Ekonomi

CHP'nin "İkinci Yüzyıla Çağrı" programı | Prof. Hakan Kara: Geçmişten ders alıp geleceğe yönelik politikaları tasarlamak gerekiyor

03 Aralık 2022 15:43

T24 Haber Merkezi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Ey dünya seninle rekabet etmeye geliyoruz, 3 Aralık’ı bekle” ifadeleriyle duyurduğu ve partisinin olası iktidarına ilişkin vizyon belgesinin açıklandığı “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlıklı toplantıda konuşan eski Merkez Bankası Başekonomisti, akademisyen Prof. Dr. Hakan Kara, "Geçmişten ders alıp geleceğe yönelik politikalar tasarlamak gerekiyor. Türkiye’nin önemli bir deneyimi var" diyerek, 2001 krizi sonrası uygulanan politikaları anlattı. 

Sunumunda, Türkiye'nin ekonomideki sorunlarını, geçmişteki krizlerini anlatan Prof. Dr. Hakan Kara, Merkez Bankası'nın bağımsızlığının önemine pek çok kez vurgu yaptı. 

Kara, “Kolay değil, birikmiş sorunlar var. Sorunları öteleyerek, görmezden gelerek veya içe kapanarak halledemeyiz… Türkiye, sahip olduğu birikim ve beşerî sermaye ile yapabilecek kapasiteye sahip. Yeter ki daha bilimsel normlara doğru dönüşü destekleyen bir iklim oluşsun" diye konuştu.

"Yoksullukla mücadele için kaynak gerekiyor"

Hakan Kara'nın konuşmasından satır başları şöyle: 

"Yoksullukla mücadele için kaynak gerekiyor. Sürdürülebilir bir büyüme, gelir artışı lazım. Ayağı yere basan bir makro çerçeve oraya koymak gerekiyor. Önümüzdeki dönemde bir makro istikrar programının ana bileşenleri, özellikle makro finansal taraftan bakılınca nasıl olmalı, teknik görüşlerimi dile getireceğim. 

Geçmişten ders alıp, geleceğe yönelik politikaları tasarlamak gerekiyor. Türkiye'nin önemli bir deneyimi var. 2001 krizi sonrası uygulanan politikalar. Bu politikalardan alınabilecek dersleri anlatıp, Türkiye'ye özgü, makro finansal tasarım nasıl oluşturulabilir, buna ilişkin görüşlerimi açıklamak istiyorum. 

"2001 sonrası, önce bir enflasyon hedeflemesi uygulandı"

21. yüzyılda ekonomi politikası deneyimi deyince, arka planda MB'nin de başrolde olduğu bir kronoloji de benim aklıma geliyor. 

2001 sonrası, önce bir enflasyon hedeflemesi uygulandı. Bağımsız para politikası ve MB'nin kısa vadeli faizleri temel araç olarak kullandığı, buna da sıkı bütçe politikasının, faiz için fazla ile eşlik ettiği bir program vardı. Küresel kriz sonrasında yaklaşım değişmeye başladı. Finansal istikrar vurgusu öne çıkmaya başladı. Ama arka planda MB'nin faiz politikası üzerindeki kısıtlar o dönemde başlamıştı.

"2019'da Merkez Bankası'nın bağımsızlığının bitmesine tanık olduk"

Para politikasının önemsizleştirilmesi diye tanımladığım dönem var sonrasında. 2017'den itibaren kamu bankaları üzerinden para politikasının bypass edilmesi, 2018'de kanunen, 2019'da da MB'nin bağımsızlığının bitmesine tanık olduk ve içinde bulunduğumuz süreç başladı. 

2021 yılından itibaren KKM, kur rejiminde değişim, kredi politikasındaki değişimle birlikte bir finansal baskılama içinde belki de tarihin en ani enflasyonunu yaşadık. 

1980'lerde, 90'larda; Türkiye dünyanın 5. 10. 20. enflasyonları arasında yer alıyor. Fakat dibe 2001 krizinde vuruyoruz. 

Para politikasının giderek etkisiz hale getirilmesiyle birlikte bugüne geldiğimizde; 2001 yılına geri dönmüş bulunuyoruz. O zamanki sıralamamıza benzer bir yerdeyiz. 

