Geniş insan yelpazesinden gelen, 20 ile 50 yaş arasındaki gönüllülerden oluşan yüz kişilik bir topluluk.
Bir öğretmen var, öğrencilere iş ilişkilerini öğretiyor.
Yıl 1963, bu Amerika’da Yale Üniversitesinde gerçekleştirilen bir deney, deneyin sahibi Milgram adında ünlü bir sosyal psikolog.
Öğretmen öğrencilere iş ilişkilerini öğretirken, öğrenci bir yanlış yaparsa, ceza veriyor. Ceza 15 volttan başlayan, her cezada 15’şer voltluk artışlarla, 450 volta kadar çıkan elektro şok.
Voltaj yükseldikçe, öğrencinin aldığı elektro şok, ona acı vermeye başlıyor, bir hal geliyor ki, öğrenci acıyla haykırıyor.
Onu izleyen diğerleri hiç ses çıkartmıyor.
Çünkü onlara ses çıkartmamaları talimatı veriliyor. Ses çıkartılmamasını isteyen odadaki otoriter nitelikteki kişi.
Deney otoritereye itaati, sadakati ölçüyor. (Fathali M. Moghaddam, Diktatörlüğün Psikolojisi, s.188-189).
Otoriteye bağlılık
Öğrenciler aldıkları voltajla acı çekerken, diğerleri:
Sırf otoriteye karşı gelmemek adına, sessizliklerini koruyor, yani otoritere itaat ediyor, otoriteye sadakat gösteriyor. Orada bulunanların yüzde kırkı.
Bir insanın acı çektiğini göre göre, ses çıkarmamak... Hep otorite kazanıyor.
Milgram yaptığı deneyle ilgili şu sonuca varıyor:
“Ne kadar yetişkin olurlarsa olsunlar, bir otoritere bağlılık konusunda, insanlar her şeyi göze alabiliyor”. (Adı geçen kitap, s.190).
İtaat yüzde doksana çıkıyor
Amerika’da Yale Üniversitesi’nde yapılan bu deney daha sonra Ürdün, Doğu Afrika, bazı Arap ülkelerinde tekrarlanıyor. Gelişmekte olan ülkelerde sadakatin, itaatin ölçümü yapılıyor.
Kültür düzeyi düştükçe, otoriteye sadakat artıyor, hatta yüzde doksanlara kadar çıkıyor.
Aynı deney çerçevesinde otoriteye sadakat ne zaman düşüyor?
-Otorite aynı odada değilse,
-Ya da ikinci bir otoriter figür ortaya çıkarsa.
Tarihsel örnekler
Milgram’a göre, otoriteye sadakat ile grup psikolojisi arasında sıkı bir bağ var. Bunun tarihsel örnekleri hiç birimize yabancı değil.
Örneğin, 1963 Küba Krizi.
Başkan Kennedy parlak bir zekaya sahip, aynı zamanda iyi bir siyasetçi. Birlikte çalıştığı ekip yine parlak zeka ve bilgiye sahip insanlardan oluşuyor.
Kennedy Küba’da Castro’yu devirmek üzere, Kübalı sürgünlerden oluşan bir orduyu Küba’ya göndermeyi planlıyor.
Otoritenin bu müthiş fikri, o parlak zekalı ekip tarafından alkışlanıyor.
Sonuç malum, tam hüsran. Castro’yu devirmek isteyenler ya yakalanıyor ya öldürülüyor.
Daha da beteri, Amerika’nın bu girişimi Rusya’yı harekete geçiriyor, Küba ile Rusya arasında derin bağların kurulmasına yol açıyor.
Bir başka örnek yine Amerika’dan. Başkan Johnson da, ileriyi gören ya da öyle sanılan, zeki ya da öyle sanılan biri. Yanındaki ekip de öyle.
Vietnam’a saldırıyor.
Sonuç malum, tam hüsran. Amerika sadece Güney Vietnam’dan çekilmekle kalmıyor, Kuzey Vietnam ki, komünist bir ülke, Güney’i ezip geçiyor.
Örneğin, Hitler. İkinci Dünya Savaşının sonlarında Rusya’ya saldırıyor. 1707’de İsveç Kralı XII. Charles’in, 1812’de Napolyon’un düştüğü hata Hitler ordularının da sonunu getiriyor. Her üç ordu da, dondurucu kışa kurban gidiyor.
Her üç felaketin ortak noktası var.
Lidere, otoriteye sarsılmaz sadakat hüsranla sonuçlanıyor.
“İhanet” suçlaması
Lider ne yaparsa yapsın, sırf ona sadakat adına, liderin, yani otoritenin ne yaptığı hiç sorgulanmıyor.
Orada kalmıyor, sorgulayanlar “hainlikle” suçlanıyor.
Yapılan iş, ekip tarafından sonuna kadar ve hep birlikte savunuluyor.
“Gurup psikolojisi” ve “parti” ve “beraberlik” başlıklarıyla.
Kazayla bir kişi ya da bir kaç kişi başını kaldırdığı anda, diğerleri hep birlikte o kişiye “ihanet çığlıkları” eşliğinde amansızca saldırıyor.
Ya sözlerini geri alması ya düzeltmesi isteniyor ya da o kişi artık “bizden değil” naralarıyla dışlanıyor.
Son KHK
Son üç, dört yıldır Milgram deneyi Türkiye’de pek çok olayda yaşanıyor.
Lider ne yaparsa yapsın, hangi kararı alırsa alsın, onunla beraber olanlar, hiç düşünmeden o kararları savunuyor.
Karşı çıkanları “ihanetle” suçluyor.
Hiç bir biçimde, “o kararları eleştireler acaba haklı olabilir mi” diye bir düşünce akıllarından bile geçmiyor.
Sadece suçlama ve sadece sonuna kadar itaat.
Bunun son çarpıcı örneği 696 sayılı KHK’nın insanın kemiklerini donduran maddesi:
“Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket edenler yargılanmaz”.
En yetkin hukukçular, en yetkin siyasetçiler bu madde ile “iç savaş çıkabileceğini, insanların birbirini vurabilecekleri halde, yargılanmayacaklarını” ifade ediyor.
Belirsiz ifadelerle kaleme alınan, devletin yerini tek tek insan iradelerinin alabileceği durumlar.
Olağanüstü tehlikeler içeren bir madde.
Herkes kendi hukukunu yaratıyor
Bu eleştirilere karşı, iktidar yanlıları oralı bile olmuyor. Karşı çakanlar “darbeci” diye damgalanıyor.
Karşımızda Milgram deneyinin ete, kemiğe bürünmüş tipik hali.
Bütün bunlara rağmen, KHK’nın bu maddesi hala gözü kapalı savunuluyorsa, o zaman durum çok vahim:
Artık fiilen bir başka rejime fiilen geçilmiş oluyor.
Herkes kendi hukukunu kendi yaratıyor. Ve bundan dolayı kimseden hesap sorulmuyor.
Demokrasinin son parçaları da çöküyor.