22 Şubat 2010

MİSKET

Herkes kendi ekonomi anlayışına göre bir iki günde kurtarıyor ülkeyi, kimi de değme teknik direktöre taş...


Bayburt’un bir köyü. Kahvenin önünde oturmuş çay içiyoruz. Sohbet oldukça derin. Neler konuşulmuyor ki ? Herkes kendi ekonomi anlayışına göre bir iki günde kurtarıyor ülkeyi, kimi de değme teknik direktöre taş çıkartan yorumlar yapıyor fotbol hakkında.  Kısa süre içinde yabancı biriyle konuşmayı özlemiş insanların cümleleri arasında boğulup gidiyorum. Konuşma keyifle sürerken, birden ortamdan koptuğumu hissediyorum. Gözlerim kahvenin biraz ilerisindeki düzlükte misket oynayan dört çocuğa takılıyor. Kendilerinden öyle bir geçmişler ki dünya yıkılsa umurlarında değil. Tümünün bakışları bir kaç metrekarelik bir alana kilitlenmiş durumda. Ortada bir çukur,  etrafında gelişigüzel dağılmış dört misket ve her misketin başında da bir çocuk.
Dördünün de gözlerinden kazanmaya kararlı insanların ateşi fışkırıyor. Her atış sonrasında misketler yer değiştiriyor ve yeni stratejiler geliştiriliyor. Küçücük bir alanda 5 -6 cm derinliğinde küçük bir çukurun etrafında, dört adet misketin neden olduğu bir mücadele var. Bu mücadeleyi sürdüren çocukların bakışlarında kazanma hırsının  yanı sıra kaybetme korkusunu da görüyorum. Hiç de yabancı olmadığım duygularım yıllar sonra yeniden canlanıyor belleğimde. Öyle dalımışım ki elimde yarı dolu duran çay bardağının içindeki çayın soğuduğunu fark ediyorum.
Dayanamıyorum. Bu ekibe ben de dahil olmalıyım. Kahvedekilerin takılmasına aldırmadan bardağımı masanın üzerine bırakarak yerimden kalkıyor ve yanlarına gidiyorum. Gözüm çukura bir metre kadar mesafede olan mavi misketi seçiyor. Nasıl da parıldıyor akşam güneşinde. Diğerlerine oranla biraz daha büyük. Elime daha uygun. Üzerinde hiç darbe izi yok. Belli ki yeni girmiş oyuna. Mavinin sırası gelince çömelerek misketi alıyorum elime. Sahibiyle şöyle bir bakışıyoruz.  Bu bakışma yetiyor. Kendi atışını yapmama hiç itiraz etmiyor. Aramızdaki kuşak farkına rağmen misket dilimiz  değişmemiş. Misketi elime alarak en yakındaki miskete doğrultuyorum.  Bir uyarıyla karşılaşıyorum hemen: “Abi önce deliğe sokmalısın” diyor ortağım.
Onunla artık ortak olmuştuk. Bir mavi misket, birkaç dakika içinde aramızda anlatılması zor bir bağ oluşturmuştu.. Delikle aramda  bir metreden biraz fazla bir mesafe vardı. Bu mesafe misket oyunu için pek uzun bir mesafe sayılmaz ama en riskli mesafedir aynı zamanda. Misket çok yavaş veya çok hızlı atılırsa hedefi bulamayabilir. Kıvamında atmak gerekir. Misketi alime alarak atış pozisyonu aldım. Çocuklar  misketi tutuşuma güldüler. Klasik misket tutuşunu bir türlü beceremedim nedense. Misketi bile aykırı tutuyordum. Tüm arkadaşlarım masa başı işlerde çalışırken benim dağ bayır dolaşmam da bu aykırılıktan olsa gerek. Misketi sağ elimin başparmağının tırnağı üzerine koydum ve orta parmağımın iç bölümüyle sıkıştırdım iyicene. İşaret parmağımı da atışı engellemesin diye iyice açtım.   Çocukluğumda bu tutuşumu gören herkes beni acemi görür ve hemen misket oynamayı teklif ederdi. Ancak kısa bir süre sonra  tüm misketlerini kaptırmış olarak alanı  terk ederdi. Bu garip tutuşuma rağmen 1 metrelik bir mesafede attığım  misketler hedefini  hiç şaşırmazdı. Atışım da bir garipti. Herkes misketin dibine nişan alırken ben havan topu gibi tepeden indirirdim.
Deneme olsa bile insan yine de heyecanlanıyor. Çocukluktaki  duygular geri geliyor aniden. Ya vuramazsam ? Ya sokamazsam ? Korkulan kaybedilecek  bir misket değil aslında, yenilgiyi tatmak. Bir an kaybetme korkusu sarıyor  benliğimi. Adrenalin salgılıyor vücudum birden. Oysaki ben bu duyguyu sadece tırmanırken yaşarım sanıyordum. İyicene nişan aldıktan sonra fırlatıyorum  misketi.  Korktuğum olmuyor Misket yuvarlana yuvarlana gidiyor ve giriyor çukura.
