Başkaları ne düşünür bilmem ama 2011 yılı benim için tam bir fiyaskolar yılıydı.
Gazete manşetlerine dahi giremeyen, sıradanlaştığı için 3. sayfadan görülen kadın cinayetleri bu yılın bence en büyük fiyaskosuydu. BU ülkede bir erkekle bir kez evlendin mi boşansan bile onun malısın. Kurtulman mümkün değil. Sahibin ya ! İşini gücünü bırakıp seni takip eder ve bir erkekler konuştuğunu gördüğü anda da ya kurşunlar ya da keser. Gerekçe “ Namusumu temizledim”.
Bu ülkede bir erkek bir kadını beğenmeye görsün. Kadın ya onun olur ya da toprağın. Erkek teklifini yapar kadın kabul etmez. Bir daha yapar, kadın tekrar kabul etmez . Adam ya keser ya da kurşunlar. Daha sonra da ağlar karakolda “ Onu çok seviyordum” diye.
Yüzlerce kadın cinayetinin işlendiği bir yılın ben neyini özleyeyim.
2011 yılında 13. Yaşındaki N.Ç. ye tecavüz edenlerin“ Kızın rızası vardı” diye çok komik cezalara çarptırıldığı bir yılın ben neyini özleyeyim.
Trafik kurallarının bu kadar ihlal edildiği başka bir yıl görmemiştim. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki otobanda emniyet şeridi bile tıkanıyor. Trafik polisinin yalvararak emniyet şeridinde kendine yola açmaya çalıştığı başka bir ülke var mı acaba ? Geçen yıl bu kadar değildi. Bu yıl trafik ihlalleri aldı yürüdü. Trafik polisinin ise sadece adı var. Emniyet şeridini kullananlara adeta
ödüllendiriliyor. Trafiğin kilit olduğu bir gün bir kça dakika içinde tam 45 araba saydım. Aralarında trafik polis ide vardı. Hiç kimse de umursamadı onu.
Bir trafik kazası sonrasında emniyet şeridi tıkayarak, yaralılara ilk yardımın zamanında ulaşmamasına neden olan sorumsuz ve saygısız, sürücülerin sayısının katlanarak arttığı bir yılın ben nesini özleyeyim.
HES’ler tüm bölgelerin kanayan yarası. Her gittiğim bölgede bazen birkaç ay içinde büyük tahribatlar görüyorum. Doğanın bağrına hançer gibi saplanan HES’lerin sayısı her geçen gün artıyor ve ülkemizin su kaynakları heba ediliyor. Yüklenicilere Teknik Şartname de yetmiyor. Orada yazılanın kat ve kat fazlasını yapıyorlar.
Doğa’nın acımasızca talan edildiği çalışmaların doruğa ulaştığı bir yılın ben neyini özleyeyim.
Başka bir ülkenin meclisinde ülkesi aleyhine bir yasa tasarısı çıkarken, fırsattan istifade kendilerine ballı börekli maaş bağlayan vekillerin bulunduğu bir yılın ben nesini özleyeyim.
Ulubat Gölünden akan dereyi takip ederek Marmara denizine geçiş yapmıştık. Olağanüstü bir deneyimdi. Yanımda Atlas Dergisi Yayın koordinatörü Murat Köksal ve sitemizin yazarlarından Koyu Beşiktaşlı Cem Dizdar da vardı. İkimiz Fenerbahçeli. Cem ise Beşiktaşlıdır. İstanbul’dan dönerken Şike soruşturması nedeniyle bir çok kişinin göz altına alındığını öğrendik.
Futbolla yakın ilgilenen biri olarak bu ülkeden her takımın öyle ya da böyle şikeyle tanıştığına inanıyorum. Üçümüz de sonuna kadar gidilmesinden yanaydık. Kim yapmışsa cezasını sonuna kadar çekmeliydi. Ancak 2011 böyle önemli bir soruşturmanın sulandırıldıkça sulandırıldığı bir yıl oldu. Benim gibi heyecanlananlar ise bu ülkede ciddi bir şey yapılamayacağını bir kez daha öğrendiler. Yok yayıncı kuruluşmuş, yok futbol batarmış gibi insanı aptal yerine koyan bir anlayışla şike yapanlar neredeyse ödüllendirilecek hale geldi. Bu da ne yazık ki 2011 de oldu.
Dünyanın en kötü futbol oynanan liglerinden bir olmasına rağmen yıllık ederi 500 milyon dolar olan bir ligde, suçlara en ağır cezanın verilmesi gerekirken, uyduruk hafifletici nedenlerin icat edildiği bir yılın ben nesini özleyeyim.
2011 in en trajikomik olayı ise Arap Baharı dedikleri Özgürlük (!) Hareketiydi. İnsanlar baskı rejimlerine karşı “ artık yeter” diye baş kaldırmış, Mubarek ve Kaddafi alaşağı edilmiş, adına da Arap Baharı denmişti. O bahar, özgürlüğe değil köleliğe atılmış bir adımdı. Bazı safdiller öyle sandı ki liderler gidince her şey düzelecek, demokrasi gelecek. Emperyalizmin desteğinde gelecek olan özgürlükten bu güne kadar kime ne yarar gelmiş ki. Mısır ve Libya’daki gelişmelere bakınca Köleliğin bu ülkelerde yaşayan halklar için çok da uzak olmadığını görebiliyorum.
Gelişmiş (!) batılı ülkelerin demokrasi getireceğiz diye bir çok ülkeyi kana buladığı bir yılın ben nesini özleyeyim.
Japonya’da tam 9 büyüklüğünde bir deprem oldu. Deprem sırasında bile insanlar günlük yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlardı. Tsunamiye kadar bir problem olmadı. Tsunami ve ardından gelen Nükleer santral felaketi büyük bir trajediye dönüştürdü. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Japon halkının disiplini taktir gördü. Ülkemizde bir deprem oldu. İlk kez büyüklüğüyle ters orantılı bir can kaybı meydana geldi. Ancak deprem sonrası afat yönetimi çalışmaları tam bir fiyaskoydu.
Böyle bir iki uç örneğin yaşandığı günlerde Nükler Santral ihalesinin gündeme geldiği bir yılın ben nesini özleyeyim.
Giderken bile ülkeyi yasa boğdun 2011. Tam 35 kişi bir hiç uğruna yaşamlarını kaybetti.
Kazanacakları 50 lira için sırtladıkları benzin bidonlarını taşırken bir anda yok oldular. Elli lirayı otuz beşle çarparsak 1750 lira eder. Ülkemizde 35 kişinin değeri maalesef bu.
“Böyle bir trajedi neden yaşandı, bu insanlar bu riski neden göze alıyorlardı” diye sorulacağına, suçun birilerine atılmaya çalışıldığı olayın yaşandığı bir yılın ben neyini özleyeyim.
Tüm t24 okurlarının yeni yılını kutluyor 2011 de yaşanan bu olumsuzlukların en azından bir kısmının yaşanmamasını diliyorum.