Politika

Davutoğlu: Esadlı geçiş yönetimi olmaz; Erdoğan: Geçişte Esed'le gidilme gibi bir şey olabilir

Davutoğlu, New York'ta: Kandil'in şehirle irtibatını kestik

28 Eylül 2015 11:18

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın “Suriye'de geçis sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir” açıklaması ile tekrar tartışma konusu olan Suriye krizine ilişkin olarak, "Geçiş yönetiminde Esad’ın işbaşında olmasının geçiş yönetimini geçiş yönetimi olmaktan çıkartacağı kanaatindeyiz. Bu durum kalıcı bir statüko oluşturur kanaatindeyiz. Bu konuda kanaatimiz değişmedi" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Esed" diye hitap ettiği Suriye Devlet Başkanı için Davutoğlu'nun "Esad" ifadesini kullanması dikkat çekti.

"Anketlerde AK Parti’den kayan oyların geri döndüğüne dair işaretler var" diyen Davutoğlu, "Değişik anketler var. Hiçbirisi yüzde 43’ün altında değil, yüzde 44 olan var" ifadesini kullandı. 

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Kandil, kırsal kesim, mezarlıklar adı altındaki yapılar ile şehir arasındaki irtibatları koparttık. Diyarbakır’dan kaçırılan bir grup gencin Kandil’e ulaşması mümkün değil artık. Kandil’de eğitilip Türkiye’ye gelmesi de mümkün değil. Geçenlerde PKK’lıların artık insan kaynağı bulamıyoruz diye yakınmaları boşuna değil. Aradaki geçişkenlikleri, irtibatları kırıldı” dedi.

ABD'den gelen, "PYD'yi terör örgütü olarak görmüyoruz" açıklamasını da değerlendiren Davutoğlu, "Tavrı değişene kadar PYD'yi de PKK'yla aynı çizgide görürüz" dedi ve "ABD'nin ilkesel bir tavır almasını" istedi.

Birleşmiş Milletler (BM) 70’inci Dönem Genel Kurul Toplantıları için New York’ta bulunan Başbakan Davutoğlu gazetecilerin sorularını yanıtladı. 

Davutoğlu'nun ziyaretine eşlik eden gazeteciler arasında yer alan Hürriyet yazarı Akif Beki'nin aktardığına göre Davutoğlu şunları söyledi:

 

'Filistin bayrağını çekeceğiz'

 

İlk temaslarınız nasıl geçti?

BM ziyaretimiz çerçevesinde ikili görüşmelerimiz sürüyor. Almanya Şansölyesi Sayın Merkel ile görüştük. Mahmud Abbas ile görüştük. Bu yılın en önemli gelişmelerinden biri, Filistin bayrağının BM’ye çekilecek olması. Kasım 2012’de üye olmayan gözlemci devlet statüsüyle kabul edildiği zaman BM Genel Kurulu’nda iki dışişleri bakanı vardı; ben ve Kanada dışişleri bakanı söz aldık. Ben ‘Filistin Devleti tanınmalıdır’ dedim, Kanada Dışişleri Bakanı ‘Tanınmamalıdır’ dedi. Sayın Abbas, hep bunu söyler, bugün de tekrarladı, ‘Orada bir tek siz vardınız ve bize destek verdiniz’ dedi. Ben o gün yaptığım konuşmada ‘İnşallah bir gün hepimiz BM önünde Filistin bayrağının dalgalandığını göreceğiz, o gün insanlık borcunu ödemiş olacak’ demiştim. İnşallah, çarşamba günü birlikte bayrağı çekeceğiz.

 

'Çipras'la mültecileri görüşeceğiz'

 

Merkel ile görüşmenizde mülteciler konusu, Almanya’nın mülteci alıp almayacağı, Türkiye’ye yapılacak yardım gibi konular görüşüldü mü?

