Sinemasının etkisi heralde; İran denilince aklıma kültürü ve tarihiyle barışık, telaşsız ve barışçıl bir millet; yuvasına bağlı, evladına ve eşine karşı merhametli, fedakar anne ve babalar; bizden daha güvenli yaşayan esmer güzeli acem kızları (1), onlara kuşlar gibi ritmik hareketlerle dans ederek kur yapan, taciz ve şiddete mesafeli erkekler; yoksul ama incinmemiş çocuklar; cennet bahçeleri, “serin sıra serviler”, ıssız bağlar, zümrüt kırlar, çimenlikler, insana küsmemiş akarsular; şarap (2), gül, bülbül, şiir, masal, destan, def, ney, tar, rebap, santur ve terennüm... geliyor. Bir de Zaloğlu Rüstem.
Hani şu Şehnâme’den geçen “700 batman ağırlığındaki gürzü, güçlü kemendi, kaplan postundan yapılmış elbisesi ve yıldırım hızındaki atı Rahş ile...” İranı tüm düşmanlardan kurtaran, çocukluğumun kahraman savaşçısı. (3)
Yıl 1973, “Süs Sineması”ndayız. Belinde yuvarlak tokalı bir kemer, elinde kocaman kılıcıyla başrolde Yıldıray Çınar.
Aklın, hukukun, hiçbir türden otoritenin hükmedemediği çocuk dünyamda, ne amansız düşlere vesile olmuştu Zaloğulu Rüstem!..
İran, Orta Asya’dan batıya doğru göç ederken Türk ve Moğol istilalarından çok çekmiş bir ülkedir.
Tarih boyunca İran’la hep mesafeli olmuşuzdur!
İran’ın Homeros’u olarak bilinen Firdevsi, Şehnâme’sinde İranlıları suya Türkleri ateşe benzetir. “Kalbin derununda biri diğerine baş kaldırır. Birbirine karışan iki şey; su ve ateş, biri diğerini yok eder” der.
Firdevsi böyle der ama, adeta ortak dinin ayırdığı iki milleti edebiyatın birleştirdiği de bir gerçektir. Divan edebiyatında İran etkisi büyüktür. Misal Hâfız; Fuzulî, Bakî, Nef’î, Şeyh Galip gibi birçok üstad divan şairine ilham vermiştir. Sâdi’nin “Gülistan”ı yüzlerce yıl Osmanlı’da ahlak ve ders kitabı olarak okutulmuştur. Evliya Çelebi, Bursalı meddahların Şehnâme’yi ezberden okuduklarını yazar. Ömer Hayyam’ı bilmeyen yoktur. Arzu ile Kamber’i, Ferhad ile Şirin’i, Zaloğlu Rüstem’i bize ait sanırız. Öyle ki Mevlana’yı baş tacı yaparız. Onlarda “rint”, bizde “eren”e karşılık gelir. Yani gönül eri, kalender, aldırış etmeyen, ilahi aşkla mest olmuş kişi.
Hani diyor ya Yahya Kemal: “Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde”
Evet iki hafta yokuz. Dünya fani ve isteriz ki “Büyülü İran” gezimiz sırasında siz de “lisanü’l gayb” ve “tercümanü’l esrar” olarak isimlendirilen Hâfız’a emanet olun. Ama önce, İranlı edip Muhammed Ali Cemalzade’nin “İkiz” adlı öyküsünden, merâmımıza tercüman iki paragraf (“Modern İran ve Afgan Öyküleri Antolojisi”, YKY, 2. baskı, 2013, çeviren Mehmet Kanar):
“Dünyanın güneş etrafında dönmesi ihtiyarlatmaz insanı. Yeryüzü güneşin etrafında dönmekten nefes nefese kalır. Bana ne? Ben çok şeyi düşündüm, tarttım. Rızık veren Tanrı’nın verdiğine vermediğine razı oldum. Vara üzülüp yoka perişan olmayı uzak tuttum kendimden. Dostlarımla dost, Tanrı kullarıyla arkadaşım. Birisi düşmanlık gütse, iyi geçinme silahıyla giderim onunla savaşa. Sanırım genç kalmanın sırrı burada.
Dünyanın zevki biriktirmekte değil, harcamakta. Gerçek zengin biriktirmez, harcar. Kardeşim, şimdi benim yüz mislim kadar mal mülk sahibi oldu; ülkenin birinci sınıf kalantorları arasına girdi. Ama ben de bilirim, herkes de bilir; dünyada yaşamayı sevenlerin lezzet, keyif, mutluluk dediği şeylerin çoğundan mahrum; alamamış nasibini. Yılda bir kez açmaz Hâfız’ı. Mevlana’dan “Bişnov ez ney çok hikayet mükoned”den (Dinle neyi, nasıl anlatıyor) başkasını duymamıştır. Hatta beytin ikinci mısraını bile bilmez...”
