Haber sitesi “Diken” yeni yargı paketinin TBMM’den geçtiğini duyuran haberine “Artık hepimiz makul şüpheliyiz” başlığını atmıştı; P24 olarak aynen katılıyoruz.
Evet, beklenen oldu. Ya da şöyle diyelim:
Türkiye gibi özgürlüklerden nasibini bir türlü tam alamayan, otuz küsur yıllık askerî darbe anayasasını bir türlü yırtıp atamayan bir ülkede bile “demokratikleşme” iddiası korunduğu sürece olmaması gereken, ileri bir demokraside ise zaten asla olamayacak olan şey oldu.
TBMM Genel Kurulu’nun 2 Aralık 2014’te 17 ret oyuna karşılık 211 oyla kabul ettiği, “Adalet ve Kalkınma Partisi” damgalı kanun teklifiyle, Türkiye’yi yönetenler kendilerini bundan böyle “demokratikleşme”yi bir iddia, bir heves olarak bile ağızlarına alamayacak, aldıklarında gülünecek hale getirdiler.
Yeni düzenlemede, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun polise arama yetkisi veren bölümünde, “kuvvetli” yerine “makul” şüphe kıstasının karşılanması yeterli kılınıyor. Eskiden “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa” polis, bir şüphelinin üstünü, eşyasını, evini, işyerini arayabilirken şimdi bunun için “makul” şüphe, yani “kuvvetli olmayan” ve “delillere dayanmayan” şüphe yeterli sayılacak.
Hükümetin Gülen cemaatiyle savaşında bir silah olarak eline aldığı bu tehlikeli yetkinin, hükümeti rahatsız eden her vatandaş için kullanılabileceği aşikâr. Böyle bir yetkinin ancak askerî rejimlerde ve polis devletlerinde benimsenebileceği de keza.
Lafı dolandırmaya hiç gerek yok. Bu, özü itibariyle bir sıkıyönetim düzenlemesidir.
TBMM, 2014’ün sonuna yaklaşırken “Yeni Türkiye… Yeni Türkiye” demekten hiç bıkmayanların önderliğinde eski mi eski, tehlikeli mi tehlikeli bir yolda kocaman bir adım attı. Bu adımla polis her an hepimizin kapısına dayanma, mahremimizi karıştırma hakkını kendinde bulabilir.
Yeni yargı paketinde “şüpheli” sayılmak için delil aranmaması ile de yetinilmedi. Soruşturmaya uğrayacak kişiler hakkındaki deliller, artık avukatlarından gizlenebilecek. Düzenleme, “soruşturmanın amacının tehlikeye düşebileceği” durumlarda avukatların delil görme yetkisini kısıtlıyor.
Türkiye’yi yönetenler artık “Biz hukuk devletiyiz” dediklerinde gülmemek hakikaten imkansız. “Delilsiz arama, delilsiz soruşturma” esasına dayanan bir hukuk devleti ancak bir oksimoron olabilir.
Paketin bir diğer bölümünde ise, “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, Cumhurbaşkanına suikast” ve benzeri suçlarla birlikte “anayasal düzene karşı suçları işlemek için anlaşmak” diye son derece muğlak bir tarife oturtulan hallerde, şüphelilerin mal varlığına el konmasına imkân tanınıyor. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarına “darbe” gözüyle bakan zihniyetin, bu muğlak tarifi o soruşturmayı başlatan ve destekleyen herkese uydurması pek de zor olmayacaktır.
Velhasıl, Türkiye parlamenter tarihinin en karanlık günlerinden birini geride bırakıyoruz. Önümüzdeki günler ise sıkıyönetimler ne kadar ışıklı olursa ancak o kadar ışıklı!
Mesleklerini her şeye rağmen bağımsızca sürdürmeye çalışan gazeteciler olarak hepimize her zamankinden fazla görev düşüyor. Polis devletini, sıkıyönetim düzenlemelerini eleştirmek ve hükümeti girdiği yolun korkunç sonu konusunda uyarmaya azimle, inatla devam etmek gerekiyor.
Hükümetin, bu sıkıyönetim paketini sadece geçmiş hesaplarını görmek için çıkardığını düşünmek de doğru olmaz. Bu aynı zamanda, geleceğe dönük bir korkutma, sindirme, sansüre, otosansüre zorlama paketidir.
Gazetecilik ise tanım icabı buna direnmekle yükümlü bir meslek.
Susmayacak olan gazetecilere bedel ödettirilmez mi? Hükümet bunu yapmayı denemez mi? Deneyebilir, denedi, deneyecektir! Ama her denediğinde de, Türkiye’de ve dünyada demokrasi ve hukuk devleti normları içinde düşünen herkesi karşısına almaya devam edecektir. Giderek kalabalıklaşacağız yani. Ne demişler, birlikten kuvvet doğar. Zaten artık hepimiz makul şüpheliyiz!