18 Temmuz 2013

İstanbul 2020 Olimpiyatları ve Çözüm Süreci başkanlık sistemi için son şans mı?

Artık kaleme alınmaya başlanandığını düşündüğümüz 2013 AB İlerleme Raporu’na, hergün kendi ellerimizle daha kötü bir sayfa ekliyoruz

Gezi Parkı direnişi sonrası başlayan Meclis dışı muhalefeti bastırmak için Başbakan’ın oluru ve desteğiyle kullanılan polis ve polis destekli milis güçlerinin yaptıklarından, bir yurttaş olarak kaygı duymamak ve utanmamak mümkün değil.  

Ülkenin küresel rekabet gücünü azaltan bir faktör olduğu uluslararası raporlarla tescil edilmiş olmasına rağmen, polis hizmetlerinin güvenilirliği ve kalitesi hakkında Meclis içi muhalefetten hiç ses çıkmaması da ilginç doğrusu!

Artık kaleme alınmaya başlandığını düşündüğümüz 2013 AB İlerleme Raporu’na, hergün kendi ellerimizle daha kötü bir sayfa ekliyoruz ve sanki demokrasimizin gerilemesinden AB zarar görecekmiş ve böylece yaptıklarının bedelini ödeyeceklermiş gibi, tuhaf bir kayıtsızlık içindeyiz!

Maalesef Başbakan; ya Davutoğlu’nun Alman Dışişleri Bakanı’nın her an değişebilecek şifai öngörüsüne aşırı güvenerek yaptığı açıklamaya inanarak ve bu nedenle de polis ne yaparsa yapsın AB ile 22. fasıl müzakerelerin açılacağını sanarak ya da AB İlerleme Raporu’nda yazılacakları ve bunun olası sonuçlarını umursamayıp; İstanbul’un olimpiyat oyunlarındaki şansını azaltıcı (“imaj bozucu”) gelişmeler olarak değerlendirdiği “halk gösterileri”ni bastırmak amacıyla, olup bitene rıza gösterdi (gösteriyor) ve destek oldu (oluyor).

Alman bakanın her an değişebilecek şifai öngörüsü demişken, Merkel’den gelen THY – Lufthansa işbirliği talebini ve bir tarihi notu hatırlatmak gerekiyor: Malum, Türkiye’ye adaylık statüsünün verildiği 1999 yılı Helsinki Zirvesi sırasında Finlandiya Cumhurbaşkanı Türk hükümetine, Kıbrıs'ın adaylık müzakerelerinde bir ön şart olarak ileri sürülmeyeceğine dair bir mektupla taahhütte bulunmuştu. Bu mektup üzerine dönemin Başbakanı rahmetli Bülent Ecevit, Helsinki Zirvesi'nin kapanışında AB üyesi ülke liderleri için düzenlenen çalışma yemeğine katılmayı kabul etmiş; bilahere adaylık statüsünün Yunanistan – Kıbrıs şartına bağlanmaksızın kabul edilmesi, hükümetin bir diplomasi başarısı olarak değerlendirilmişti. Sonrasını hatırlatmaya gerek yok.

Evet, yerel seçimler ve başkanlık sistemiyle ilgili karar arefesinde olduğu Anayasa çalışmaları öncesi Başbakan’ın önünde, bir tarafta Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin 2020 Olimpiyat Oyunları için İstanbul’u seçmesi, öbür taraftaysa üç yıl aradan sonra AB ile 22. Fasıl müzakerelerinin başlaması ihtimalleri var. Yani, söylemini ve duruşunu ona göre ayarlaması gereken iki gelişme.

Malum küresel likidite hunisinde istikamet aşağıya doğru. O nedenle bu iki gelişmeyle (bir anlamda can simidi de diyebilirsiniz) ilgili bir tercih yapmak durumunda değil; ama, İstanbul’un olimpiyat oyunlarına seçilmesini çok, ama çok daha fazla istediği malum. Adım adım gidelim.

