Mevcut uluslararası finansal mimari, 1997 yılında patlak veren Asya Krizi ve 2001 yılında ortaya çıkarılan ENRON skandalı tecrübesine dayanıyor.
Benzer türden krizler ve skandalların önüne geçmek üzere buradan elde edilen tecrübelerle, uluslararası finansal mimari dizayn edilmişti.
Önemli ölçüde ABD tarafından ihdas edilmiş olan ve dünyanın da kabul ettiği bu mimariye, yaklaşık bir senedir G20 tarafından el atılmış durumda. Amaç; 2008 yılında patlak veren türden krizlerin çıkmasına engel olmak. Gelinen nokta ise pek parlak değil. Çünkü son kriz, standartları ihdas eden ve dünyaya kabul ettiren ülkede çıktı. O nedenle daha geniş bir katılımla uzlaşma sağlamak gerekiyor. Bu da doğal olarak kolay olmuyor.
Hatırlarsanız krizin en derin olarak hissedildiği 2009 yılının ilk yarısında mutabakat zemini çok daha sağlamdı. Ancak şimdi özellikle AB kaynaklı ayak sürmelere şahit oluyoruz. Çünkü Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet euronun değer kaybından çok umutlu ve Almanya – Fransa ikilisini alınması gereken önlemler hakkında ikna etmiş gibi.
Takip edenler bilir, paritenin çok yükselişinden duyduğu kaygıyı ve bir Merkez Bankası Başkanı'ndan duymaya alışık olmadığımız açıklamalarını “Trichet’nin Gözyaşları” başlıklı yazımızda paylaşmıştık. Şimdi Trichet; parite düşüşüyle desteklenmiş, ihracat ağırlıklı bir büyümeyi çıkış stratejisi olarak mümkün görüyor ve IMF’nin ortodoks (IMF reçetesi diye tabir edilen) politikalarını ziyadesiyle benimsiyor. G20’de biraz da bu strateji değişikliği nedeniyle mutabakat sağlanamadı.
Neyse biz konumuza dönelim ve temel konu başlıkları itibariyle ilerleyelim:
Bankaların vergilendirilmesi
G20 Busan toplantısına kadar bankaların küresel ölçekte vergilendirilmesi önerisi bir hayli itibar görüyordu. Hatta öneriyi ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi G20’nin en zengin ülkeleri de destekliyordu. Ancak öneri bugünlerde artık hiç itibar görmüyor. Çünkü AB korktu. Çok büyük ihtimalle Almanya, Fransa ve İngiltere, bir zamanlar hararetle savundukları bu öneriden iki sebeple çark edecekler: 1) Bankaları sıkboğaz edersek kredi arzı daralır ve büyüyemeyiz. 2) Küresel mutabakat olmadığı için regülasyon arbitrajı olur.
O nedenle ABD dışında konuya “yattı gözüyle” bakabilirsiniz.
Basel III
Basel III, sermaye yeterlilik rasyosunun daha muhafazakâr bir şekilde hesaplanmasını öneriyordu. Yeni hesaplamaya göre bankaların daha az risk alması ve daha fazla öz kaynağa sahip olmaları gerekecekti. Öngörülen tarih de 2012’ydi. Ancak bu tarihe maalesef uyulamayak.
Hatırlarsanız, krizin suçlusu olarak görülen bankaları hizaya çekecek her türlü öneriye 2009’da herkes çok sıcak bakıyordu. Şimdi rasyo hesabıyla ilgili yeni düzenleme için, “ileri bir tarihte uygulanmak üzere, her ülkeye kendi özel koşullarına göre farklı aşamalarda geçiş imkânı öngörülsün” deniyor. (Söylendiği gibi: “Frank Sinatra My Way” yani...)
Batmasına izin verilemeyecek kadar büyük bankalar sorunu
Maalesef bir zamanlar pek fiyakalı kısaltmalarla konuşulan “batmasına izin verilemeyecek kadar büyük bankalar” tartışmasından da bir sonuç çıkmadı. Bu tür bankalara; 1) öz kaynaklarını artırma zorunluluğu mu getirilmeli, 2) yapısal kısıtlamalar mı konulmalı, yoksa 3) bunları riskli faaliyetlerden caydıran diğer önlemler mi alınmalı? konularında uzlaşma sağlanamadı.
Bu konuya da ABD dışında önemli ölçüde “yattı gözüyle” bakabilirsiniz.
Uluslararası muhasabe standartları
Dünyada genel kabul görmüş iki tür muhasebe standardı vardır. Bunlara kısaltılmış adıyla IFRS ve US GAAP deniyor. İlkini, kısaltılmış haliyle IASB adlı, 2001 yılında kurulmuş, Londra merkezli, bağımsız ve özel sektörden bir komite düzenliyor. İkincisini ise 1971 yılında kurulmuş, ABD merkezli FASB düzenliyor.
G20 toplantılarında defalarca “tek standart olsun” kararı alındı. Hatta standartların konsolidasyonu için 2011’in ortalarına kadar bitirme hedefi konuldu. Ancak bankaların “nakdi” varlıklarının (price assets) nasıl değerleneceği konusunda bir uzlaşma sağlanamadığı için hedefe ulaşılamıyor. Çünkü IFRS “yürüyen fiyat” (mark-to-market) diyor, US GAAP ise “makûl değer” (fair-value). Uluslararası muhasebe standartları AB’de zorunlu. O nedenle “makûl değer” AB içinde daha dar kullanım alanına sahip. Bu da tartışmanın kilitlenmesine yol açıyor.
ABD’de son durum
ABD’de son aşamaya gelen finansal reform paketi G20’de mutabakat aranan konuları önemli ölçüde kapsıyor gibi. Örneğin; derecelendirme kuruluşları, hedge fonlar vesaire hep kayıtlı olacak, gözetilecek ve denetlenecek; bankalar riskli işlemler yapamayacak, kendi nam ve hesaplarına vadeli işlem yapamayacak...
Bakalım daha hızlı ve somut adımlar atmak için AB ikinci dibi mi bekleyecek?