Temelde mülteciler konusunu ele aldık, Suriye konusu nasıl çözülür, bunu konuştuk, terör olaylarını konuştuk. Türkiye ve Almanya’nın mülteciler konusunda bir çalışma grubu kurması kararını aldık. Önce ikili bir yapı kuracağız, daha sonra gerekirse Yunanistan’ı da içine alacağız. Çipras 3-4 gün önce beni aradı, mülteciler konusunu istişare etmek istediğini söyledi. Bugün vardığımız nokta, Türkiye ile Almanya arasında ortak çalışma grubu kurulması. Bizim daha önce Merkel ile yaptığımız telefon görüşmesinde ‘Türkiye, ABD, AB üçlü bir yapı kuralım’ diyorduk. Şu an Almanya ve Türkiye bu adımı atıyor. İyi olan taraf şu: Biz yıllardır, Suriye krizinin yol açabileceği insani krizlere dikkat çekmek istiyorduk, uluslararası toplum minderden kaçıyordu, bu işi Türkiye’nin üzerine yıkmıştı. Bu gelişmelerden sonra meselenin Türkiye ile sınırlı kalmayacağı görüldü, bu külfetin paylaşılması konusu öne çıktı. Türkiye’nin yaptığı fedakârlıkların boyutu anlaşıldı. Bunları Merkel’e söyledim:
1- Yeni mülteci dalgalarına nasıl engel oluruz. Bugün gelinen noktada artık daha çok lider, yeni mülteci dalgalarının olmaması için Suriye’de güvenli bölge oluşturulması noktasına geldi. Hava saldırıları ve DEAŞ’ın gelmesi mülteci sorununu arttırdı. Öyle olmalı ki hem hava saldırıları hem de DEAŞ saldırıları önlenmeli. 
2- Bir de var olan mültecileri nasıl yöneteceğiz? Geçen bir vesileyle Avrupalılarla konuştuğumuzda şunu anlattım: Bir yüzyılda bir siyasi merkez diğer çevreyi idare etmişse, bir yüzyıl sonra o çevre merkeze doğru akıyor. Roma’da bu merkeze akışı görüyoruz. Bizde, Osmanlı’da da durum böyleydi. Balkanlar’daki hâkimiyetin sonrasında bakıyoruz, Balkanlar’dan İstanbul’a akıyor, öte yandan Arap dünyası İstanbul’a doğru akıyor. Avrupa’nın sömürge hâkimiyetleri sonrasında zaten bir akış vardı, Pakistanlıların İngiltere’ye, Senegallilerin Fransa’ya akışı... Mülteciler sorunu insani dram haline dönüşünce insanlar nerede rahat bulabileceklerse oraya akıyorlar. Türkiye’ye gelen mülteciler bir müddet kalıp ülkelerine dönmeyi düşünüyorlardı. Fakat geri dönme şartları uzayınca, mülteciler Avrupa’ya giderek yeni bir hayat kurmaya yöneldiler. Bu sürecin iyi tarafı duyarlılık oluştu, bu artık sadece Türkiye’nin meselesi değil, bütün dünyanın meselesi oldu. Olumsuz tarafı ise öylesine sorunlar yumağı ile karşı karşıyayız ki tek bir çözümü yok bu meselelerin.

 

'Kılıçdaroğlu'na günaydın’

 

Merkel’i samimi buldunuz mu? 

Mülteciler konusunda son dönemki duyarlılık sebebiyle samimi buluyorum. Mülteciler konusunun nasıl çözüleceği konusunda bir arayış var. BM’de 5 daimi üyenin anlaşamaması sebebiyle bir sorun var ama BM Mülteciler Yüksek Komiserliği de çok ciddi bir çaba içinde. Antonio Guterres elinden geleni yapmaya çalışıyor. BM nihayetinde ülkelerin kurduğu bir örgüt, o 5 ülke bir pozisyon belirlemedikçe BM’nin çarkının dönmesi zorlaşıyor. Türkiye ile mülteciler konusunda dayanışma göstermeyen uluslararası toplumla alakalı sıkıntılar var ve bunu BM’deki konuşmamda dile getireceğim. Özel bir çağrıda bulunacağım.

Kılıçdaroğlu Türkiye’nin mülteciler konusunda doğru yaptığını söyledi...

‘Günaydın’ deriz ona.

PYD konusunda Türkiye ile ABD farklı mı düşünüyor?

