Bir zamanlar Doğu Berlin diye bir şehir vardı, ve o şehirde Amerikalı asker babası onları terkettikten sonra, mesafeli annesiyle küçücük bir apartman dairesinde yaşayan, kendini avutmak için fırının içinde radyodan rock dinleyerek büyüyen duygusal, hayalperest bir çocuk, Hansel Schmidt…
Yıllar geçer, Hansel kadın olur, Amerikalı bir askerle evlenir, Amerika’ya taşınır, kocası tarafından bir erkek için terkedilir. Hansel Hedwig adıyla bir dragqueen olarak sahne almaya başlar, çocuk bakıcılığı yaptığı bebeğin ağabeyi Tommy’e aşık olur, ona bütün bildiği şarkıları öğretir.
Tommy Hedwig’in şarkılarını çalarak yıldız mertebesine yükselir. Artık Hedwig kocası Yahudi dragqueen Yitzak ve grubu Angry Inch’le Tommy’nin peşinde onun turneye gittiği şehirlerde küçük yerlerde sahneye çıkmakta ve şarkılarla hikayesini anlatmaktadır. Şimdi de Zorlu’da konser veren ergen kızlarla geylerin starı Tommy Gnosis’in peşinden İstanbul’a gelmiş Trump’ta sahne alıyor!
Kazan Dairesi’nin sahneye koyduğu “Hedwig and the Angry Inch” prömiyerini 1998’de off-Broadway’de yapmış bir glam-rock müzikali. 2001 yapımı filmi İstanbul’da da bir festivalde gösterilmişti. Müziği Stephen Trask’e hikayesi John Cameron Mitchell’e ait Obie ve Tony ödüllü müzikal tiyatro sahnelerinden önce ilk çıkışını ve geliştirilmesini New York’un Squeezbox isimli drag-punk kulübünde yaşamış. Müziklerinin ilhamını ise David Bowie, Iggy Pop, Lou Reed gibi queer punk rockçılardan alıyor.
Kazan Dairesi’nin prodüksiyonunda Hedwig’i/Tommy’i Yılmaz Sütçü müthiş bir başarıyla canlandırıyor. Sahneye ilk adımını attığı andan itibaren çok az oyuncunun gerçekten sahip olduğu o özel büyüyle seyirciyi yakalayıp hikayesini dinlettirirken şarkıları da güzel sesiyle şahane yorumluyor. Şarkı sözleri çok iyi çevrilmiş, bu da Yılmaz Sütçü’nün eseri. Yitzak’ı oynayan Ayşe Günyüz de hem çok yetenekli bir oyuncu hem de çok iyi bir ses. Bu ikilinin sahnede tutturduğu kimya canlı orkestrayla ve güzel kotarılmış sahne arkası görselleriyle birleşip seyirciye kah keyifli kah hüzünlü bir iki saat yaşatıyor. Doğu Berlin’den Kansas’a, kadınlardan erkeklere, kadın-erkek, erkek-kadın, trans, gey, genderqueer tüm cinsiyet ifade biçimlerine, glam-rock’un babalarına, yalnız çocukluklara uzanan rengarenk, zengin öykülerle dolu, capcanlı bir iki saat.
Yönetmen Barış Arman iki oyuncusunun, özellikle de yükün çoğunu üstlenen Yılmaz Sütçü’nün yeteneğine çok güvenmiş olacak, pek bir reji yapmamış. Bu aslında müzikalin biraz trash, biraz stand-up ve hafif emprovize havasına uyuyor, yalnız stand-up kısımların biraz sarktığı oluyor. Bir de sonunda, Hedwig Tommy’e, Yitzak da kadına dönüştüğünde, yani şov bir bakıma queer kimliğinden sıyrıldığında sanki büyü bozulmuş gibi oluyor ama bu bizim prodüksiyonla değil orijinal hikayenin dramaturjisiyle ilgili bir sorun. Hedwig and the Angry Inch iki kişilik kast ve küçük bir orkestradan oluşan kompakt haliyle ufak bir sahneye kocaman, karmaşık ve rengarenk dünyalar sığdıran, kesinlikle kaçırılmaması gereken bir müzikal.
Fakat keşke Trump Towers denen alışveriş merkezi cehenneminde değil mesela Beyoğlu’nda bir barda sahnelenseydi. Trump’ta o sahneye ulaşana kadar kötü müzik eşliğinde önünden geçilen mağazalar, plastik çocuk oyun yerleri, fast foodcular, yapay ışıklarla dolu, her alışveriş merkezi cehenneminin insanda yarattığı fazla uyarana maruz kalınmışlık yorgunluğuyla izlenmeyi haketmiyor çünkü.
Alışveriş merkezlerin yapay, plastik, sevimsiz dünyasıyla tiyatronun büyüsü asla bağdaşmıyor. O salonlara yazık deniyorsa, alışveriş merkezi korkunçluğuna maruz kalmadan salonlara geçebilmek mümkün kılınsın, arkadan direkt salonlara açılan kapılar yapılsın. Aslında en iyisi, onlar sinemaya dönüşsün, şu an yıkılmakta ya da çürümekte olan Muammer Karaca, Taksim Sahnesi, AKM gibi salonlar geri kazanılsın ve tiyatro içine tıkıldığı AVM kabusundan kurtulup Beyoğlu’na geri dönsün.