Umarım Hâfız’ın aşağıdaki dizleri sizin de yüreğinizi ferah ve umutla doldurur; gönül huzuru bir tebessümle hafta sonuna başlarsınız.
Mektubun Leyla'dan başka kimi var
ya Leyla'ya gider ya Leyla'dan gelir
Pirimiz dedi ki, takdir kaleminde hatâ olmaz
Hataları örten temiz bakışlara âferin!
Çocuktum, aşık oldum ihtiyar
İhtiyardım, aşık oldum çocuk!
Daraldığında elin, iç, eğlen, sarhoş ol
Bu varlık kimyası Kârûn yapar dilenciyi
Ömür katarlar ömrüne insanın Farsça söyleyen güzeller
Bir müjde ver sâki neşeli rintlere
Getir sun mutluluk sermayesini ey sâki,
Hep Kubad’ın tacı gibi parıldayan şaraptan.
Gül ve şarap meclisinde gül, tatlı öttü dün gece bülbül
Getirin sabah şarabını, uyanın ey sarhoşlar
Giymedi ya Hâfız kendiliğinden şaraba bulanmış bu hırkayı
Mazur gör bizi ey namus timsali şeyh
Olmayın riyakarlık edenlerden
Bir yanda yüksek sesle Kur'an'ı dillendirirken
Öte yandan ahlaksızlığını sakladığını zannedenlerden
Not: 1) İran denilince akla acem kızlarının güzelliği de gelir. Hani bir zamanlar Ruhi Su’dan, şimdilerde en güzel yorumunu Okan Murat Öztürk’ten dinlediğimiz halk türküsünde der ya, “Burnu fındık, ağzı kahve fincanı. Şeker mi şerbet mi, bal Acem Kızı”. Bu meyanda Abbas Kiyarüstemi’nin Şirin adlı filmini de izlemenizi tavsiye ederim. Filmde, Ermeni prensesi Şirin’in imkansız aşk hikayesini izleyen ve aralarında Juliette Binoche’un da bulunduğu 40 İranlı aktris ve tiyatrocu kadın vardır. Film boyunca münhasıran; Şirin'in acıklı hikayesi karşısında türlü duygularla değişik hatlara bürünen yüzlerini izlediğimiz bu kadınların her biri birbirinden, ama hepsi de misal, Angelina Jolie’den güzeldir.
2) İran denilince akla bir de koyu kırmızı “derili” Şiraz üzümü ve şarabı gelir. 9’ncu yüzyılda Orta Doğu’nun en iyi şarapları Şiraz’da üretilirdi. Hâfız’da da Ömer Hayyam’da da sözü edilen şarabın Şiraz şarabı olduğu söylenir. Bu şarapla Syrah, Sirah diye bildiğimiz şarap arasındaki isim benzerliği arasında muhtelif rivayetler vardır.
3) Ağız tadımızın hatırına yazımızın ne oradaki, ne de buradaki siyasi rejim ve sıcak gündemle alakası olmadığını hasseten hatırlatmak isterim.
“Sevgilinin kaşları eğdi kaderimizi, o günden bugüne dek düşmüş yaratıklarız” diyen Hâfız’dan esinlenip, türbüşona sarılan dostlara eşlik etsin: https://www.youtube.com/watch?v=QjMGOTKf5Mw
Aşağıdaki şiirler de “yolluk” olsun (!)
ŞARABIN TERANESİ
Dedi lâl rengi saf şarap kadehe
Dört yerde dört cevherim hep ben
Asmada zümrüdüm, şişede akik
Küpte Süheylim, kadehte güneş
Kim demiş bana haram; içerken beni
Doğumda helalzade, olur haram?
MEYHANE YOLU
Olursam sarhoşluk yüzünden helâk,
Sarhoşların töresiyle atın üstüme toprak.
Asma tahtasından yapın tabutumu,
Meyhane yolunda verin toprağa beni.
Meyhane suyuyla gasledin beni,
Sonra bir sarhoşun omzuna koyun beni.
Dökmeyin mezarıma şaraptan başka.
Getirmeyin matemime rebaptan başka.
Ancak şartım var: Ölünce ben
İnlesin mutlak mutrib ile çengzen.
Hey Hâfız, kaldırma başını sarhoşluktan,
İstemez çünkü sultan vergiyi haraptan.