2009 yılının Şubat – Mart aylarıydı. Dünya ekonomisinde herşey çok daha kötüye gidecek diye merkez bankaları ve yatırımcılar, ellerindeki nakdi dolara park etmiş ve uzun vadeli ABD tahvili satın almıştı. Böylece bu tahvilleri satın alan ülkelerin merkez bankası bilançoları dolar cinsinden şişmeye başlamıştı.
Bilahare dolar değer kaybetmeye başlamış, dolar cinsinden rezerv tutan ülkelerin merkez bankalarının bilançoları bu kez ulusal para cinsinden inmeye başlamış, rezervlerin ulusal para cinsinden değerindeki bu düşüş Fed dışı merkez bankası bilançolarına zarar olarak yansımıştı.
Doların rezerv para olması, dünya ticaret hacminin yaklaşık %70’nin dolar cinsinden yapılması ve petrol dahil hemen tüm emtiaların dolar cinsinden fiyatlanması nedeniyle ABD yine (mürekkep, kağıt ve matbaa masrafları karşılığı) dünyanın en kolay yolundan para kazanmış;
böylece, krizin etkilerinden korunmak üzere başka ülkelere “risk yönetimi” yaptırarak kolay yoldan elde ettiği senyoraj geliriyle krizin ilk yaralarını sarma imkanı bulmuştu.
Daha sonra doların değer kaybetmesi ABD tahvilini elinde tutan başta Çin olmak üzere birçok ülkeyi rahatsız etmeye başlamış; hatta doların uluslararası rezerv para olma fonksiyonu tartışılır hale gelmiş ve alternatif para birimleri tartışılmaya başlanmıştı.
Rahatsız olanların başında AB vardı. Çünkü parite 1.50’yken AB ihracat yapamıyor ve büyüyemiyordu. “ Trichet’nin Gözyaşları” başlıklı yazımızı hatırlayın. Sonra dolar tekrar değer kazanmaya başladı ve parite 1.20’nin altına indi. Hatta paritenin 1.05’e kadar ineceği rapor edildi. Parite düşüşü AB ülkelerinin bir kısmının (ihracatçı Almanya) işine yararken bir kısmının (ithalatçı Yunanistan) işine yaramadı.
Sonra ne oldu anlayamadık ve birden bire ABD’den gelen veriler kötüleşmeye başladı ve dolar tekrar değer kaybetmeye başladı. Derken Fed’in 2011 yılında faiz artırmasının artık imkansız olduğuna inanılmaya başlandı. Bu kanaat yerleşir yerleşmez ABD doları tekrar başta euro olmak üzere hemen tüm para birimleri karışısında değer kaybetmeye başladı ve parite tekrar 1.35’e dayandı.
Şimdi neredeyse tüm para birimleri dolara karşı değer kazanıyor ve hemen tüm merkez bankaları üzerinde değerli ulusal para nedeniyle baskı var.
Bir parantez açalım: Değerli TL namusumuz. Bu kabul ama, bunun bizle alakası maalesef yok. Daha açık konuşalım: Dünyanın en yüksek faizini öderseniz ve yakında uyguladığınız politikalarda bir değişiklik yapmayacağınızı taahüt ederseniz ulusal paranız değerli olur. Rezervleri de artırsanız, “cingözlük” yapıp faizleri de düşürseniz durum değişmez.
Meraklı okuyucu bu noktada peki ne yapmak lazım diye sorabilir. Sermaye hareketleri serbest olduğu sürece, yani sıcak para ülkeye aktığı sürece “burası kadıköy burdan çıkış yok”...
“Kurlara Siyasi Müdahale Ne Zaman Bitecek?” başlıklı yazımızda değerli ulusal para sorununun bize münhasır olmadığını ve bu önemli meseleye tüm merkez bankalarının kafa yorduğundan bahsetmiştik. Dün Brezliya merkez bankası real’in dolar cinsinden değerini devalüe etmek için sınırsız dolar alım ihalesine başladığını anons etti. Bu kararı Financial Times “Breziyla kur savaşları uyarısı yaptı” başlığıyla verdi.
Şimdi size bir soru: Bu savaşı kim kazanacak?
Elbette Bağdat’ta asıl hurmayı yiyen.
Ancak şimdi mekanizma farklı. Artık herşey daha kötüye gidecek diye merkez bankaları ve yatırımcılar dolara park etmiyorlar. Yani mesele “risk yönetimi” değil.
Değerli ulusal paralar ülkelerin rekabet güçlerini azaltmaya başladı.
Daha önce de yazdık: Bu iş, “sen üretme ben üreteyim”, “sen satma ben satayım”, “benim işsizliğim seninkinden daha düşük olsun”, “senden daha fazla vergi toplayıp borcumu ödeyeyim”, “senden daha fazla ihracat yapıp dış ticaret açığımı kapatayım” savaşı...
Malum herkes borçlu ve herkeste bütçe açığı var. O nedenle kamu çok harcayamıyor ve biraz da vergi toplamak lazım. O nedenle tek çıkar yol, dışarıda biryerlerde müşteri bulmak. Dolar değer kaybedince dışarıdaki müşteri için malınız pahalı hale geliyor. Çünkü dünya ticaretinin %70’i dolar cinsinden yapılıyor ve emtilar hep dolar cinsinden fiyatlanıyor.
İşte bu tuhaf durum nedeniyle ulusal paranızın değer kaybetmesi için özel politikalar uygulamak, dünya ölçeğinde ekonomi diplomasisi yapmak zorunda kalıyorsunuz. AB bu nedenle çırpınıyor, G20 bu nedenle iki ayda bir toplanıyor.
Hatırlayın ABD Çin’e ne diye baskı yapıyor? Sen de bırak da yuan dolara karşı biraz değer kazansın. Yani başkalarının uğraşarak beceremediğini sen de yap!
Özetle artık merkez bankaları risk yönetimi saikiyle değil ihracatçılarının rekabet güçlerini artırmak için dolar satın alıyor.
Şimdi size bir soru: Peki bunu herkes yaparsa kimin rekabet gücü artar? Bir başka ifadeyle; kur savaşı yapan bizim gibi yükselen piyasaların merkez bankaları, seferberlik ilan edilmişcesine dolar satın almaya başlarsa savaşı kim kazanmış olur? Yani herkes ulusal parası değer kaybetsin diye dolar satın alırsa bundan en fazla kim kazançlı çıkar?