“Ben başında mücevherler taşıyan bir sanatçıyım, çakıl taşları ile beş taş oynayamam” der Macide, kendisine TV dizilerinde rol teklif edenlere. Otuzun üzerinde kadını ve hep kendinden yaşlı kadınları oynamış başarı ile, ama İbsen’in üç dev karakterini oynamış ya, hem de ne oynayış, ona yeter.
Başında mücevher taşıması ne bir latifedir, ne de kibir dışavurumudur. Bilen bilir, bilmeyen bir tutam mercimek sanır. Olmuş ve ismiyle müsemma bir sanatçının seçici ve gelecek kuşaklara örnek olmak doğal hakkı; zorunluluğu desem kızar şimdi. Yargıdan ve eleştiriden muaf olma hakkı ile de ilgilidir bu mücevherli özlüsöz. Sanatçının bağımsızlığı ile, itaat kültüründe boyun eğmek istemeyişi, ödün vermeden başı dik yürümek istemesi ile ilgilidir. ‘Cevahir’, Osmanlı Türkçesinde erkeklere konan bir isimdir, bugün İstanbul’un en işlek merkezlerinden birinde içinde tiyatro sahnesi barındıran bir tüketim tapınağıdır da. Macide nice erkekleri de ayakta tutmuştur sanatı ile ya, Cevahir sahnesine işte bu sebeplerden onun adı verilmelidir.
Çünkü seyircinin ve “imandır” diye nitelediği tiyatronun onu getirdiği zirvedeki sahnesinde hep kendisinden büyük, hep acılı kadın karakterleri oynarken seyirciyi hiç aldatmamış, oyunculuk anlayışına uygun olarak o karakterler olmuştur. Sebebini de şöyle açıklıyor: “Her gece anlayan bir seyirci vardır. Yoksa, ben varım.” Kendime ihanet edemem, demek bu. Bu yüzden işte, ne Türkçe’nin geçiştirilerek, özensizce kullanılışını, ne de oynadığı oyunlarda fark ettiği çeviri hatalarını görmezden gelebilir. Adı cadıya çıkacaksa çıksın, onun adı Macide. Haysiyetli kişi, böyle davranmak için doğmuştur. Haysiyetli olmak icazetini Mustafa Kemal Atatürk’ten, sırtını dayadığı, ona özgüvenini kazandıran babasından, sonra da Muhsin Ertuğrul gibi hocalarından almıştır.
Seçilmiş kişi olduğu doğuştan belli insanlar varsa, biri de Macide’dir. Kendisi buna inanmaz, güler geçer ama öyledir. Sırtını babasının ona güvenine dayadığını abartmadan söyler. Hem operayı hem tiyatro sınavını kazandığında babasının kendinden emin başını öne eğerek “tamam” jesti ile karşılık verişini “o kadar” diyerek yorumlayan Macide, babasının bu yalın tepkisinde bir babanın kızına güvenini özetlediğini iyi bilir. Tıpkı Fethi Naci’nin babasının, Fethi Bey polis tarafından götürülürken, “Senin oğlun komünist” diyen polise, babasının onun sırtını sıvazlayıp “Benim oğlum ne yaparsa, iyi yapar” demesi gibidir.
Erenköy Kız Lisesi'ni bitirdikten sonra, zengin bir ailenin gelini olmak ya da felsefe okumak yerine, babası İbrahim Bey’i dinlemiş: “Yüzlerce felsefeci var, binlerce zevce var. Bu memleketin mektepli sanatçıya ihtiyacı var, olabiliyor musunuz?” diye sormuş babası Macide’ye? “Emredersiniz efendim, nasıl olayım?” diye karşılık vermiş ve kendisini Muhsin Ertuğrul’un karşısında bulmuş. Yetenekli olduğu hemen anlaşılmış, hem operayı, hem oyunculuğu kazanmış. Tiyatroda karar kılmış. Tiyatroyu iman bilmiş. Haysiyet başöğretmenimizin beslenme çantasında Mustafa Kemal, babası İbrahim Bey ve Muhsin Ertuğrul ilk üç sıradadır.
Pendik istasyonunda iki büyük olay yaşamış Macide. Geleceğin sanatçısı olarak Ankara'ya uğurlanmış, efsaneleşmeden önce. Ama anlatmaya doyamadığı asıl Pendik anısı o daha 7 yaşındayken, "Canım benim, bitanem" dediği Atatürk'e 6 Ağustos 1929'da çiçek verişi. Macide'yi süsler püslerler. Macide Atatürk'ün yüzüne bakınca sözlerini unutur ve utancından altına kaçırıverir. Atatürk onu kollarına alır kaldırır, “Benim kızım olur musun?” diye sorar. Evine dönünce, Macide diş fırçası ve geceliğini alıp kapıya yönelirken babası “Ne o, bizi bırakıyor musun?” diye sorunca gidemez. Daha sonra, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım rolünü iki kez oynayacaktır. Zeki Müren onu sahnede izledikten sonra ayağa kalkıp alkışlamış, ayaklarına bakarak. Macide, niçin yüzüme bakmıyorsunuz diye sorunca da, “Sultanım, ben kimim ki sizin yüzünüze bakayım,” karşılığını almış Müren’den. Aynı kafa içinde üç Macide 89 yıldır yaşıyor. Daha çok yaşasın dilerim.