Bakın Uluslararası Olimpiyat Komitesi 2020 Çalışma Grubu Raporu'nun (Rapor) 16. sayfasında ne yazılı:

Oyunlara ev sahipliği yapmak bir ulusal önceliktir”.

Raporun aynı sayfasından:

İstanbul 2020, Oyunların kalabalık genç nüfus için sosyal ve ekonomik yeni fırsatlar yaratacağına, halkın güven ve gururunu artıracağına inanmaktadır.”

Şimdi Mayıs ayı başına dönün ve Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin Türk – Japon İşadamları Toplantısı için Türkiye’ye yaptığı ziyareti hatırlayın. Bu ziyaret sırasında Sinop’ta yapılması planlanan nükleer santral ihalesi işi Japonya’ya verilmiş; 22 milyar dolarlık protokol sonrasında yapılan basın toplantısında Başbakan Erdoğan, Çanakkale Boğazı'nda yapılacak köprünün büyük önem taşıdığını ifade ederek, "Burada Japonya teknolojisiyle birlikte olalım dedik. Bu tekliflerimizi kendilerine yaptık" demişti.

Ayrıca “Ben başbakana dedim ki, siz bir olimpiyat yaptınız, şimdi bundan çekilin bunu da biz yapalım. İnanıyorum ki kendileri de bunu anlayışla karşılayacaklardır ve Tokyo Valisi'ne herhalde talimat verirse isabet olacaktır. Bundan böyle bir gelişme olursa güzel olacaktır diye düşünüyorum." diyerek; açık açık Sinop jesti ve Çanakkale Boğazı taahhüdüyle, “bedeli” mukabilinde olimpiyatlardan çekilin çağrısı yapmıştı.

Abe de Uluslararası Olimpiyat Komitesi Etik İlkeleri’ne (IOC Code of Ethics) açıkça aykırı ve Japonya gibi onuruna bu kadar düşkün bir millete sahip gelişmiş bir ülke nezdinde kabul edilemez olan bu teklife cevaben: “Biz de Japon halkına olimpiyatların zevkini tattırma düşüncesindeyiz.” demişti.

Rapor’da dikkate alınan kriterlere göre, İstanbul’un 2020 yılı Olimpiyat Oyunları’na seçilebilmesi için herşeyden önce emniyetli bir şehir olması lazım. Yani şehirde, Rapor’daki ifadeyle “halk gösterilerinin” ve “terör eylemlerinin” sıklıkla görülmemesi lazım. Hükümet nezdinde “Gezi Gazı”nın en önemli nedeni bu esasen.

Rapor’da terör eylemlerinin Kürtlerle ilişkilendirildiğini daha önce yazmıştık. Şurası açık ki, Çözüm Süreci başlatılmasaydı, İstanbul’da PKK bağlantılı eylemler devam eder, Gezi Parkı direnişine karşı kullanılan polis şiddeti nedeniyle ortaya çıkan karmaşadan istifade etmek isteyenler, İstanbul’un 2020 olimpiyatlarına aday 5 şehir arasından sıyrılıp 3 aday şehir arasına çıkmasına engel olabilirdi.

Hal böyleyken hükümet kanadı için şunu söylemek mümkün: Çözüm Süreci’nin arkasında daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi ve daha fazla insan hakları isteğinden çok; bunların sağladığı ve sağlayacağı ülke notu, olimpiyat ihaleleri, İstanbul Büyüşehir Belediye Başkanlığını tekrar kazanmak ve başkanlık sistemine destek türü çıkarlar var. Bu yaklaşıma “menfaat varsa demokrasiye sadakat yaklaşımı” diyebilirsiniz.