Bu süreçte daha arka planda faize, enflasyona ve dolarizasyona baktığımız zaman; enflasyon ve dolarizasyon el ele gidiyor. Önce 2002'den itibaren aşağı yönlü bir eğilim var. Daha sonra 2011 yılından sonra beraber yukarı doğru gidiyorlar. 

2001'den sonra uygulanan politikalar; sadece enflasyona odaklandığı için, faiz dışı fazla üzerinden bir kurgu yapmaya çalıştığı için arka planda biriken makro finansal dengesizlikler de çok dikkate alınmıyor olabilir. 

"Ya iç dengeyi sağlayabilmişiz ya dış dengeyi sağlayabilmişiz"

Türkiye, 2001-2010 arasında, kendine benzer ülkeler arasında neredeyse en fazla reel olarak değer kazanan para birimine sahip. 2011 sonrasına baktığınızda tam tersi durum söz konusu. Türkiye, en fazla değer kaybeden para birimine sahip. Ya bir uçtayız, ya diğer uçtayız. İlk döneme baktığınızda, enflasyonla mücadelede belli bir mücadele elde edilmiş ama arka planla bazı makro finansal risklerin de birikmiş olması söz konusu olabilir. Kredilere baktığınızda da, borçlanmalara baktığınızda da aynı durum söz konusu. Bunun yansıması da cari açıkta kendini gösteriyor. Reel kurla cari açığı birlikte resmediyorum, ilk on senede enerji dışı cari açıkta önemli bir bozulma var. İkinci on senede cari açık bir miktar düzeliyor ama cari açığı döviz kuru üzerinden çözmeye çalıştığımız için ciddi bir enflasyon problemi ile karşı karşıya kalıyoruz. 

Ya iç dengeyi sağlayabilmişiz ya dış dengeyi sağlayabilmişiz. O döneme bakıldığında bütüncül bir politika uygulanması gerektiği açık. Enflasyonla mücadele ederken, arka planda oluşan dengesizlikleri azaltacak bir makro finansal çerçeveye ihtiyaç var. 

Türkiye'de bir gelgit döngüleri yaşıyoruz. 80'lerin sonundan, dışa açılma sürecinden itibaren büyümeye, finansal akımlara baktığımız zaman el ele gidiyorlar. Birkaç senelik yüksek büyüme döneminden sonra bir çakılma dönemi yaşıyoruz. Bu döngü kendi kendini sürekli tekrar ediyor. Bununla sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir gelir artışı olmaz ve yapısal reformlar içinde gerekli kaynak sağlamak zor olur. Bu tablonun değiştirilmesi lazım. Makro finansal politikaların yerli yerine oturması, Türk ekonomisinin dış şoklara karşı dayanıklığını artıracak mekanizmaların tasarlanmasına ihtiyaç var.

2000'li yıllardan alınan dersleri özetlersek; o yıllarda belli alanlarda başarı elde edilebildi fakat makro dengesizlikleri bütün olarak gözetmediğimiz için o dönem kalıcı olmadı. Bunun ötesine geçmek gerekiyor ve daha bütüncül bir çerçeveye ihtiyaç var. 

"4 ayaklı bir politika setinin uygun olacağını düşünüyorum" 

Nasıl bir makro-finansal politika tasarımı uygun olabilir? Ben 4 ayaklı bir politika setinin uygun olacağını düşünüyorum. 

Para politikasını yerli yerine oturttuktan sonra, 2001 döneminde yapılanları yaptıktan sonra; onun üzerine eklenmesi gereken politika bileşiminden bahsediyorum. Bunun bir bacağını makroihtiyati politikalar oluşturuyor, bir ayağını reel kur ve rezerv politikası, maliye politikası ve yapısal politikalar, bütün bunlar birbirini destekleyecek şekilde devreye sokulmalı. 

1-Makroihtiyati politikalar: Bundan kastım; risklerin birikimini sınırlayan ve sürdürülebilirliği temin eden yaklaşım. Kredi büyümesi, konut fiyatlarındaki artışlar, bunları takip edip bu risklerin birikmesini sınırlayıcı araçların tasarlanması. 