Burada da bir süreç var. Çözüm süreci devam ederken, 2013 yılında Salih Müslüm Türkiye’ye geldi. O günlerde PYD’nin belli şartlarla Suriye muhalefetine katılması için çok gayret ettik. Yani Suriye rejimiyle ilişkinizi kesin, Suriye muhalefetine katılın, Türkiye’yi rahatsız edecek işler yapmayın. İlk anda yaklaşımları olumluydu. Fakat PYD, Gezi olayları başlayınca sanki AK Parti hükümeti geçiciymiş gibi düşündü. Bir de kimyasal silah kullanmasına rağmen rejimin cezalandırılmaması yüzünden Suriye rejiminin de kalıcı olduğunu düşündü, bu da Türkiye ile aralarının açılmasına yol açtı. Terör saldırılarından sonra bizim için tablo açık bir şekilde değişti. PYD nihai kertede silahlı gücünü ve insan unsurunu Kandil’den alıyor, aralarında bir irtibat var. Bu açık bir irtibat, Kürt siyasi hareketi anlamında Barzani ile rekabet halinde, bir kuşak oluşturma gayreti var. 
Biz 23 Temmuz’da aldığımız operasyon kararıyla bir oyunu bozduk, AK Parti ile DEAŞ’ı aynılaştırma algı operasyonuna son verdik. Koalisyonla birlikte DEAŞ’a karşı doğrudan operasyona girdik. DEAŞ ile PKK’ya aynı anda operasyon yaparak, uluslararası alanda PKK’nın meşrulaştırılmasını engelledik. Bu noktada PYD’nin tavrı değişene kadar PYD’yi de PKK’yla aynı çizgide görürüz. 
ABD’lilerin ilkesel bir tavır almasını bekleriz DEAŞ’a karşı. Nasıl El Nusra da çarpışıyor, bu durum El Nusra’yı meşru kılıyor mu, DEAŞ ile savaşmak PYD’yi meşru kılmaz. PYD’nin PKK ile ilişkisi devam ediyor. Süleymaniye’den Lazkiye’ye kadar olan hatta bütün dengeler içiçe geçmiş durumda. Öncelikle biz Türkiye’nin çıkarlarını koruyacağız. Türkiye dışında da Kürtleri PKK’nın insafına terk etmeyeceğiz. Bu kuşakta etnik ve mezhebi çatışmaları minimize edip Türkiye’nin önündeki riskleri azaltmaya çalışacağız.

 

'PKK ve PYD ayrıştırılmaz'

 

PKK ve PYD ayrışabilir mi?

Bunu şimdi mümkün görmüyorum. PYD insan kaynağını PKK’dan alıyor. Eğer 2013’ün Mayıs ayında söz verdikleri gibi PKK unsurları sınır dışına çıkarsa ve silahı tümüyle devre dışına bırakırlarsa tablo değişir PYD ile ilgili. Yoksa şu an insan kaynağı ve mühimmat itibariyle PKK ve PYD’nin ayrıştırılabileceği bir durum yok.

Bir konuşmanızda ‘Terörün belini kırdık’ dediniz. Bunu biraz açar mısınız?

23 Temmuz itibariyle teröre karşı başlattığımız huzur ve demokrasi operasyonlarında çok ciddi mesafeler alındı. Üç örgüte karşı; DHKP-C, PKK, DEAŞ’a karşı operasyona başladık. PKK’ya karşı yürütülen mücadelede dört hedef vardı: Bir, Kuzey Irak’taki kamplar; iki, şehirde terörize edilmiş topluluklar; üç, şehir çevrelerinde mezarlıkların etrafında illegal yapılar; dört, kırsal kesimdeki terörist unsurlar... Önce Kuzey Irak’taki kampları hedef aldık, uzun süre lojistik koridorlar tahrip edildi. İçeride yürütülecek mücadelenin altyapısı hazırlandı. İçeride kritik yerlerde operasyonlar yapıldı, kendilerince şehir gerillaları olarak nitelendirdiklerinin etkisi minimuma indi. İkincisi şehir etrafında yapılan ‘mezarlık’ diyor, yanına da cemevi yapmış, Varto’da o güya mezarlık için yapılan yerlerde her türlü silah ele geçirildi, kaçırılan rehine çocuk kurtarıldı. Bu yapılanmaların hepsi teker teker yıkılacak. Kırsal operasyonlar sonunda birçok yerde örneğin Ağrı’da çok ciddi sonuçlar elde edildi. Ben Yüksekova’ya onun için gittim, askerlerle birlikte olmak için. 23 Temmuz’da bana verilen brifingde tayin edilen hedeflere ulaştık.

Ama en önemlisi ve PKK’yı en fazla şaşırtan şey, halk harekete geçmedi. Terör örgütübekledi ki halk kendilerine destek olacak, kitlesel destek verecek. Aksine halk bu operasyonlara hem açık bir şekilde, hem de zımni olarak susarak destek verdi. Bizim için en önemli gösterge bu. Sokağa çıkması için kitleleri tahrik ediyorlardı fakat birkaç yüz kişi dışında sokağa çıkan olmadı. Bu operasyonun sivil tarafı açısından en önemli göstergeydi. Ben güvenlik görevlilerine şu üç talimatı veriyordum; sivil halka zarar gelmeyecek, kendinizi koruyan tedbirler alacaksınız, bir de teröristleri tasfiye edeceksiniz, yani başladığınız işi operasyonu yarım bırakmayacaksınız. Şu ana kadar PKK’lıların saldırıları sonucu olanların dışında hiç sivil kayıp olmadı hamd olsun. Diyarbakır’da Ulu Cami’de bayram namazında birkaç bin kişi geçti önümden, musafaha ederek, onlarcası eğilip kulağıma dediler ki ‘Allah razı olsun, Allah devlete millete zeval vermesin, devam edin, Allah yardımcınız olsun’... Atmosfer bu. Halk PKK’nın baskısından mustarip. Halk operasyonlara destek verdi. PKK’nın beli kırıldı, bu sebepten bunlar tek tek fevri hamleler yapıyorlar. Entegre bir saldırı yok.