Dikkat ettiniz mi bilmem: Başbakan son zamanlarda gündeminden Suriye’yi tamamen çıkarmış gibi görünüyor. Esed’i tahrik edecek hiçbir şey söylemez oldu. Çünkü, açıkçası bu aralar, değil Reyhanlı saldırısı benzeri bir terör eylemi, Esed’ten gelecek tehditkar söylemler dahi İstanbul’un olimpiyat oyunları için şansını sıfırlar. Bunu, Raporu’nun 12. sayfasındaki “10 Emniyet Güvenlik” başlığı altında, Çalışma Grubu tarafından dikkate alındığı açıkça söylenen şu kriterden anlıyoruz: “Terörizmin görülme sıklığı ve olasılığı.” Başbakan’ın son zamanlardaki Çözüm Süreci’ne sıkıca sahip çıkan tutumunu, söz konusu kriterdeki “olasılığı” ifadesiyle de ilişkilendirebilirsiniz. İstanbul, Madrid ya da Tokyo’dan hangisinde 2020 olimpiyatlarının yapılacağına 7 Eylül günü karar verileceğini hatırda tutarak.

Bu arada olimpiyat oyunlarıyla ilgili terör hassasiyetinin, 1972 Münih Olimpiyat Oyunları sırasında El Fetih (Kara Eylül) tarafından İsrailli sporculara yönelik olarak düzenlenen ve sonu ölümlerle biten kanlı rehin alma eylemlerinden miras kaldığını da hatırlatalım.

Son yazımızda Çözüm Süreciyle İstanbul 2020 Oilimpiyat Oyunları arasındaki bağlantıya işaret etmiştik. Bu noktada bir konuda daha netlik ayarı yapmak lazım. Hatırlayın BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, "Barış ile AKP'nin başkanlık sistemi önerisi arasında hiçbir bağ yok. Barışın şartı başkanlık değildir. Anayasaya Özerk Kürdistan bile yazsalar otoriter bir başkanlık sistemine evet demeyiz." demişti.

BDP’nin nasıl bir başkanlık sitemini otoriter bulmayacağını ya da Çözüm Süreci’ndeki olası edinimler karşılığında başkanlık sistemine rıza gösterip göstermeyeceğini bilemiyoruz. Ancak Başbakan’ın aklında halen başkanlık sitemi varsa, kontrol etmekte zorlanacağı bir sürecin başladığını ve yeterince destek göremeyeceğini söylemek lazım. Risk yönetimi çerçevesinde parametreleri ortaya koyalım:

1.       Gezi Parkı direnişine karşı kullanılan lisan, dini kullanarak yalana tenezzül eden karşı propogandanın ve kamçılanan polis şiddetinin eski ve yeni, kimi kabine üyeleri tarafından makbul karşılanmaması.

2.       Başbakan’ın ekonomi yönetimi konusunda yaşadığı kafa karışıklığı.

3.       Abdullah Gül’e yakınlığı nedeniyle Ali Babacan’a olan güveninin azalması.

4.       Fas dönüşü yapılan ilk Bakanlar Kurulu Toplantısı sırasında kendisini savunmaktan imtina eden tüm bakanlara karşı kullandığı lisan ve aldığı tavır. (Bu aralar kabine dışı bazı isimlerin Devlet Bahçeli’ye karşı her zamankinden daha keskin bir dil kullandıklarını dikkatlerinize sunarım.)

5.       Milli irade mitinglerine katılan bakan sayısının azlığı.

6.       Cumhurbaşkanı Abdulla Gül’e geçmiş olsun ziyaretine gittiği ekiple İstanbul’daki çalışma ofisinde çok sık toplanması.

7.       Abdullah Gül – Rifat Hisarcıklıoğlu birlikteliği dedikodusu için “Bazı sermaye grupları şu anda bir araya gelmek suretiyle 'acaba yeni iktidarları nasıl oluştururuz', bunun gayreti içerisindeler.” demesi.

8.       Milletvekilliğini üç dönemle sınırlandıran parti tüzüğünün değişmemesi halinde, büyükşehir belediye başkanlığıyla yetinmeyecek bakanların sayısının ve parti içindeki ağırlıklarının sandığından fazla olması.

