10 Eylül 2019

Namaza yaklaşmayın!

Bu delirmiş kesimler aklını başlarına toplamazsa kendi çocuklarını da cehennem ateşine atacaklar

Arthur Koestler’in 13. Kabile adlı kitabında, dönemin bir Arap seyyahı, Hazar Türk Devleti’ni anlatır. Bu halkın çeşitli özelliklerini sıraladıktan sonra ‘’Bir de tuhaf adetleri var’’ der: ‘’İçlerinden biri herhangi bir yeteneğiyle sivrildi mi ‘’Bizden çok Tanrı’ya yaraşır diye tutup asarlar.’’

Bence bu özellik çağlar içinde kaybolmadı. Ernst Reuter’in harika tespitinde olduğu gibi bu toplumda hâlâ ‘’Değerliler önemsiz, önemliler değersiz.’’

Çünkü büyük şair Nefi’nin sözüyle Allah bize çeşme-i irfanı haram kılmış. En nefret ettiğimiz şey bilgi, öğrenmek ve düşünmek.

Yunus Emre’ye yaka silktiren Molla Kasımlarla dolu ortalık.

***

Bunu bana ne düşündürdü biliyor musunuz:

Şirin Payzın’ın ile T24’te yayınlanan söyleşi.

Bu söyleşi Zafer Köse kardeşimin benimle yaptığı konuşmalardan oluşan, Türk kimliğini, İslam’la ilişkimizi, Batı’yla bitmeyen mücadelemizi ele alan 425 sayfalık bir düşünce kitabı üstüne yapıldı. Zaten alt başlığı da  ”Batı’nın Kibri ile Doğu’nun Cehli Arasında’’

İyi ki Türkiye’de ciddi bir okur kesimi de var: Kitap konusunda Batı ülkelerini kıskandıracak kadar iyi konumdayız. Yayıncılar Birliği raporuna göre dünya sıralamasında 11. kitap ülkesiyiz.  Bize bu unvanı kazandıran okuryazarlara selam olsun.

Bu insanlar bizim kültür elitimizdir, düşünce elitimizdir. İftihar etmemiz gereken insanlardır.

***

Bir de her konuda olduğu gibi düşünce ve kültür alanında da “lumpen’’ler var.

Bu kültür lumpenleri kitap okuma yeteneğine sahip değildir. (Başları ağrır) Hele kitaplar ve düşünceler arasında  kıyas yapma birikimi, onlara Kaf Dağı kadar uzaktır.

En kabadayısı internette itiş kakış yapar. O gördüğünüz hesapların arkasında kim var bilemezsiniz. Birikimli, düzgün insanlar olabildiği gibi lumpenler de bir ya da birkaç hesap sahibidir. Bir âlimin yorumuna bir zalim cevap verebilir. Büyük olasılıkla her katilin, her tecavüzcünün, her pedofilin bir hesabı var ve aklına geleni yazabilir.

Buna demokrasi demeyin lütfen. Gerçek demokrasi, güçlü kurumlarla denetleyerek kuralları en sıkı biçimde işleten rejimdir. Ötesi Patrona Halil, Kabakçı Mustafa’dır.

Basının susturulduğu bu dönemde sosyal medya nefes borumuz oldu ama her silah gibi tehlikeleri de birlikte getirdi.

Gelelim kültür ve internet alanındaki lumpenliğe.

Asla kitap okuyamayan bu kesim aslında T24’ü de okuyamaz ama buradan Twitter’a aktarılan bir başlığı görebilir ve o anda işkembe-i kübradan sallama şehveti kabarır.

Lafın yarısını anlar ki bu hiç anlamamaktan daha tehlikelidir. Çünkü hiç anlamayanın safiyetini de yitirmiştir çoktan.

***

Uzun söyleşi içinde Atatürk’ün el yazısıyla kayıtlara geçen önemli bir cümlesine değindim. ‘’Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.’’

Bazı orduevlerinin duvarlarına da yazılmış olan bu müthiş değerlendirmeyi Atatürk, büyük entelektüel birikimi ve teorik bilgisiyle yaratmış. Halkın ulusa dönüşümü sürecini ve bu ülkenin etnik kökene dayanarak kurulmadığını olağanüstü biçimde ifade etmiş.

Gelin görün ki bırakın yazıyı, cümlenin tamamını bile okuyamayan birileri “Hiç böyle bir söz duymadım!’’dan başlayıp (kendilerinin duymadığı her bilgiyi gerçek dışı sanıyorlar), Orta Asya’ya kadar gitmişler.

