08 Mart 2010

ANKARA

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin önündeki caddeden arka plandaki modern Ankara görüntüsünü fotoğraflamaya çalışıyorum...



TBMM'DEN BEYPAZARI'NA - FOTO GALERİ

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin önündeki caddeden arka plandaki modern Ankara görüntüsünü fotoğraflamaya çalışıyorum. Sürekli çalan bir düdük dikkatimi çekiyor. Geri döndüğümde bir polis memurunun ısrarla çekme çekme işareti yaptığını görüyorum. Nedenini sormak için yanına gidiyorum.
İyi günler  memur bey bir şey mi var ?
Burada fotoğraf çekmek yasak ?
Neden
Meclis var. Meclis parkında fotoğraf çekebilirsin ama meclis görünmeyecek. ?
Peki meclisi çekmek niye yasak.
Bilmiyorum, yasaklamışlar. Meclis'in  fotoğrafının çekilmesi güvenlik nedeniyle yasak
Anlıyorum. Şimdi ben bu fotoğrafı çeker de yayınlarsam ve birilerinin eline geçerse meclisin tüm sırları açığa çıkar. Öyle mi ?
Evet
Siz Google Earth diye bir şey duydunuz mu
Hayır. Duymadım. Nedir o . 
Neyse boşverin. Size iyi nöbetler.
Sakın Meclis'i çekme ha…
Sabahın  erken saatlerinde yola çıkmıştım. Beni Ulus’a bırakan taksicinin kırmızı ışıkta geçerek sağa yanaşması dikkatimi çekmişti. “Kırmızda geçtin fark etttin mi ?” diye uyardığımda yanıt aynen şöyleydi.” Abi tam bir dakika koymuşlar. Bir dakika da beklenmez ki.”
Ulus'tan başlayarak görebildiğim kadar yer görmeye çalışacaktım. Ankara’nın simgelerinden biri haline gelmiş Atatürk Heykeli ilk durağımdı.  Burada yarım saat geçirdikten sonra ışıklardan karşıya geçmek için beklemeye başladım. Ben beklerken yayalar hızla gelen arabalarla yarışarak büyük bir telaşla karşıya geçmeye çalışıyorlardı. Başkent'te böyle bir durumla karşılaşmak beni epey şaşırttı doğrusu. Sanki ışıklar daha dün konmuş da insanlar  ışığın ne olduğunu bilmiyorlar gibi bir hava vardı. Ama ben sabırla yeşilin yanmasını bekledim. Yeşille birlikte yürümeye başladım ve hemen geri püskürtüldüm.  Beni ezmemek için acı bir fren yapan bir arabanın sürücüsünden de oldukça uzun bir korna ve el işareti düştü nasibime.  Yayaların biraz öne yaptığını şimdi araçlar yapıyor ve yayalar ışık dinlemeden geçmeye devam ediyorlardı. Bir an bana yeşil yanmasına rağmen kendimi biraz önce kırmızı ışıkta geçmeye çalışan yayaların durumunda buldum. Arabaları kollayarak telaşla karşıya geçmeye çalışıyordum. Kısa bir uğraştan karşıya geçmeyi başardım. 1980’lerde Ankara’da yaşarken böyle şeyler hiç yoktu. Kırmız ışıkta geçen yayalara bile ceza kesiyordu trafik polisleri.
İlk hedefim Julien sütunu. Sora sora önce  sütunu buldum.  Sora sora diyorum çünkü sütuna çok yaklaşmama rağmen herhangi bir tabela veya işaret yoktu. Sütunda biraz oyalandıktan sonra Roma hamamına doğru yola çıktım. İnatla ışıklara kadar yürüdüm ve yeşil yandığında kararlı ama biraz da ürkek bir şekilde karşıya geçmeye başladım. Hızla gelen bir otomobil yavaş yürüyen birini görünce yavaşladı. Ben duracak  sandım ama benim geçmemi bekledikten sonra gaza basarak kırmızıda geçti ve yoluna devam etti.
