Bu ülkenin en temel makro problemi, nisbeten düşük katma değer yaratan ve bu nedenle ekonomi yönetimini temel problemlerden uzaklaştırıp cari açığın finansman sorununa odaklayan ve bu nedenle “insan odaklı olmayan”, ithalat bağımlısı ama ihracata dayalı büyüme modelidir.
Sorunumuz bakkal hesabıyla şu: İç tasarruf açığımızı hep başkalarının tasarruf fazlası ile kapatıyoruz. Yani el alemin parasıyla tüketiyor ve yatırım yapıyoruz.
Türkiye büyümek zorunda. Genç işsizlik çok kaygı verici boyutta (%20’nin üzerinde). Kentlerde bu rakam %25’in üzerinde. İşgücüne katılım oranımızın % 49’larda olduğunu ve giderek muhafazakarlaştığımızı ve kadınları sosyal hayattan uzaklaştırdığımızı düşünürsek, gerçek işsizlik oranımız bunun çok daha üzerinde. İstihdamın uzun vadeli büyüme esnekliği düşük 0.5 gibi düşük bir rakam. Yani %1 büyüyünce işsizilik oranınız %0.5 azalıyor. Her yıl iş arayan sayısına 550 binden fazla insan katılıyor. O nedenle %6’dan düşük tarım dışı büyüme oranı işsizlik sorununu çözmüyor, sadece sabit bir oranda tutuyor. Yani 550 bin kişi ilaveten iş aramaya başlıyor, işszilerden 550 bin kişi iş buluyor. Bu çok önemli ve yapısal bir sorun...
Geçelim.
İç tasarruf açığımız var diyor ve kısa vadeli sermayeyi caydırmak için önlem alıyoruz. İlk bakışta bunun nesi var, çok normal, hatta alkışlanması gereken bir politika refleksi diyor insan. Peki gerçekten durum böyle mi ? Gelin bakalım.
İç tasarruf açığının iki kaynağı var. Ya özel sektör tasarruf ettiğinden daha fazla yatırım yapıyordur, ya da devlet topladığı vergiden daha fazla harcama yapıyordur. Bu iki durum aynı anda da gerçekleşebilir; taraflardan birisi tasarruf verirken, diğer taraf bu tasarruf tutarından daha fazla açık da verebilir. Durum değişmez. Şimdi size bir soru: Merkez Bankası neden faiz indirimi ve kısa vadeyi caydırıcı önlem aldı? İstiyor ki, kısa vadeli fon girişi azalsın, uzun vadeli girişler artsın, insanlar tasarruflarını daha uzun vadeli enstürmanlarda değerlendirsin. Böylece finansal istikrar olsun, büyüme olsun, aşk olsun...
Peki öyle mi?
Alın size tipik bir sanayi şirketi bilançosu vakası.
İç tasarruf açığımız varsa, kim bizi şirketlerimizin açık pozisyonda olduklarını varsaydığımız için ayıplayabilir? Kimse! Şunu demek istiyoruz, tipik bilançomuzda döviz borçlarımız döviz alacaklarımızdan daha fazla.
Şimdi Merkez Bankası’nın aldığı karar sonrasında olana bakalım. 31.12.2009 yılı (muhasebe) kapanış işlemlerinde Dolar/TL kuru 1.5057’ydi. Bugün itibariyle kur 1.55’in (Saat 11.45) üzerinde. Yıl sonu tahminimiz 1.5500.
Tipik sanayi şirketimizin açık pozisyon tutarını 100 milyon dolar olarak varsayalım. Gayet normal bir rakam.
Şimdi dikkat: Merkez Bankası’nın almak zorunda kaldığı son önlemlerin zamanlama hatası nedeniyle oluşan kur hareketinin bilançoya yansıması (tahminen) 4.5 milyon TL zarar olacaktır. Neden mi ? Çünkü kurumlar vergisi matrahı sırf bu nedenle 4.5 milyon TL azalacaktır. Dolayısıyla bu şirket potansiyel olarak 2011 yılında 900 bin TL daha az vergi ödeyecektir. Hesap ortada kurumlar vergisi oranı %20, matrah 4.5 milyon azaldı, ödenecek veri 900 bin azaldı.
Şimdi size bir soru: Peki bu önlemler bizim iç tasarruf açığını azaltıcı mı etki yapar, artırıcı etki mi?
Peki bizim bu önlemleri alması için Merkez Bankası’nın üzerine üzerine gitmek yerine, Ocak ayının ilk Pazartesi gününü, yani Ocak ayının 3’ünü beklemiş olsaydık ne değişirdi?
Hiç, sadece iç tasarruf açığımız en az 900 bin TL daha az olurdu. Çünkü muhtemelen Dolar/TL kuru 1.5057’nin altında kapanırdı ve örneğimizde olduğu haliyle 100 milyon dolarlık borcun Vergi Usul Kanunu uyarınca değerlemesi nedeniyle oluşan kur farkı geliri, finansman giderlerini azaltır ve böylece söz konusu şirketimiz 900 bin TL’den daha fazla ilaveten kurumlar vergisi öderdi.
Kapiş?