“Herkesten çok büyük sevgi, saygı gördüm ama kendimi en çok ben kendim saydım.” Böyle bir cümleyi söyleyebilecek kaç kişi vardır? İşte bu yüzden, Cumhuriyetimizin haysiyet başöğretmeni olduğu için de, Ankara’daki Akün Sahnesi Macide Tanır Sahnesi olmalıdır. ‘Haysiyet’, öğrencilerimin öğrenmekte güçlük çektiği “gerçek birey” olmak bilincinin olmazsa olmaz ilk önkoşuludur. Diğer iki önemli önkoşul, özgürlük (bağımsızlık) ve vefadır. Haysiyetli olmayı öğrenmiş kişi, kendisinin ve onu haysiyetli yapanların yol kazandırdığı sanatının özgürlüğüne, başkalarının özgürlüğüne ve kimliklerine, haklarına saygılı olmayı ve ona emek verenlere vefalı olmayı da bilir. İnsana, gençlere bu doğrultuda örnek olabiliyorsanız, siz de gelecek kuşaklara haysiyetli bireyler olmayı öğretiyorsunuz demektir.
Macide benim simurglarımdan biridir ve onun evine kabul edilmek, elinden çay içmek, ona dondurma ve gün kurusu almak beni onurlandırır. Bize can verenlerin, hep canlı tutulması gereklidir de ondan. Simurglar ancak böyle ölümsüzleşirler. Onları hatırlayan son kişi de yitip gidene kadar ölümsüzdürler.
Bu yazıyı yazmadan önce Genco Demirer’in Tiyatro Tiyatro dergisi için hazırladığı “Sahnede Bir Ömür” isimli o değerli belgeselini bir kez daha izleyeyim diye koydum DVD gösterire. İzledim, ağladım. Derken elektrik gitti. Telefon edeyim Macide’ye, müsaitse gideyim. Aradım. Saat 17.00 gibi anlaştık. Ben Yusuf dedim, Yusuf Eradam dedi.
Macide Tanır’ı bir kez daha gündeme getirişimin sebebi 89 yıllık Cumhuriyetimizin yaşında ve aydınlık yüzü oluşu ve 2008’den bu yana çığırından çıkan iktidar oyunları ile hastalanması ve Haberal’ın hastanesinde bakıma alınmasının ardından 1 Nisan 2011’den itibaren de evinde dostlarının ziyaretine açık olduğunun bilinmesini istememdir. İlk ziyaretimde “vardığım nokta hiçlik” demeseydi, telaşlanmazdım. İkinci ziyaretimde baktım salona çıkmış, dostları ile yine sohbette, şakalaşıyor eskisi gibi. Dostlarının, komşularının ve tüm varlığını bağışladığı Türk Eğitim Vakfı yetkililerinin ilgi ve bakımı altında şimdi. İyileşip ayağa kalkacak, Haziran’da seçimde oyunu atacak. “Azim abidesi!”olacak Macide’nin yeni adı.
Elizabeth Bishop’ın şiirlerinden okura geçen kaygıyı bilir misiniz? “Sadece gözlem yapıyorum diye ya dışlanırsam?” kaygısı. Macide’nin böyle bir kaygısı hiç olmamış gibidir. Ödün vermeyen tavırları ile dışlanma, dışarıda kalma kaygısı onun semtine uğramaz. Haysiyetli yaşadığını bilen kişi, ödülü de bedeli de soğukkanlılıkla karşılar.
18 Nisan ziyaretimde hep yaptığım gibi çaldım kapısını. Ürkerek ve usulca. Poe’nun kuzgunuyum sanki. “Bir kitap daha yazacağım. Öyle önemli şeylere tanık oldum ki” dedi. Sonra da “Dondurma istiyorum, sade sapsade”. (emri yerine getirildi, yedirildi). Elimi tuttu, öpücük gönderdi, elini öpmeme izin verdi, dondurma almaya gidiyorum deyince yattığı yerden bir eliyle şıkıdım şıkıdım yaptı.
Beni görünce, gözlüğünü çıkardı, Cumhuriyet gazetesini okumaya ara verdi. Koluna dokundum, sevdim. Gözlerimin içinden ayırmadı gözlerini. Samimiyetimden emin olmak ister gibiydi.
