların peşinden gitmek istiyorum artık. Rüyamla ne ilgisi var bilemiyorum ama ben sabah kalktıktan bir iki saat sonra, kendimi bu kararı almış buldum.

Mustafa Karaalioğlu’yla görüştüğümüzde o da çok şaşırdı ve derdimi anlamaya çalıştı. Derdimi anlatabildiğimi sanıyorum, eğer kararımdan vazgeçersem gene star’a dönmeye söz vererek onu ikna ettim. Salı-Perşembe yazma sancılarımdan biri tutarsa, açıkgörüş sayfasından sizlere seslenmeye devam edeceğim.

Bu gazetede yazarken, yazımı çoğu zaman en son vakitte teslim ettiğim için sevgili Sabriye, bana belli etmemeye çalışarak üstelik, çok kahrımı çekti. Kendisine ve ekip arkadaşlarına çok teşekkür ediyor, haklarını helal etmelerini istiyorum.

Ayrıca Mustafa Karaalioğlu başta olmak üzere, bana bu gazetede sonsuz bir özgürlük içinde yazma olanağı veren gazete yönetimine teşekkür ediyorum.

Onlara da hakkım geçmiştir mutlaka, helal ederlerse sevinirim.

Ben yazmayı bıraksam da her gün bu gazeteyi okumaya devam edeceğim.

Demokratik ve özgür bir Türkiye’nin kurulması mücadelesinde, çok değerli bir yazar kadrosu ve işlerini iyi yapan çalışanlarıyla star gazetesinin önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum.

Her veda bir sızıdır, bilirsiniz. Yazımın sonuna geldiğim şu anda bu sızıyı daha derinden hissediyorum. Ancak yeni çalışmalarımla bu sızıyı yeneceğimi ve sizlere de kendimi affettireceğimi umuyorum. Yeniden görüşmek üzere.

(11 Şubat 2011/Star)

 

Tuksal'ın T24'teki söyleşisi: Erdoğan herkesin başbakanı olduğunu unuttu, sürekli bağıran birine dönüştü

İlgili Haberler