Kaçkar dağları. Yusufelini Çamlıhemşin’e bağlayan Kındevul aşıtı. Aşıt Bulut Dağlarının en yüksek tepesi olan Kındevul tepenin sırtlarından geçiyor. Yüksekliği 3562 metre olan bu tepe dağ keçilerinin de önemli bir barınağı. Tepeye tırmanan İstanbul Üniversiteli dağcılarının dikkatini, aşıtın solundaki Kuşaklıkul tepenin yalçın kayalıklarının üzerinde duran güzel bir dağ keçisi çekiyor. Dağcılar bir yaban keçisi görmenin heyecanını yaşıyorlar. Ne kadar da güzel, ne kadar da alımlı. Dağ keçisi özgürlüğünün tadını çıkarıyor bu yalçın kayanın üzerinde. Durduğu yer ise her dağcının çıkmaya cesaret edemeyeceği türden bir yer. Sessiz mi sessiz huzurlu mu huzurlu bir ortam. Sadece kuşların ve ara sıra esen rüzgârın uğultusu dışında bir ses yok.
Bu sessizliği bir tüfek sesi bozuyor. Doğadaki tüm canlıları ürküten bu ses uzun süre yankılanıyor yalçın kayalıklarda. İlk şaşkınlık geçince dağ keçisinin artık o yalçın kayalıkların üzerinde olmadığı görülüyor. Tüfeğin namlusu o alımlı dağ keçisine yönelmiş olmasın sakın ? Yok canım… Bu bölgede avlanma yasağı var. Kanunlar buradaki tüm yaban yaşamı koruyor. Burası bir milli park. Keçi avlamanın ciddi bir cezası da var. Kimse cesaret edemez. Hem bölge halkı da korur buradaki canlıları. Tüm gözler keçinin durduğu yalçın kayalıkların altına çevriliyor. Fotoğraf makinelerine tele objektifler takılarak bakılıyor. Acı gerçek kısa sürede ortaya çıkıyor: Acımasız namlunun hedefi özgürlüğünün tadını çıkarmaya çalışan zavallı keçiymiş meğer. Keçi kayalıkların dibinde cansız bir şekilde yatıyor.
Biraz sonra avcı çıkıyor ortaya. Biraz ürkek mi ne .! Oysa ürkeceği ne bir bekçi var, ne de bir kolluk kuvveti. Peki ya yasalar? İnsan için bile ne kadar işlediği belli olmayan yasalar mı koruyacak bu hayvanları.
Palakçur yayla tarafından geliyor avcı. Etrafı kolaçan ederek keçiye yaklaşıyor. Keçinin cansız bedenini sırtlıyor ve aşıta indiriyor. Sonra Yusufeli tarafına doğru biraz inerek etrafı tekrar kontrol ediyor. Sağına soluna bakarken kendini yukarılardan birilerinin izleyebileceğini hiç tahmin etmiyor. Ne yazık ki kaçak avlanmaların büyük bir çoğunluğu dağın kuzey tarafında oluyor. Güneyde yani Yusufeli tarafında biraz daha dikkatliler. Bahçesinde ayı otlayan (Evet bu dağlarda yaşayan ayıların büyük bir çoğunluğu ot yer. Etobur çok azdır) köylülerin bunu büyük bir keyifle anlattıklarına çok şahit oldum.
Aşıta koyduğu keçinin üzerine eğiliyor avcı. Bir süre uğraşıyor keçinin üzerinde. Sonra keçiyi sırtına alarak doğruluyor. Keçinin kesik başını aşıtta bırakarak yaylaya doğru inişe geçiyor.