Yatak odası penceresinden baktım: “Aaa, ‘sen antuan’ görünüyor’ dedim, ilk kez giriyorum ya bu odaya.
“Sentantuan” diye düzelterek ulama (liason) yapmadığımı anımsattı. Doğru ya, diyerek hatamı kabul edince de, bütün canını toplayıp “bu da sana kapak olsun” ayıp jesti ile beni güldürdü. Yanından ayrılırken, “Emriniz var mı?” diye sordum. Böyle sorarsanız, böyle sormamanız gerektiğini “Var” diyerek belli eder. “Nedir peki, emriniz nedir?”
“Kız Kulesi’nin karşısında yüzen bir ev istiyorum” deyince, peki dedim, ondan kolay ne var. Halılar kilimler toplanmış, bir yere mi gidiyorsunuz Macide?
22 Nisan ziyaretimdeyse başka dostları da vardı. Yataktan kalkmış, salondaki koltuğuna oturmuş misafirleri ile sohbet ediyordu. Pek güldük. Siyasilerden birileri kapışmışlar da, ah keşke biraz daha da kapışsınlar diye tırnak sürttük. Cıdır da atalım dedim, Niğde, Bor ağzımla. Bilmiyormuş bu yerel deyimi. Anlattım, diğerleri kapışsınlar diye bir çeşit nifak tohumu ekmektir. “Öfkeyi tahrik eden nokta” diyor sözlük.(Bkz.http://tdksozluk.tumgazetemansetleri.com/anlami/c%C4%B1d%C4%B1r-ne-demek.html)
Cıdırı atarsınız, sonra kenara çekilir tırnak sürtersiniz ki iyice kapışsınlar. Pek güldü. “Güzelmiş” dedi.
Çayın yanında gelen bisküviyi ısırırken ben, “Bir kırt süresince düşündün” dedi. Efendim? “Isırırken, düşünür insan” diye ekledi.
“Sizin hakkınızda haddim olmayarak bir yazı daha yazıyorum Macide Hanım” dedim.
“Estağfurullah. Bizi buluşturan, seviştiren de sizin bu zarafetiniz işte,” dedi. Şimdi, bunu yazarken yine ağlıyorum. Tophane’den bana doğru “Goool” çığlıkları geliyor. 24 Nisan 2011, Pazar. Alem top peşinde. Ya ben? Sivas’ta, Madımak’ta yitirdiğimiz dostum Behçet Aysan’ın dizeleri çınlıyor kulağımda: “Kara bir hayatın ortasında/ şimdi yitik zaman peşinde.” Macide ve tüm simurglarım ile birlikteyim. Bu kara günler de geçecek, umuyorum.
Yazımın başlığını söyleyince kendisine, kostaklanıyormuş gibi omuzlarını oynattı. Misafir hanımları gösterip “Kıskanırlar şimdi” dedi. “Böyle şıkır şıkır oynadığınızı yazmayacağım ama dedim. Kaşlarını kaldırıp, ‘yazma sakın’ mimiği yaptı. Yazar mıyım hiç.
Evime dönerken Kız Kulesi’nin fotoğrafını çektim. Eminönü-Üsküdar hattının vapurlarından birine adının verildiğini görse de Kız Kulesi yanından geçse her gün.
Arkasında, Edgar Allan Poe’nun kuzgunu gibi tek kara tüy bırakmaz Macide.
Oysa kargalar bastı her yanımı Macide. Kalk gidelim Dolmabahçe’ye. Çevredeki masalar yine “A, ben bu sesi bir yerden tanıyorum” diye atlasınlar. Sen yine kız onlara, “Tiyatrocu değilim, ben oyuncuyum” diye ver derslerini. Özenli, incelikli, haysiyetli olmayı öğret yine herkese. Kim ne derse desin. Atana yakın ol. Sen kahveni iç, ben çayımı. Denize bakalım. Gelecek güzel günlerden söz edelim. Kalk Macide. Ben sütümü içtim, sen de azıcık yemek ye de canlan biraz daha. Manolyalar da açar yakında. Dokunmadan sevelim manolya çiçeklerine de sararmasınlar. Ağaçlar ayakta ölür Macide. Kalk. Safamız olsun. Kalk da, “sentantuan’a” gidelim, Bach dinleyelim.
Ayağa kalk Macide. Millet, “Tarih geliyor!” diye ayağa kalksın. Kalk ki haysiyetimiz ayakta dursun.
Kaçımızın senin yüzüne bakmaya yüzü kaldı acaba?
Kalk Macide, kalk da herkes bunu anlasın!
Yusuf Eradam’ın 23 Şubat 2009'da Radikal gazetesinde yayımlanan 'MACİDE TANIR SAHNESİ' başlıklı yazısı için tıklayın...