9.       Bu bakanların ve bazı ağır milletvekilllerinin başkanlık sistemine geçiş için şartların zorlanmasından yana olmamaları ve başkanlık sistemine geçilmesi halinde olası başkan Erdoğan’dan makam ve iltifat görebileceklerine inanmakta zorlanmaları. Hatta Başbakan’ın, AKP’nin tüm başarısının sadece kendi liderliğinden kaynaklandığı vehabına kapıldığını ve kendilerine de hadlerini bildirecek bir yenileşme niyet ve arayışında olduğunu hissetmeleri.

10.   Meclis Başkanlığı seçiminde 40 kişi civarında fire verilmesi.

11.   Parti içinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yakınlığıyla tanınan yaklaşık 50 ismin son zamanlarda partiye yönelik rahatsızlıklarının ve eleştirilerinin artması.

12.   Likidite bolluğunun sınırına gelinmesi, Başbakanın enflasyonun sebebi olarak gördüğü ve menşei meçhul bir lobiyle ilişkilendirdiği faizin çift haneli rakamlara doğru yükselmekte olması (oysa Mehmet Şimşek sayesinde Merrill Lynch ne çok paralar kazanmıştı bir zamanlar Hazinemizden), namusumuz dediği TL’nin değer kaybının sürmekte olması ve ülkenin 2012 ve 2013 yıllarında son 50 yılın ortalaması olan yüzde 4,5’ten daha düşük oranda büyümesi.

13.   Mısır’daki darbeye Batı’nın, özellikle de Başbakan’ın tek taraflı olarak stratejik ortağımız dediği ABD’nin rıza göstermiş olması.

Evet parametreler başkanlık sistemi için sürecin zorlaşmakta olduğunu açıkça gösteriyor. En açık olanıysa, artık Başbakan’ın yine herkesi şaşırtıp şapkadan tavşan çıkarma şansının, (Esed’i deviren lider olma sevdasından sonra) olimpiyat oyunları dışında neredeyse hiç kalmamış olması.

Bu çerçevede Moody’s ve son olarak Fitch’ten gelen not indirimi uyarısının İstanbul’un Olimpiyat Oyunların şansını azaltacak mahiyette olması ve polis şiddetiyle bağlantılı anti - Gezi Parkı propogandasının geri tepmesi ve AB İlerleme Raporu’ndan müzakerelerin açılmasını destekleyecek bir manzaranın çıkmayacak olması nedeniyle, vaziyetin daha da kötüleşeceğine kani olan Başbakan’ın son bir hamleyle Anayasa çalışmalarına hız vererek vaziyeti kurtarmaya çalıştığını not etmek lazım. (U-dönüşünün Mısır darbesiyle ilişkisi bizce önemsiz. Mısır darbesi, güçlü bir başkanlık sistemine Batı’dan destek gelmeyeceğine işaret edebilir.)

Şimdi gelelim Olimpiyat Oyunları için İstanbul’un seçilmesi halinde yapılacaklar listesine. Yani Komite’ye nelerin taahhüt edildiğine.

Rapor’da özetlenen İstanbul planına göre olimpiyatlar dört bölgede yapılacak:

1.       Olimpiyat Köyü Bölgesi. Burada 14 müsabaka alanı olacak.

2.       Sahil Bölgesi: Burada 3’ü Ataköy semtinde, 3’ de Tarihi Yarımada’da olmak üzere toplam 7 müsabaka alanı olacak.

3.       Boğaz Bölgesi. Boğazın hem Avrupa, hem de Asya yakasında toplam 7 müsabaka alanı olacak. Taksim’de 2, Galata Port’ta 4 (3 müsabaka alanı, 1 Açılış ve Kapanış Merasimlerinin yapılacağı tesis) müsabaka olanı planlanıyor. Bu bölge aynı zamanda temel otel alanı olarak tanımlanmış. Yani İstanbul seçilirse 2020 yılında oyunları izlemeye gelecek olanların büyük çoğunluğunun kalacakları yerleşim yeri, Taksim ve civarı olacak. Gezi Parkı, Atatürk Kültür Merkezi vs. hassasiyetlerin nedeni, umarım biraz daha netleşmiştir.