Roma hamamında bir saat zaman geçirdim. Ben yaşamım boyunca gezdiğim hiçbir yerde böylesine büyük ve düzenli bir hamam görmedim. Hamamın girişindeki sütunlar, mermerlere  yazılmış yazılar, hamamın içi… Her şey olağanüstüydü.
Hamamdan sonraki hedefim Hacıbayram Camii. Artık ben de ışık beklemeden karşıya geçmeyi öğrenmiştim. Yaklaşık bir saatimi de Hacıbayram camii ve yanındaki Agustus tapınağına harcadıktan sonra Ankara Kalesi'nin yolunu tuttum. Kaleiçi evlerinin geçen yüzyılı andıran sokaklarından geçerek kısa sürede Ankara Kalesi'nin tepesine çıkmayı başardım. Tüm Ankara ayaklarımın altındaydı. Modern Ankara ve eski Ankara ayırımı en güzel buradan gözleniyor. Altımdaki düzlükte üç çocuk, yaptıkları kağıttan uçakları uçuruyorlar. Uçaklar hava boşluğunda kaybolunca, yanlarındaki defterden yeni bir sayfa koparıp birkaç saniyede bir uçak daha yaparak onu da uçuruyorlardı. Kendi oyuncaklarını kendileri yapıyorlardı ve çok mutluydular.
Ankara’nın tarihi hakkında çok kesin bilgi yok. Ancak yapılan çalışmalar Ankara’nın şu anda üzerinde bulunduğu  alanda çok eski yerleşimlerin olduğunu ortaya koymuş. Adı ise Galatlar tarafından Ancyra olarak verilmiş. Bir çok uygarlığa ev sahipliği yapan Ankara’nın bulunduğu bölgeye önce Hititler egemen olmuşlar. Daha sonra tarih sahnesinde sırasıyla; Frigyalılar, Kimmerler, Persler, Lidyalılar, Makedonyalılar,Galatlar, Romalılar,  Selçuklular ve Osmanlılar boy göstermişler.
Atatürk 19 Mayıs’ta ayak bastığı Anadolu topraklarının son durağı olarak Ankara’yı seçmiş. Kurtuluş Savaşı'nın karargâhı olarak seçtiği Ankara’ya 27 Aralık 1919 tarihinde ayak basan Atatürk, Cumhuriyet'in temellerini burada atmış. Ankara, 23 Nisan 1920'de TBMM hükümetinin merkezi ilan edilmiş, 13 Ekim 1923 tarihinde de genç Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olmuş. 
Güneş  tepeye yaklaşmaya başlamıştı. Bu saatlerde  fotoğraf çekmenin bir anlamı olmayacağı için müzeleri gezmeye başladım. Anadolu medeniyetleri müzesini gezdiğim süre boyunca neredeyse tün Anadolu tarihi geçti gözlerimin önünden 10. 000 yıl öncesinden başlayan gezim bittiğinde bir filmden çıkmış gibiydim. Müzeye yakın olan At Pazarı'ndaki Rahmi Koç Müzesi'ni de gezdikten sonra taksi durağından aldığım tarifle kestirmeden Etnografya Müzesi'ne doğru yola koyuldum. Kısa bir süre sonra müzenin girişindeydim. Hem Etnografya hem de resim – Heykel müzesi’nin mimarisi muhteşem. Saat 15:00 gibi müze gezimi bitirdikten sonra yürüyerek Sıhhiye semtine indim. Nostaljik Ankara yerini büyük iş merkezlerini ve gökdelenlerin bulunduğu modern Ankara’ya bırakmıştı. Kızılay Bakanlıklar derken Kavaklıdere’de buldum kendimi.
