25 Mart 2012

KOTOR

Eski Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biri olan Karadağ, bağımsızlığını kazanalı henüz birkaç yıl olmasına rağmen hızla gelişiyor

 

 

Eski Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biri olan Karadağ, bağımsızlığını kazanalı henüz birkaç yıl olmasına rağmen hızla gelişiyor. Balkanlar’a yapacağınız bir gezide ne yapıp edip mutlaka Karadağ’a gidin. Şimdilik vize yok. Hırvatistan’dan sınırda birkaç dakikalık bir işlemden sonra Karadağ sınırlarına adım atabilirsiniz. Muhteşem bir coğrafyaya sahip olan bu küçük ülke çok kısa bir zaman sonra Balkanların en fazla turist alan ülkesi olacak. Küçük bir ülke ama Osmanlı’ya Balkanlar’da en büyük sorunu hep Karadağ çıkarmış. Balkan savaşlarındaki ilk savaş ilanını da Karadağlılar yapmışlar.  Karadağ sahillerinden Kotor’a giderken kendimi bir an Karadeniz’de hissettim.  Kıyı boyunca dik eğimli yamaçlar ormanlarla kaplı. Sadece deniz değil doğa turizmi için de çok cazip bir ülke.  Dalmaçya kıyılarının en dik topografyası Karadağ sınırları içinde bulunuyor. Denizden bakılınca ormanlarla kaplı tepeleri siyah gözüktüğü  için denizciler  Karadağ anlamına gelen Montenegro adını vermişler bu topraklara. Yüzölçümü 12 800 m2 olan Karadağ’ın nüfusu ise 684.000.  Adriyatik sahilleri,  adaları ve eski kentleriyle tıpkı Hırvatistan gibi Avrupa jet sosyetesinin gözbebeği. Karadağ’ın en çok ilgi gören yerleri 56 plaja sahip Budva bölgesi ve  ünlülerin adası olarak bilinen St. Stefan adası. Bu adada her yıl bir çok ünlü Hollywood yıldızının tatil yaptığı  söyleniyor. Budva’da Rolling Stons ve Madonna’nın konser vermesi de bölgeyi Avrupalıların gözünden cazip hale getirmiş.

 

Karadağ’ın olağanüstü coğrafyasının yanı sıra.  tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş izlenimi veren bir çok kenti de var. Bunların  başında ise Kotor geliyor. Yaklaşık 2000 yıllık geçmişi olan bu tarihi kent kotor körfezi içinde.  Unseco’nun kültür mirası içinde yer alan  kente girmeden ilk dikkatimi çeken kenti çevreleyen surlar olmuştu. .Deniz kenarından başlayan surlar kenti bağrında saklayan dağa doğru devam ediyor ve tüm kenti çevreliyordu. Deniz kenarında  görmüştüm ama dağda ilk kez bir sur görüyordum. Daha sonra bu surların dağa kadar uzatılmasının nedenini öğreniyorum  Kente dağdan da saldırılar olduğu için tüm kenti surlar içine almışlar.  Kotor’un eski şehrine  eski ama çok güzel bir taş kapıdan giriliyor.  Kapının içinden geçer geçmez bir masal dünyasına geldiğinizi sanacaksınız.   Burası içinde yaşamın olduğu bir film platosu gibi. Sağda solda sıralanmış şirin kafeteryalar bile bu yüzlerce yıllık geçmişi olan kent içine aykırı kalıyor. Her yerinde tarihten bir parça bulabileceğiniz Kotor’da,  her mevsim,  dünyanın her tarafından gelen insanları görmek olası Özellikle yüzlerce yıllık evleri ve taş döşeli sokakları ile görülmeye değer bir yer olan Kotor’a ilk girişimde beni bu kadar etkileyen,  bu büyüleyici kentin taş döşeli dar sokakları değil tepenin yamacında  bulunan  ve sadece bir açıdan görünen tek katlı küçük bir bahçesi olan bir evdi. Bana biraz Hansel ve Gratel masalından çıkmış gibi gelmişti. Bir kenti en iyi öğrenmenin yolu sokaklarında kaybolmaktır.  Ben de öyle yapmış kaybolmuştum sokaklarda. Kısa bir süre sonra  bu dünya kentinde  2000 yıllık taş binaların arasında dolaşırken, herkesin  aynı dili konuştuğunu ve milliyetler ortadan kalktığını hissediyor insan.   İnsanların yaşadıkları her mekan tarih kokuyor. Yeni bir bina bile görmek olanaksız. Sokaklardan birinden müzik sesleri geliyor. Ortaya doğru yöneliyorum. Üç katlı çok eski bir yapıdan geliyor sesler.  . Bir müzik merkezi olan binanın önündeki gençler birazdan başlayacak dersleri için hazırlık yapıyorlar. Sokaklarda yürüyerek yamaçlara doğru çıkmaya başlıyorum. Kısa bir süre sonra kent ve körfez yavaş yavaş ayaklarımın altına kalmaya başlıyor. Tepeye yakın bir yerdeki kalenin dibine kadar gidiyorum. Steve Ivan Kalesi Kotor’un önemli bir güvenlik merkeziymiş. Güneş tepeye iyice çıkmaya başladığında ben de iyice yoruluyorum. Eski kentin merkezindeki kafeteryalardan birine oturarak  bir şeyler söylüyorum. Aradan uzun bir süre geçmesine rağmen gelen giden yok. Garsonları birkaç kez uyarmama rağmen sadece “sorun yok” işaretiyle karşılaşıyorum. Sonra ilk gelişim geliyor aklıma. Burada zaman çok önemli değil. Sanırım 2 bin yıllık kentin havası her yeri etkilemiş. Ben de işi oluruna bırakıyorum.  Kotor zamanına göre kısa bir süre sonra yemeğim geliyor. Bir tabak içindeki çok lezzetli deniz ürünlerini yedikten sonra kenti terk ediyorum. Sahile doğru yürüyerek bu muhteşem kente biraz uzaktan bakıyorum. Dağlardaki surlar olduğu gibi duruyor. Hiç hasar görmemiş gibiler. 

 

Araca binip bizi Dubrovnik’e geri götürecek feribota doğru yol alırken kendi kendime  söz veriyorum. Bu muhteşem kente ve ülkeye tekrar gelecek ve sadece sahillerini değil tüm coğrafyasını adım adım dolaşacağım. Dağarcığıma ekleyeceğim çok şey olduğuna eminim. Siz de eğer bu yıl Balkanlar’a gitmeyi düşünüyorsanız rezervasyon işinizi son günlere bırakmayın. Şimdiden tatil planınız yapın ve yerinizi ayırtın. Denize de girebileceğiniz olağan üstü bir kültür turu sizi bekliyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Su için yürüyoruz

Amerika’da 2014 yılında yapılan bir çalışmada dünyadaki tatlı su miktarının tüm suların sadece yüzde 2.5’u olduğunu söylüyor

Bir kanyon, Bir adam…….

Elini ilk sıktığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. O gün Arapkir yaylalarında çamurla, yağmurla boğuşmuştuk.

Arapkir yaylalarında bir gün

Hava bir kapıyor bir açıyor. Kapadığında bardaktan değil kovadan boşalırcasına yağıyor yağmur

"
"