4.       Orman Bölgesi: Belgrad Ormanı’nda 3 tesis, futbol hazırıkları için 1 saha yapılması planlanıyor.

Evet, 7 Eylül günü 2020 olimpiyatları için İstanbul seçilirse 2019 yılına kadar bitirilmesi gereken toplam 36 tesis için inşaat, bakım ve onarım faaliyetlerine iyice hız verilmesi gerekecek. Rapordaki plana göre tüm inşaat programını “TOKİ Olimpiyat Oyunları Direktörülüğü” finanse edecek.

Rapor’da sözü edilen inşaat programına göre halihazırda işlerin sadece yüzde 31’i tamamlanmış durumda. Malum, Türkiye 1992 yılından bu yana tam 5 kez olimpiyat oyunlarına aday oldu ve her seferinde başarısızlıkla sonuçlanacağı belli olmasına rağmen, oyunların yapılacağı şehrin seçimleri yaklaştıkça lüzumsuz inşaatlara paralar akıtıldı. Tıpkı, yarın üye olacakmışız gibi kelli-felli kamu kurumlarında genel müdürlük düzeyinde AB teşkilatları kurulması ve içlerinin makam araçları, odalar ve uzmanlarla doldurması gibi!

Evet, Rapor’daki bilgilerden açıkça anlaşılıyor ki yapılacak inşaat işlerinin kalan yüzde 69’unu TOKİ dağıtacak (Bakınız Shf. 17).

Peki ne zaman?

Cevap: Hemen. Yani yerel seçimlerden önce.

Dahası var: Eminiz ki İstanbul seçilirse (tıpkı AB ile Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalandığı günlerdeki gibi) büyük bir tezahüratla (“son tavşan partisi”) havai fişekli bir kutlama programı hazırlanacağını da not edelim.

Evet, Başbakan her meseleye olduğu gibi demokrasi meselesine de bunun karşılığında ben ne alacağım perspektifiyle bakıyor. Uluslararası Olimpiyat Komitesi nezdinde emniyetli bir şehir olmadığı kanaati oluşturarak İstanbul’un imajını bozduğu önyargısıyla Gezi Parkı direnişini şiddetle bastırırken demokokrasiyi, insan haklarını, Çözüm Sürecini ve AB İlerleme Rapurunu değil, Olimpiyat Oyunlarını ve kendi istikbalini düşünüyor.

Kafalar karışmasın: Fitch’ten gelen uyarı üzerine bu kez de işi aceleye getirdi ve kısmi Anayasa paketiyle bu kez demokratikleşmeye yönelik adımlardan nasıl fayda sağlarım diye düşündü. Yani “menfaat varsa demoakrasiye sadakat yaklaşımı” yine kendini gösterdi.

AKP’nin başarısı ve Başbakan’ın kişisel siyasi planları bakımından İstanbul’un ne kadar önemli olduğunu bilmeyen yoktur. Umarım meselenin Olimpiyat Oyunları ve Çözüm Süreciyle bağlantısı da artık daha net hale gelmiştir.

Yazarın Diğer Yazıları

2015 ve T24’e veda yazısı

2016; insanlığa, ülkemize, T24 okuruna, yazarına, çalışanına ve T24’e şans getirsin

ABD 14 yıldır terörle savaşıyor, sonuç: Terör saldırıları yüzde 6 bin 500 arttı!

“ABD işgalinden önce Irak’ta hiç intihar saldırısı olması ama, 2003 yılından bu yana 1892 intihar saldırısı oldu"

Rusya, Batı’nın yaptırımlarına daha ne kadar dayanabilecek?

Gazprom biterse Putin biter. Sonra sıra Çin’e gelir. Çin karışırsa dünyayı dolarsızlaştırma ittifakı, yani BRICS tamamen biter

"
"