Kuğulu Park bu bölgenin nefes alınacak yerlerinden biri. İçinde kuğu, kaz ve ördeklerin bulunduğu bir göle sahip park dinlenmek için oldukça ideal bir serinliğe sahip. Parkta dinlendikten sonra tekrar yola koyuldum. Hedefim Atakule. Kule uzaktan yakın gibi gözüküyor ama kuleye giden yol öyle bir yokuş ki çık çık bitmiyor. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra kuleye varmayı başardım. Bir kafeteryada oturup biraz dinlendim. Dile kolay Ulus-Ankara-Kalesi- Atakule güzergâhını yürümüştüm. Dinlendikten sonra ücretli asansörle yukarı çıktım. Kulenin üstünde bir seyir terası bir de döner restoran var. Ancak seyir terasının etrafının çevreleyen saydam bakalit o kadar kirli ki fotoğraf çekmek için epey uğraşmak gerekiyor. Bu olumsuzluğa rağmen Atakule'den Ankara manzarası muhteşem. Tüm kent ayaklarımım altındaydı sanki. Yaklaşık yarım saatimi kulede geçirdikten aşağı indim. Artık epey yorulmuştum. Ertesi gün yine Ulus civarında dolaşacak akşama doğru Anıtkabir'e zaman ayırcaktım. Bindiğim taksiye otelimin ismini söyler söylemez uyumuşum.
Ankara’ya ilk kez gidenlerin ilk olarak uğramaları gereken bir yer  Anıtkabir. Anıtkabir bir zamanlar haftada en az iki gün gün ziyaret ettiğim bir yerdi. Okulum Beşevler'de olduğu için yürüyerek giderdik. Anıtkabir'e giden yoldan çıkarken yağmur çiselemeye başladı. Adımlarımı hızlandırdım. Yine kalabalık bir grup vardı içeride. Uzun süredir içini gezmemiştim. İçerideki müze çok etkileyici ve neredeyse canlı. Yaklaşık bir saat süren müze gezisi bittiğinde ülkemizin ne koşulllarda ve zorluklarla kurulduğu insanı beynine kazınıyor adeta. Kurtuluş Savaşı ve Çanakkale Savaşı canlandırmaları da sanki canlı gibi. Sanki birazdan 54. Alay Mustafa Kemal'in emriyle süngü takacak ve ölüme koşacak; topraklarımızdan işgalcileri atmak için.
Ben göremedim ama Ankara’ya gidip de Ankara kedisinden söz etmeden olmaz.  Dünyanın en sevilen saf kan kedi ırkları arasında yer almaktaymış. Bu ipeksi orta uzunlukta kürkü olan ince uzun yapılı kedilerle Avrupa.   Haçlı Seferleri sonrasında tanışmış. Ankara’dan götürülen kediler uzun yıllar Fransız sosyetesinin en nadide eserleri arasında  yer almış.
Ankara'nın etrafı da gezmek için ideal. Gezmek için de biir sürü yayla ve köy var. Ancak en ünlülerinin başında eski ahşap evleriyle ünlü Beypazarı geliyor. Sadece evleri değil, havucu, gümüş işçiliği ve kurusu ile de meşhur. Gelen turist sayısı da her geçen yıl katlanarak artıyor. Beypazarı'ndan 20-25 km mesafedeki  Nallıhan Kuş Cenneti de görülmeye değer bölgelerden biri. Önereceğim başka bir bölge de Kızılcahamam civarı. Hem kaplıcaları hem de doğasıyla mutlaka görülmesi gereken bir yer. Özellilkle Soğuksu Milli Parkı’na bir gününüzü ayırmalısınız.

Yazarın Diğer Yazıları

Su için yürüyoruz

Amerika’da 2014 yılında yapılan bir çalışmada dünyadaki tatlı su miktarının tüm suların sadece yüzde 2.5’u olduğunu söylüyor

Bir kanyon, Bir adam…….

Elini ilk sıktığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. O gün Arapkir yaylalarında çamurla, yağmurla boğuşmuştuk.

Arapkir yaylalarında bir gün

Hava bir kapıyor bir açıyor. Kapadığında bardaktan değil kovadan boşalırcasına yağıyor yağmur

"
"