İmparatorluk yıkıldıktan sonra üç kıtadan son sığınağımız Anadolu’ya gelen;  dili, mezhebi, kültürü, yemeği, müziği ayrı Osmanlı tebaasından kaynaşmış bir ulus yaratmak, Belgrad’dan gelenle Halep’ten geleni aynı potada birleştirmek için söylenmiş bu dahice sözü anlamak için üstün bir zeka gerekmez, ama kirlenmemiş duygularla, sağlıklı bir ruhla okumak gerekir.

Birbirini ‘’muhacir, ‘’gavur’’, “dağ Türkü’’, ‘’Arap uşağı’’, Acemi (koskoca Acem kültürünü hem de), Laz kafası, gavur İzmir, suyun öbür yüzü vs. gibi onlarca sıfatla aşağılayan bir karmaşadan modern bir ulus devlet yaratmak azminin ifadesi bu sözde saklıdır.

Bugün Atatürk’ün, Cumhuriyeti yaratan güce Türk halkı değil de neden “Türkiye halkı” dediğini, millet için ise neden “Türk Milleti” ifadesini kullandığını anlayabilsek, bu kadar evladımızı kaybetmezdik.

***

Ama mesele bundan da öte.  Bir söyleşi vesilesiyle anlatmak istediğim şey; Türkiye’nin kutuplaşma zehriyle geldiği delirme noktası.

İspanya’da babanın oğlu öldürdüğü kutuplaşma bir günde başlamadı, Viva La Muerte (yaşasın ölüm) çığlıkları durup dururken yükselmedi, karşılıklı bir nefret birikimi sürecinde ortaya çıktı. Ve sonuç: Bir milyon ölü, yanmış yıkılmış  şehirler ve çok uzun sürecek bir dikta rejimi.

Ağzımdan yel alsın ama biz de bu akıl tutulmasına dörtnala gidiyoruz galiba.

Yıllardır yaşadığımız şey şu: Aybüke öğretmeni, Eren Bülbül yavrumuzu, Necmettin öğretmenimizi ve daha yüzlercesini PKK katlediyor, en ağır kelimelerle suçluyoruz, lanetliyoruz.  Hemen itirazlar yükseliyor. Ama devlet de ne kadar öldürüyor biliyor musun?

Evet, biliyorum kardeşim.

Zaten bildiğim için Uğur Kaymaz yavrumuzdan, Cizre’de, Şırnak’ta katledilenlerden söz ediyorum. O zaman da başka bir kesim diyor ki: Ama PKK’nın öldürdüklerini görmüyorsun.

Görüyorum kardeşim, hepsini görüyorum ama kusura bakmayın çocuk cesetleri üzerinden siyaset yapmayı, ölen çocuğu şu kesimden bu kesimden diye ayırmayı dünyanın en aşağılık davranışı olarak niteliyorum.

Benim yaşım zaten geçti ama bu delirmiş kesimler aklını başlarına toplamazsa kendi çocuklarını da cehennem ateşine atacaklar.

***

Düşünce emek işidir, kılı kırk yarmayı gerektirir, sürekli ‘’acaba’’ sorusuyla ilerler; militanlar-müritler-fedailer, canlı bombalar, troller, fanatikler düşünemez.

Gelelim namaz bahsine.

Yazının başlığı niye namaza yaklaşmayın biliyor musunuz:

Birileri hemen atlayıp “Aa bak laikler namaz kılmayın dedi’’ tuzağına düşsün diye.

Belki bir akıllı adam da çıkıp der ki: Hemen atlama evladım, Kuran-ı Kerim Nisa Suresi 43. Ayeti hatırlatarak, emri tam anlayın demek istiyor: Ne deniliyor ayette: Ey inananlar, namaza yaklaşmayın ne söylediğinizi bilmeyecek kadar sarhoşken ve yolda değilseniz yıkanıncaya dek cünupken.

***

Coşkun bir çağlayanın yanına bile gitsen alabileceğin su testin kadardır kardeşim. Onun için biraz oku, testini büyütmeye bak.


 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Mihail Sergeyeviç Gorbaçov

Ne kadar güçlü olursa olsun, bir tek kişi, Kızıl Ordu’ya, Komünist Partisi’ne ve köklü Sovyet sistemine rağmen ülkenin sonunu getirmiş olabilir miydi?

Altay Cengizer'in açık mektubuna cevap

Kitabı eleştirin, yararlanırım ama ekranlarda tartışanların çoğu gibi doğrudan doğruya kişiye saldırma ve onu küçük düşürmeye çalışma yolunu seçmişsiniz. Tam bir şark taktiği. Ayrıca öfkelisiniz, sakin olun, bir kitap üzerine tartışabiliriz tabii ama bu sinirli ton iyi bir şey değil

Oya Baydar için...

Yıllardır ezilenlerden yana tavır almış, bu yüzden bedeller ödese de ideolojik ve tarihsel saplantılara kapılmadan "insan"ı ve haklarını merkeze alan anlayışla unutulmaz bir örnek oluşturmuştur