Sabahın erken saatleri… Hafifçe yağmur çiseliyor. Pastel renklerle bezenmiş bir ormanın içinde, masmavi bir göğün altında ve muhteşem bir renk cümbüşünün içinde büyülenmiş yürüyorum. Yol yer yer çamurdan bir tarlaya dönüşüyor. Umursamıyorum. İstanbul’dan 7 saatlik bir yolculukla Yenice’ye kadar gelen birinin umurunda mı çamur ? Basıp geçiyorum. Hafif yağmura yoğun bir sis eşlik ediyor. Üstüm mavi, altım sis. Ağaçlar bir görünüp bir kayboluyorlar. Sis tüm ormanı yutmuş gibi. Yoldaki rengârenk yapraklara basmaya kıyamıyorum. Bu benzersiz renk armonisi hiç bozulmasın istiyorum. Bir ara açılırmış gibi yapan sis karşı tepelerin renklerini de gösterdi bir an. Kırmızıya çalan muhteşem görüntülerin arasındaki kahverengi ve yeşil renkler doğanın sanatçı yönünü bir kez daha vurguluyor. Bu görsel şölen çok kısa sürüyor ve sis perdeyi tekrar kapatıyor. Ağaç altlarındaki bitki örtüsü ise görsel şöleni devam ettiriyor. Ormanın üstü gibi altı da bir başka güzel.
Renkleri zamanın habercisi… Mevsimler değiştikçe onlar da değişiyor. Doğadaki renkleri pigmentler belirliyor. O güzelim sarıya neden olanın bilimsel adı karotin, parıltılı turuncu rengi verense ksantofil. Kırmızıya dönüştüren anthocyanin. Klorofil yaprakta her iki renk pigmentine oranla daha hâkim durumda. Havaların soğumasıyla klorofil üretimi azalınca sarı ve diğer renkleri veren pigmentlerin hakimiyeti artar. Ancak yaprakların mükemmel bir sonbahar rengine dönüşmesi için iklim geçişlerinin yumuşacık olması gerekiyor. İklimin aniden dönüşmesi renklerin de ahengini bozuyor.
Yükseldikçe çamur yerini sert zemine bırakmaya başlıyor. Serçeler sarı, kırmızı ve kahverengi yaprakların üzerinde biriken su damlacıklarını içiyorlar. Yol kenarı irili ufaklı mantarlar tarafından işgal edilmiş. Ara sıra görüntüye kalın ve bodur fındık ağaçları da girip çıkıyor. Bir virajı dönünce sislerle kaplı ormanının büyük bir bölümünün aşağılarda kaldığını görüyorum. Sisten etkilenmemiş bölgelerdeki kırmızılık göz alıcı. Filyos nehrinin yatağı belli belirsiz gözüküyor. Şiddetlenen yağmura aldırmadan birkaç dakika manzaranın keyfini çıkarıyorum Nasıl olsa varacağım yerde beni gürül gürül yanan bir şömine bekliyor.
Karabük’e 35 kilometre uzaklıktaki Yenice Nehri’nin güneyinde yer alan Yenice ormanları diğerlerinden çok farklı. Her şeyden önce bu kadar çok ağaç türünün tek bir ormanda bulunabilmesi yalnızca tropikal iklimlerde mümkün. Burası tam bir ağaç müzesi; doğu kayını, uludağ göknarı, sarıçam, karaçam, dağ karaağacı, Türk fındığı, çınar yapraklı akçaağaç, ıstranca meşesi, Kafkas ıhlamuru, ceviz ve sapsız meşe… Orta kesimlerde 30, daha aşağılarda ise 16 ağaç ve çalı türü yaşam buluyor. Ormanın bazı bölgeleri ‘Tabiatı Koruma Alanı’ ilan edilmiş. Gökpınar bölgesindeki 4 hektarlık bir alan, 40 çeşit ağaç türü ve çok sayıda hayvanı ile birlikte ‘Arberatum’ olarak tescil edilmiş. Ağaçlar gibi geyikler, karacalar, vaşaklar ve yaban kedileri de bulundukları yerden memnun.
Usul usul yağan yağmurun ivmesiyle orman evine ulaşıyorum. Benden önce gidenler tam da düşündüğüm gibi şömineyi yakmışlar. Üzerimdekileri çıkararak kurumaya bırakıyorum. Ayakkabıları ateşe çok yaklaştırmamak lazım. Çok yaklaştırırsak deri çok kurur ve ilk yürüyüşte parçalanmaya başlar
Hava geceyle birlikte soğuyor. İçeride şömine ateşinin çıtırtılarına yaban hayvanlarının sesleri eşlik ediyor. Uyku tıpkı sis gibi sarıp sarmalıyor, ormanın büyülü ninnisiyle derinlere çekiyor beni.
Geçen sonbaharda yenice ormanlarına yapmış olduğumuz bir geziden sadece bir gün aktardım. Sonbahar görsel açıdan en muhteşem anların yaşandığı bir mevsim. Sadece Yenice ormanları değil, Borçka Karagöl, Yedigöller ve ülkemizin bir çok bölgesi renk değiştirir bu mevsimde. Ancak bu yılki sert iklim geçişleri nedeniyle çok büyük bir renk değişimi beklenmemeli. Yine de alın kamp malzemelerinizi vurun yollara kendinizi. Doğa’nın kendini ziyarete gelenlere her zaman güzel sürprizleri olduğunu unutmayın.