 

'Anketler yüzde 43’ün altında değil'

 

7 Kasım seçim sonuçlarına göre seçmen tercihlerinde değişim var mı? Anketlerden ne gibi rakamlar geliyor?

Anketlerde AK Parti’den kayan oyların geri döndüğüne dair işaretler var. Değişik anketler var. Hiçbirisi yüzde 43’ün altında değil, yüzde 44 olan var... Yani trend değişmeye başladı. Mesele oy oranı değil de Meclis’e 4 partinin girmiş olması. Geçmişte daha az oy oranı ile daha fazla milletvekili çıkartılıyordu. Şu anda daha olumlu bir trend var. Gelen her anket sonucu, bir öncekinden daha iyi bizim açımızdan.

 

"Esad’lı ‘geçiş’ geçişten çıkar"

 

Rusya’nın Suriye’deki tutumu malum; Türkiye’nin tutumunda bir değişiklik var mı?

Bizim Esad ile ilgili pozisyonumuz 3 aşamadan geçti. Aceleci şekilde ‘Esad gitsin’ demedik. 2011 yılında Esad’lı kalıcı formül için çok çalıştık. O zaman Batılılar Esad’ı dışlarken ben gidip 7 saat ‘Bir reformlar silsilesi yapın, biz de sizi destekleriz’ dedim. 2011 Şubat’tan 2011 Eylül’e kadar, Esad’ı reforma teşvik ederek Suriye krizini çözmeye çalıştık. 2011’in eylül ayından 2012’nin temmuz ayına kadar ‘Esad geçiş sürecinde bulunsun, Esad’ın ve muhalefetin onayladıkları kişiler geçiş sürecini yönetsin’ formülü üzerinde durduk. Bir geçiş süreci tanımlayalım, o dönemde Esad geçiş sürecinde kalsın, geçiş süreci tamamlanınca Esad bıraksın. Bunu ilgili ülkelerle konuştuk. Böyle dedik. Ama 2012’den sonra hava saldırıları ve kimyasal silah kullanımı başlayınca, çok büyük bir göç dalgası oluşunca, Suriyelilerin Esad’ı kabullenmeyecekleri anlaşıldı. Biz Esad’lı bir çözümün yürümeyeceğini söyledik. Bugün Esad, Suriye’nin sadece yüzde 14’ünü kontrol ediyor. İçerideki 7-8 milyon yerinden edilmiş ve dışarıdaki 5 milyon mülteci ve Suriyelilerin büyük bölümü Esad’dan nefret ediyor. Onun içerisinde olduğu bir süreci kabul etmiyor. Suriyelilerin kabul ettiği her şeyi biz kabul ederiz ama Suriyelilerin Esad’lı bir formülü kabul etmeleri mümkün değil. Biz bu aşamalardan geçerek Esad’lı bir çözümün yürümeyeceğine karar verdik ve şu anda da kanaatimizi koruyoruz. Esad’ın kalması Suriye’de krizi derinleştiriyor ve DEAŞ’a alan açıyor. DEAŞ gibi örgütler, muhalefetin girmesi gereken alanı dolduruyor. DEAŞ mevcudiyeti Esad’a, Esad’ın varlığı DEAŞ’a yarıyor, birbirini takviye ediyor ve meşruiyet kazandırıyor. Rusya’nın Esad yönetimini desteklemek üzere hava gücü kurması, başka destekler vermesi gerçekten kaygı verici. Bunu Ruslar’la konuşuyoruz. Esad’ın kalışı terörü ve mülteci sorunlarını çözer mi, hayır. Peki ne çözer: Tarafların üzerinde mutabık kaldığı bir geçiş yönetimi oluşması ve ardından demokratik, çoğulcu sivil bir yönetimin işbaşına gelmesi şart. Çoğulcu bir Suriye yönetiminin oluşması şart. Esad ‘Küçük Suriye’yi kontrol edeyim’ diyor. İdlib ve Halep’e yapılan saldırılar sebebiyle Sünni nüfus Esad’ın kurmayı planladığı Nusayri Bölgesi’ne kaçtı, yani Esad’ın kendi planı çöktü. Şu an bir kilitlenme hali var. Geçiş yönetiminde Esad’ın işbaşında olmasının geçiş yönetimini geçiş yönetimi olmaktan çıkartacağı kanaatindeyiz. Bu durum kalıcı bir statüko oluşturur kanaatindeyiz. Bu konuda kanaatimiz değişmedi.