Sonra bana en yakın olan miskete nişan alıyorum. Yine havan topu gibi havada süzülüyor misket  ama bu kez misketin tepesine değil, 10 santim kadar ilerisine düşüyor. Ortağım muzipçe gülümseyerek “ Abi elinin ayarı bozulmuş” diyor. Sıra tekrar ona geldiğinde dili hafif dışarıda iken İyice alıyor. Misket havada süzülüyor ve tam isabet. İki camın birbirine çarpmasından doğan ses yankılanıyor kahvenin önünde.
Yola çıkma vakti geldiğinde çocuklar oyuna başladıkları ilk heyecanla misket oynamaya devam ediyorlardı.
Maviden  beyaza kadar çeşitli renklerde olan misketler çocuklar için en büyüleyici oyuncakların başında gelirdi bir zamanlar. Her çocuğun evde gizli bir misket köşesi vardı. Misketler için bazen özel torbalar yaptırılırdı. Misket dolu torba sallanınca çıkan sesler kolay kolay tanımlanamayacak bir armonidir sanki. Torba ağırsa sesler biraz daha tok gelir. Bu ses misketi çok olanın gurur kaynağıdır aynı zamanda. Günde en az bir kaç kez sayılır misketler. Renklerine, büyüklüklerine, yeni veya kırık olma durumlarına  göre sıralanır.. Bazen ışığa tutar misketi ve  içindeki muhteşem renk oyunlarını izler. Bazı misketler ise özeldir. Onlar ayrı saklanır. Çünkü her misketle atış yapılmaz. Büyüklüğü, kayganlığı çok önemlidir. Ele iyi gelmelidir. Bir de çok parlak olmalı ve rakiplerinde  biraz da olsa hayranlık uyandırmalıdır.  Her akşam misketler sayılırken bir önceki güne göre sayı  artmışsa sevinir, azalmışsa üzülür çocuk. Uyurken yarın hangi atışları yapacağını, oyunu hangi stratejiyle oynayacağını planlar.
Çocukken en çok sevdiğim oyunlardan biriydi misket. İsmi  yöreye göre değişir. Bazı bölgelerde mile derler bazı bölgelerde ise gülle. Oynanan oyunlarda da farklılık vardır. Örneğin İstanbul’da oynanan miskette; atılan misket sıralanmış olan misketlerin en başındakine değerse hiç mücadele etmeden tüm misketler kazanılır. Oysa iç Anadolu veya Doğu Anadolu’da yani iklimin sert olduğu bölgelerde mücadele kıran kıranadır. Oyun hiç bir zaman şansa kalmaz. Bedavadan oyunu kazanma şansı yoktur. Oyun, tek bir misket ve tek bir oyuncu kalana kadar devam eder.   
Misket oynayanları kendi aramızda ikiye ayırırdık. Parasına oynayanlar ile  misketine veya gazoz kapağına oynayanlar. Parasına oynanan misket bizim için kumardı ve uzak dururduk. Parasına misket oynayan arkadaşlarımız büyüdükleri zaman kahvelerde parasına okey oynamaya başladılar. Bir kısmı ise ilerleyen yıllarda at yarışlarına, daha büyük kumarlara terfi ettiler.  Misketine oynanan oyun temelinde kazanmak veya kaybetmek olsa bile kumar değildi bizim için,  daha çok bir spor karşılaşması gibiydi.
Misket oyununu sadece bir oyun gibi görmemek gerekir. Çünkü kazanma ve kaybetme duygusunu bu kadar hissettiren bir oyun daha bulamazsınız. Etrafınızda çok uyumsuz veya geçimsiz olan insanlara bakın bir çoğu bir misket atmanın heyecanını yaşamamış, “değdi” , “hayır değmedi yanından geçti”  tartışmasını yapmamıştır. Geceleri rüyasında misket stratejileri geliştirmemiştir.  Misket oyunları bu özelliğiyle çocukları olgunluk dönemlerindeki zor yaşam koşullarına hazırlamaktadır. Misket yolda yuvarlanarak hedefe giderken bir çocuğun duyduğu heyecanla, bir brokerin herhangi bir hisse senedinin değer kazanıp kaybetmesi sırasında duyduğu heyecan birbirine çok benzer.
Misket arkadaşlık demek, dostluk demek, mücadele demek. Misket oynamak strateji geliştirmektir aslında. Burada öğrenilir, yaşama uygulanır.

Yazarın Diğer Yazıları

Su için yürüyoruz

Amerika’da 2014 yılında yapılan bir çalışmada dünyadaki tatlı su miktarının tüm suların sadece yüzde 2.5’u olduğunu söylüyor

Bir kanyon, Bir adam…….

Elini ilk sıktığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. O gün Arapkir yaylalarında çamurla, yağmurla boğuşmuştuk.

Arapkir yaylalarında bir gün

Hava bir kapıyor bir açıyor. Kapadığında bardaktan değil kovadan boşalırcasına yağıyor yağmur

"
"