T24 okuru için ABD ve AB’de olup biten malumdur. Türkiye’nin temel iki yapısal sorunu hakkında da epey yazdık. Olumlu konjonktürde daha cesur adımlar atmaktan çekindiğimizi de son yazılarımızda dile getirdik.
Dün Fitch not artırımının belirsiz olduğunu söyledi. Bu da T24 okuru için sürpriz değil. Çünkü daha önceki bir yazımızda seçimlerden sonra not artırımı hayalimizin suya düştüğünü de yazmıştık. Şimdi ortalık birden bire neden alevlendi, bunu anlamaya çalışalım.
Aşağıdaki tabloya bakın:
Bu tablo 20 Ağustos’a kadar Yunanistan’ın yapacağı ödemeleri ve dolayısıyla temerrüde düşmemesi için gereken para miktarını gösteriyor.
Alev çıkmasının tek nedeni bu değil. Sorun şu: Yeniden yapılandırma için bu tahvilleri elinde tutan bankaların alacaklarının bir kısmından vazgeçmesi gerekiyor. Bu konuda zarar yazan bankalara birtakım vergisel teşviklerle destek olunabileceği de konuşuluyor. Bir yandan bankaları sermaye yeterlilik rasyosunu tutturmak için daha fazla etkin rezerv tutmaya zorlarken, öte yandan zarar yazmalarını istemek elbette kolay değil! Hele bir de bu bankalar Alman ve Fransız olursa! Ancak sorun bugün – yarın bir şekilde hal yoluna girecek.
Peki, İtalya neden çok ciddi bir risk varmış gibi ortaya atıldı?
Daha önce de yazmıştık. Bir yerde sorun varsa risk hızla büyür diye.
İtalya’da sorun var. Ama sorunun temeli Yunanistan gibi temerrüt ihtimali kesinlikle değil. İtalya’da sorun, tüm G7 ülkeleri gibi hızlı büyüyememek. Dahası var: İtalya’da bütçe disipliniyle ilgili de bir sorun yok.
Kriz yıllarını dışarıda bırakırsak İtalya’da son 10 yılda Ortalama Bütçe Açığı/GSYİH oranı yüzde 3,1. Kriz sonrasında diğer PIIGS’ler bütçe problemleri yaşarken İtalya yaşamadı. Hal böyleyken, düşük büyüme hızı nedeniyle makul düzeyde bütçe açığına rağmen kamu borcunun GSYİH’e oranı, kriz öncesindeki yüzde 100’lü seviyelerden yüzde 120’lere sıçradı! İşte piyasaları da korkutan bu oran.
Başlığımızda fazla telaşa gerek olmadığını söylemiştik. Bunun gerekçesi şu: Yunanistan’ın toplam borcunun yüzde 60’ının vadesi önümüzdeki 5 yıllık dönemde doluyorken, aynı oran İtalya için yüzde 51. Dahası var: Toplam kamu borcunun sadece yüzde 43’ü yabancıların elinde. Euro bölgesinde İspanya ile beraber bu en düşük oran. Yani bulaşma riski Yunanistan’a göre çok daha az.
Bakın bence bu sorun nasıl biraz daha ötelenecek:
G20 yazılarımızı hatırlayın: G20’de Kıta Avrupa’sı Çin’e destek veriyordu. Çünkü Fed’in para basmasından, başta Almanya olmak üzere fazla veren ülkeler rahatsızdı. ABD ise hem para basmak, hem de USD uluslararası itibarını korusun istiyordu. ABD para basınca petrol, gıda vs. emtia fiyatları artıyor ve bu süreç Almanya ve Fransa’yı rahatsız ediyordu. Çünkü emtia piyasaları oynaklaşıyor ve piyasalarda belirsizlik artıyordu. O nedenle Fed’in para basarken G20’de Avrupa’dan köstek almamak için bu soruna bir çözüm bulması gerekiyordu. Çözüm olarak ilk anda ABD 60 milyon varil stratejik petrol rezervini serbest bıraktı. Bu bir miktar petrol fiyatlarında ve emtialarda gerilemeye neden oldu. Olumlu etkisi geçici de olsa bu jest, Almanya’yı ve ECB’yi rahatlatmaya yönelikti. Çünkü enflasyon artışı faiz artırımına yol açıyor ve bu da PIIGS ülkelerindeki durumu daha da ağırlaştırıyordu.