ABD’liler ne düşünüyor? Esad’ın kalmasını istiyorlar mı?

İlginç bir şey, Esad ile reform yapalım dediğimiz günlerde ABD Esad’ı tümüyle reddediyordu, son gittiğimde iki haftalık süre istedik, Esad’ı hemen gayrimeşru ilan etmeyin diye. İki hafta çok, bir hafta bekleriz dediler. Esad’sız formülü gündeme getirdiler. DEAŞ ortaya çıktıktan sonra, ABD’de Esad’ı da bu mücadelede kullanabilir miyiz kanaatinin yaygınlaştığını gördük ama bir kötülük başka kötülükle izale edilemez. Esad’ın bir suçlu olduğunu ve gitmesi gerektiğini ABD’liler söylüyor. 2011 yılında birkaç ayda çözülecek bir sorun iken eğer Türkiye’nin çabalarına destek verilseydi, 2012 yılında bir yılda çözülebilecek bir sorun haline geldi. Şimdi ise Türkiye’nin çabalarına vaktinde destek vermemeleri yüzünden tüm boyutları ile çözülmesi çok daha uzun süreceği görülüyor. Tamamen çözülmüş bir sosyal ve siyasi dokudan bahsediyoruz.

 

'Cerablus-Azez’de 100’er bin kişilik 3 şehir kurabiliriz'

 

Güvenli bölge konusunda hangi aşamadayız?

Güvenli bölge konusu önemli. Güvenli bölgenin kurulmasının tek yolu Özgür Suriye Ordusu’nun, ılımlı unsurların güçlendirilmesi, takviye edilmesi. Bunun için yoğun bir çaba var. Dikkat ederseniz DEAŞ, daha önce bizim sınır hattımızda saldırı kapasitelerini arttırmışlardı. Şimdi onlar püskürtüldü, Mare-Hercele hattının doğusuna itildi. Şimdi Cerablus-Azez hattında DEAŞ güneye doğru da püskürtülürse ki asıl hedef odur. 
Biz, sınırlarımızda DEAŞ’ı da görmek istemiyoruz, Suriye rejimini de.

Maddi taahhüt konusunda bir gelişme var mı?

AB’den gelen 1 milyar Euro’luk bir yardım teklifi oldu. Katılım öncesi mali destek fonları var, o fonlardan verelim diyorlar. Bunu kabul etmek istemiyoruz. Bize katılım sürecinde zaten kendisini geliştirmek için verilecek olan parayı yardım gibi sunuyorlar. Biz Avrupa’ya Türkiye’de toplama kampı olmayacağını da söyledik. Bizde şu kapasite var: Konteyner kent şeklinde, hatta daha kalıcı bir şekilde Cerablus/ Azez arası boşalsa 100’er bin kişilik 3 şehir kurabiliriz. Biz bunu Van depreminde kurduk. Maliyetini siz (AB) üstleneceksiniz, inşasını biz yapacağız. Türkiye’de toplama kampları gibi bir şeyi kabul etmeyiz. Bu insani de değil. Aslına bakarsanız, bunu gururla söyleyelim: Bizim milletimiz çok büyük bir millet. 2 milyon mülteciyi tek bir büyük tepki olmadan ağırlıyoruz. Avrupalılar şimdi şimdi fark ediyorlar bunun önemini, daha yeni anlıyorlar, 3-5 sene geçmiş aradan. Mülteciler krizi Türkiye’nin vazgeçilemez bir ülke olduğunu bütün dünyaya birkez daha göstermiş oldu. DEAŞ ve rejim tehdidinden arındırılmış güvenli bölge çok önemli. Bu konuda bazı Batılı liderlerde Srebrenitsa travması var, bunu gündeme getiriyorlar.

 

Yürüyerek Başkonsolosluğa

 

Başbakan Davutoğlu, New York’ta Almanya Başbakanı Angela Merkel ile görüştükten sonra Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve beraberindeki heyetle yürüyerek, Türkiye’nin New York Başkonsolosluğu’na geçti.

İlgili Haberler