Pazartesi günkü yazımızda cari açığı ve özgürlükçü demokrasiyi iki temel yapısal sorunumuz olarak tanımlamış; birbirini tetikleyen işsizlik ve terör sorunlarımızla bu iki sorunun bağlantısına işaret etmiştik. Bugünkü yazımızda bu iki sorunun da esasen negatif toplamlı bir “oyun” olduğunu, sorunu görmezlikten gelmemize vesile olan konjonktürel kazançların, zamanın bir noktasında duvara toslamamız nedeniyle maruz kaldığımız kayıplarla yok olup gittiğini vurgulayacağız.
Uluslararası derecelendirme kuruluşlarından birisinin üst düzey yöneticisine geçen yıl şöyle bir soru sormuştum: “Yunanistan’ı bırakalım, Libya nasıl olur da AAA notuna sahip olur?”
Aldığım cevap mealen şuydu: “Ülke notu devletin önümüzdeki 5 ila 10 yıl içinde aldığı borçla ilgili olarak yüzde kaç ihtimalle temerrüde düşeceğini ölçmek için tasarlanmış. Arkasında kocaman bir Avrupa Merkez bankası olan bir ülkenin rasyoları ve CDS’leri sizden çok daha kötü olabilir. Bu durum bu ülkelerin temerrüde düşme ihtimalini sandığınız kadar artırmaz. Adamın arkasında uluslararası rezerv para basan koca bir merkez bankası var. O nedenle otomatik olarak rasyolar ve CDS’ler kötüleşti diye not düşmez, ya da Türkiye için olduğu gibi rasyolar yükseldi diye not artmaz. Libya’da da petrol var. Petrol demek dolar demek. Petrol kuyusu demek, merkez bankası banknot matbaası demek.”
Durum bu!
Peki, dahası var mı?
Evet var! Adam şunu söylüyor: “Senin ülkenin kurumlarına ve parana yatırım yapanlar geçmişte dayak yedi. Kötü sicil de not verirken dikkate alınıyor. TL uluslararası bir para değil. Dahası, ülkende gelir dağılımı bozuk. Demokrasilerde parlamentoda çözülmesi gereken temel bir sorun için kendi ordun içeride savaş halinde.”
Siz bu konuşmaya son zamanlarda yapılan cari açık sorunumuzla ilgili uyarıları da ekleyin…
İktisat teorisinde oligopol piyasasını anlamaya yönelik olarak geliştirilen oyun teorisini bir karar verme teorisi olarak da düşünebilirsiniz.
Teoriye göre oyunun tarafları, karşı tarafın ne yapacağına dair kanaatlerine dayanarak bir karar verir ve aksiyon alırlar. Böylece mevcut durum değişir. Mevcut durum ile değişen durum arasındaki farka göre daha mı iyi, yoksa daha mı kötü olunduğuna bakılır.
Taraf sayısını basitlik olsun diye ikiye indirelim. Taraflardan birisi kaybetmiş, ancak diğeri kazanmışsa toplam eşit de çıkabilir, pozitif de çıkabilir, negatif de.
İki tarafın da kazandığı oyuna pozitif toplamlı oyun denir. Sonuç sıfır ise buna sıfır toplamlı oyun denir. Yani kazanan tarafın kazancı kadar diğer taraf kaybetmiştir. Taraflardan birisinin kazancı diğerinin kaybından büyükse toplam pozitiftir. Yani karar sonrasında durum daha iyi hale gelmiştir. Küçükse toplam negatiftir. Yani değişen durum karar öncesi duruma göre toplamda daha kötüdür. Negatif toplamlı oyunun bir diğer versiyonu iki tarafın da kaybetmesidir.
Şimdi size bu sözünü ettiğim iki temel sorunun çözümüyle ilgili olarak tarafların aldıkları ve uyguladıkları kararların uzun vadeli etkileri bakımından sonucu nedir diye sorsam?
El cevap: Negatif toplamlı oyun.
Neden mi?
Cari açığı artıran kısa vadeli (%7 – 10 arası) yüksek büyüme oranları, iç veya dış konjonktür değişince duvara toslamanıza neden oluyor ve duvara toslayınca uzun vadeli ortalama büyüme hızınızı (%4 – 5’lere) düşürerek işsizlik sorununuzu yapısal hale getiriyor. Yani sadece bir süre mutlu oluyorsunuz. Yeni gençler sıradan bir işe girmek için kırk takla atmak zorunda kalıyor. Ya da çok daha “üst düzeylerde” torpil bulmak zorunda kalıyor. Hem iş bulma süresi artıyor, hem de razı olunan ücret düşüyor. Bu nedenle sonuç, cari açık üreten büyüme negatif toplamlı oyundur. (Burada taraflar devlet ve tasarruf açığınızı finanse edenlerdir.)
Özgürlükçü demokrasi sorunu da öyle.
Bana konuyla bağlantılı olarak batı ile doğu arasındaki en önemli fark nedir diye sorulacak olsa şunu söylerim: Doğu sorun çıkmasın ister. Tüm toplumsal kodlar ve hukuk kuralları sorunu çıkarmamaya yöneliktir. Vaziyet önce kaşla gözle idare edilmeye çalışılır. Olmadı, doğu toplumu terbiye ederken cezalandırır. Sorun olsa dahi su yüzüne çıkmasına izin vermez. Sorun çıkaranı ya da sorunu dile getireni istemez, onu dinlemez, itibar etmez. Verilen ceza sorunu çözmeye değil ortaya çıkmasını önlemeye hizmet eder. Sistem sorun çıkarmamayı başarı sayar. (Aklınıza Mutluluk filminde amcası tarafından tecavüz edilen, ama ailesi tarafından kirlendiği için hakkında ölüm kararı verilmesine rağmen gerçeği itiraf edemeyen Meryem geldiyse, doğru yoldayız demektir.)
Batı ise sorun çıkmasını hayatın akışına uygun kabul eder. Sorunu ortaya çıkaranı, bundan rahatsız olanı dinler. Sorunun çıktığı yerde bağırmasına çağırmasına tahammül eder. Bunu rezil olmak olarak görmez. Daha sonra kapalı bir ortamda konuşmayı denemez. Sorunu nasıl çözerim diye bakar. Doğuda sorunu çözerken otoritenin tartışılmayan ve görünmeyen kanaat oluşum süreci, batı toplumunda ortada cereyan eder. Sadece sonuç dikte edilmez, sürece tüm taraflar katılır. Bu nedenle batı “hak der” ve akan sular durur. Doğu kol keser, ama hak tesis edemez.
Derecelendirme kuruluşunun yöneticisinin laflarını hatırlayalım. “Demokrasilerde parlamentoda çözülmesi gereken temel bir sorun için kendi ordun içeride savaş halinde.”
Şimdi size bir soru: Bu savaşın kazananı var mı?
Bir soru daha: Sizce de bu meselenin çözümü için özgürlükçü demokrasi dışındaki seçenekler negatif toplamlı oyun değil midir?