Son 10 yılı dikkate aldığımızda alınması gereken en temel ders; makroihtiyati politikaların, faize ikame olarak kullanılmaması gerektiği. Bu çerçeve, risk birikimini önleyici olarak kullanılmalı. Önce faizi doğru yere oturtacaksınız, MB'nin işini yapmasını sağlayacaksınız. Faiz politikasının yetişemediği yerlerde de makro ihtiyati politikaların devreye girmesi gerekiyor. Makro ihtiyati politikalar işe yaramadığı gibi, MB'nin de itibarını zedeleyerek yüksek enflasyonla baş başa kalıyoruz. 

2- Döviz kuru politikası: 2001 sonrası uygulanan politika bileşimine baktığınız zaman; dalgalı döviz kuru rejimi ve MB'nin aşırı oynaklıkları söz konusuydu. Döviz kuru bir ekonomideki en önemli görevli fiyattır. Hiçbir ekonomi politikası bunu gözardı edemez. Döviz kurunun, finansal istikrarı tehdit edecek şekilde iktisadı temellerden saptığı dönemlerde, bunu giderecek bir takım likidite araçları ve MB'nin rezerv politikasını da devreye sokarak, bunu önleyebilecek ve sürdürülebilirliğini temin edecek bir çerçeveye ihtiyaç var. Türkiye zaten rezerv yeterliliği anlamında diğer ülkelerden geride. Önümüzdeki dönemlerde faizde bir normalleşme olursa, rezerv birikiminde önemli bir alan bulunuyor. 

3- Maliye politikası: 2001 yılından sonra uygulanan politikaya baktığınız zaman; bütçenin iki yakası bir araya getirildi, enflasyonla mücadeleye önemli katkı sağlandı. Bir sonraki aşamada bu bir kalkınma politikasına dönüştülemedi. Önümüzdeki dönemlerde belki maliye politakalarının tasarımında daha detaylı, kapsamlı, kalkınmayı destekleyecek bir politika anlayışına ihtiyaç var. Vergi kompozisyonunda adaleti ön plana çıkarıyorum, dolaylı vergilerin payını düşüremedik. O yıllardaki haliyle kaldı. Teşvik ve desteklerin verimliğini önemsiyorum. Vergi teşvikleri, prim teşvikleri, kredi teşvikleri var. Bunların etki analizinin yapılıp, geri bildirimlerle birlikte yeniden tasarlanmasında fayda var. Kazanım ve kaynak yaratımı için bu çok önemli bir alan. Bunun sanayi politikası ile birleştirilmesi çok önemli. 

"Sorunları görmezden gelerek, öteleyerek, içe kapanarak halledemeyiz"

Bütün bu politikaların yapısal alanda desteklenmesi gerekiyor. Yapısal reform deyince klişe bir terim. Spesifik olarak, enflasyonla mücadeleyi merkezine alan bir politika tasarımı oluşturulacaksa, birkaç yapısal düzenleme önceliği akla geliyor. Bunlardan biri tarımsal arz yönetimi, tarımda verimliliğin artırılması; gıda fiyatlarının düşürülmesi açısından çok önemli. 

Kolay değil, birikmiş sorunlar var fakat sorunları görmezden gelerek, öteleyerek, içe kapanarak halledemeyiz. Türkiye'nin 40 yılı aşkın bir dışa açılma deneyimi var. Buradan artık sert bir şekilde geriye dönüş çok zor. Bununla yaşamasını ve buradan gelebilecek olumlu faktörleri öne çıkaran, olumsuzları dengeleyen araç tasarımına ihtiyaç var. Bunları yaparken, ülkeye özgü ihtiyaçları gözetmek ve geçmişten alınan dersleri de içselleştirmek lazım. Dışarıdan şablon şeklinde gelen politikaların sürdürülebilir olmadığını gördük. 

Türkiye, sahip olduğu birikim ve beşeri sermaye ile bunları yapabilecek kapasiteye sahip. Yeter ki bilimsel normlara dönüşü destekleyen bir iklim oluşsun."