Yasalar ya da yasalara uyulmasını sağlayacaklar ulaşamıyor bu dağlara. Peki yöre halkı korumuyor mu bu yaban keçilerini ?. Demek ki beni bu güne kadar kandırmışlar sürekli. “Biz herkesten daha çok bekçisiyiz bu keçilerin, kimseye vurdurtmayız” diyenleri başka bölgelerde ellerinde av tüfekleriyle gördüm. Mazeretleri de hep aynıydı: “Korunmak için taşıyoruz”. Bu dağlarda 16 yıldır dolaşıyorum. Bir çok kez aylarca tek başıma dağlarda kaldım. Bir kez bile yabani hayvanlar rahatsız etmedi beni. Yoksa bölge halkının umurunda değil mi yaban yaşam? Yoksa bölge halkı “Ben bugünü kurtarayım gerisi beni ilgilendirmez” diye mi düşünüyor ? Yoksa bölge halkı buralarda neredeyse hiç keçi kalmadığını mı bilmiyor? Yoksa bölge halkı kendi çocuklarına, torunlarına ne büyük kötülükler yaptığının farkında mı değil ? Yoksa… yoksa… yoksa…
Yoksalar o kadar uzayıp gider ki.. Gerçek olan tek şey ise Kaçkar Dağları Milli Parkı içinde ciddi bir kaçak avlanma olduğu ve kimsenin de buna engel olmadığı. 16 yıldır bu bölgede nasıl hunharca avlanma yapıldığının tanıklarından biriyim. Önce ayıların yaşam alanlarını kısıtlıyor, sonra da kovanları çalıyor, ağaçlardaki armutları yiyor diye acımadan uzun namlulu tüfeklere katlediyorlar. Aynı şekilde dinamitle avlanarak bölgedeki alabalıkları da tükettiler neredeyse. Dağ keçileri ise bir elin parmakları kadar neredeyse. Siz bakmayın o abartılı sayılara.
Ne yazık ki bu katliama bölgeyi korumakla görevli olanlar da göz yumuyor. Hatta bazen kendileri de avlanıyorlar. Ayılar için de, keçiler için de, orman için de aynı kader söz konusu: Yok olmak. Dogmatik eğitim sisteminden çıkan yöneticiler, dağlara yol yapmanın doğayı yok etmek olduğunu anlayacak kapasiteye ve dünya görüşüne ne yazık ki sahip değiller. Acaba hangi ülkenin bir ilçesinde eşi yürüyerek gidemiyor diye dünya harikası göllerin yanına kadar yol götüren ve göllerin kirlenmesine yol açan bir kaymakam var ?. Acaba hangi ülkenin bir ilçesinde canlılara zarar vermeyin diye vaaz verdikten sonra her gece ava çıkarak bir çok hayvanın soyunu kurutan bir imam var. Acaba hangi ülkenin bir ilçesinde, korumakla görevli olduğu hayvanları avlayan kolluk kuvvetleri var. Acaba hangi ülke çocuklarının geleceğine doğa yok edilerek ipotek konmuş. Yanıt mı ? Siz biliyorsunuz ama vereyim bari : Türkiye
Benim gibi dağlardan doğadan güzel görüntüler sunan birine hiç de yakışmayan bir başlık ama başlığı atmak ve bu tatsız yazıyı yazmak zorunda hissettim kendimi. Küresel ısınma diye yırtınıp duruyoruz. Dünyayı yok ediyoruz diye feryadı figan eyliyoruz. Her yıl yüzlerce hektar ormanımız yok ediliyor. Ormanlar yok edilerek yerlerine siteler dikiliyor. Hızla ama müthiş bir hızla her şeyi yok ediyor, öldürüyoruz. Ama bilmiyoruz ki bu yaptıklarımız dünyanın umurunda bile değil. Günümüzde kadar beş büyük toplu yok oluş yaşamış olan dünya altıncısını da yaşar. Bizler de yok oluruz ama o yoluna devam eder. Çünkü Güneşteki tüm hidrojen helyuma dönüşünceye kadar eğer çok büyük katastrofik bir olay olmazsa Dünya burada, uzayda bulunduğu bu noktada kalacak. Bu da yaklaşık 5 milyar yıl ediyor. Bu sürede yeni okyanuslar oluşacak, yeni büyük sıradağlar meydana gelecek ama biz dünyada olmayacağız. Bu nedenle gayretimiz dünyayı değil kendimiz kurtarmak olmalı. Bu belki bencil bir davranış gibi gelecek ama kendimizi kurtarmak için doğaya saygı gösterip onu korumamız gerekiyor. Çünkü doğanın bir parçası da biziz ve doğa yok olursa biz de yok olacağız dünya değil. Böylece altıncı toplu yok oluşta kendi ırkını yok eden ilk canlı türü de biz olacağız. Bu nedenle ormanlarda açılan her yol, yabani hayvanlara atılan her kurşun çocuklarımızın, torunlarınızın geleceğine gönderilmiş bir atom bombasıdır.
Bu nedenle başlıktakileri tekrarlıyorum. Öldürmeyin … Yok etmeyin … lütfen..