Hatırlayın, 6 Temmuz 2011 tarihli “Emtia fiyatlarıyla ilgili senaryolar…” başlıklı yazımızı (küçük bir farkla) şöyle bitirmiştik:
“Fed’in genişleme politikası uygularken paranın bu kez yine hedge fonlar aracılığıyla vadeli işlemler piyasalarına ve yükselen piyasalara değil de, doğrudan ABD tüketicisinin eline geçmesini sağlayacağı söylentisi var. Obama; 2012 yılında yapılacak başkanlık seçimi öncesinde ABD halkının tüketmeye başlamasıyla, büyüme oranını artırarak ve işsizlik oranını düşürerek yeniden seçilmeyi planlıyor.
Özetle ABD para basacak, ama parayı bizim gibi ülkeleri söğüşleyen hedge fonlara vs. vermeyecek; bunun yerine içeride harcaması için kendi tüketicisine verecek. Böylece emtia fiyatlarını spekülatif olarak artıran Fed parası ABD’yi büyütürken AB’ye zarar vermemiş olacak. Yani parite yüksekte kalsa dahi (ki bu Ağustos ayının sonunda zor) Alman sanayici metali EUR cinsinden düşük fiyatla satın alabilecek ve ECB faiz artırmak zorunda kalmayacak. Böylece Alman ve Fransız tüketici maliyet enflasyonu tehdidi yaşamayacak ve göreli olarak daha düşük Euribor nedeniyle daha fazla harcama yapabilecek. Bu da daha yüksek büyüme ve daha düşük işsizlik oranı demek. Sarkozy ve Merkel’in de 2012 ve 2013 yılında yapılacak seçimlerle ilgili planları da bu.
Anglo Sakson – Kıta Avrupası ittifakına dayalı yeni denge şimdilik böyle görünüyor.”
Sadede gelelim:
Önümüzdeki günlerde piyasalarda yeniden bir iyimserlik balonu şişecek. Çünkü Yunanistan’la ilgili sorunda piyasaları rahatlatan bir çözümün eli kulağında ve bu çözüm muhtemelen selektif temerrüt olacak. ABD’de borçlanmayla ilgili limit sorunu de bir şekilde çözülecek. Bu balon sırasında, daha önce olduğu gibi yine Alman ve Fransız bankalar ellerindeki Yunan tahvillerini elden çıkaracak. Daha sonra benzer türbülansları yine yaşayacağız ve yine sorun, kısmen hafifleyerek ertelenecek.
Ta ki, Almanya ve Fransa PIIGS’lerle ilgili tüm riskleri ECB’nin üzerine yıkıncaya kadar.
Bu sürece Fed de destek verecek. “Al gülüm, ver gülüm” yani.
Tüm riskler ECB’ye yıkıldıktan sonra, yani ECB de Fed gibi gayet şişkin bir bilançoya sahip olduktan sonrası için Allah Kerim.
Not: Başkanlık sistemi gibi tartışmalara ve Kürt sorununa acil çözüme yönelik köklü arayışlara dış konjonktürün destek olmayacağı bir döneme giriyoruz. Daha dikkatli ve sağduyulu olmamız gerekiyor. Nerede demokrasi ve özgürlük varsa; orada zenginlik, huzur ve halkın rızasına dayanan bir istikrar var. Kriz yönetiminde daha etkin olmak istiyorsak; ekonomi yönetimine destek olmak üzere özgürlükçü bir anayasa yapım sürecine ilişkin olarak Sayın Başbakan’dan güven veren, ciddi bir niyet beyanı gelmeli.