Orta Vadeli Program (2014 – 2016) 2023 Hedeflerine göre değil, hayatın gerçeklerine göre hazırlanmış.
Orta Vadeli Program’a (program) göre GSYH büyümesi 2013'te yüzde 3,6, 2014'te yüzde 4, 2015'te yüzde 5, 2016'da yüzde 5 olacak.
Hatırlayın, iş dünyasının temsilcileriyle birlikte Amerika’da temaslarda bulunan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, gazetecilerin 2023 yılı hedeflerini sormaları üzerine şu cevabı vermişti: “Büyüme, bazı yıllar düşük bazı yıllar hızlı olacak. 2010 yılında yüzde 9,2 çıktı. Bazı yıllar ortalamanın altına düşebilir. İhracat hedefi gelecek yıl 166,5 milyar dolar. Büyüme yüzde 4. İhracat daha yüksek olursa büyüme de daha hızlı olur.”
Evet, daha önce, 2023 yılı için 500 milyar dolarlık ihracat hedefini de kuşkuyla karşıladığı bilinen Ali Babacan’ın verdiği "cevap" böyle.
Öte yandan program hem cari açık, hem de Dolar/TL kuruyla ilgili aşırı iyimser varsayımlara dayanıyor. Programa göre Cari açık/GSYH oranı 2013'te yüzde 7,1, 2014'te yüzde 6,4, 2015'te yüzde 5,9, 2016'da yüzde 5,5 olacak.
Programdaki cari fiyatlarla TL ve dolar cinsinden GSYH hedeflerine göre 2014’te 1 dolar, ortalama 1.98 TL, 2015 yılında 2.04 TL ve 2016 yılında 2.10 TL olacak.
Aşırı iyimser kur hedeflerine göre dahi, kişi başına milli gelirimiz sadece 2016'da 12 bin 670 dolar olacak.
Hatırlayın bir önceki yazımızı şöyle bitirmiştik: “Yüzde 5 cari açıkla, yüzde 4,5’lik bir büyüme oranı trendi yakalamak ve tedricen hedef büyüme oranına çıkabilmek için makul reel faiz oranı ne olmalı ve bu oranı ne yaparak aşağıya çekebiliriz? Şurası açık ki, makul reel faiz oranının ne olması gerektiği kararını verebilmek için yapılması gereken ilk iş, 2023’te milli gelir bakımından en büyük 10 ülke arasına girmek ve kişi başına geliri 25 bin dolara çıkarmak türü hayali hedefleri mazide bırakarak, sıfır reel faiz ve faiz lobisi türü söylemlerden hemen vazgeçmek olmalı...”
Dikkat: “Makul reel faiz oranımız ne olmalı” sorumuz halen geçerliliğini koruyor.
Programla ilgili olarak IMF’ten gelen eleştiriyi de hatırlayalım: Büyümeyle ilgili tahminlerimiz hükümetle uyuşuyor, ama cari açıkla ilgili ayrışıyoruz.
Eleştirinin anlaşılır nedeni şu: Kur sabitken, hem büyüyüp, hem cari açığı nasıl düşüreceksiniz? Bu sorunun cevabı programda açıklanmamış! O nedenle mevcut yapısal sorun devam edecek diye varsaymamak için bir neden yok...
Evet programa göre büyüme oranı yüzde 3,6'dan 4’e, 4'ten de 5’e çıkıyor, ama TL değerli kalmasına rağmen cari açık oranı artmıyor, tersine azalıyor!
Peki nasıl?
Biri açık, diğeri gizli iki varsayımdan söz edilebilir:
Açık varsayım: Fed kolay kolay tahvil alım programında azaltma yapamaz (tapering), bir süre daha bilanço büyütmeye devam eder, daha sonra yapsa da zamana yayar ve 2016’ya kadar (program döneminde) faiz artıramaz. O nedenle sermaye akışlarında aniden duruş riski yok. Büyümeye rağmen kuru artırmadan kredi kartı vb. önlemlerle ithalat talebini kısabiliriz. ABD – İran diyalogu ve Suriye sorununun savaşsız çözümü petrol fiyatlarının düşmesine yol açar. Akdeniz ve Karadeniz’de petrol buluruz, linyit kömürü çıkarırız, jeotermal enerji kullanımını artırırız, kayagazı üretiriz, rüzgar enerjisi potansiyelimizi kullanırız ve bu yollarla enerji ithali kaynaklı cari açık azalır. AB piyasalarında önümüzdeki 3 yıllık dönemde yaşanacak iyileşme ihracat performansımıza olumlu etki yapar.
Gizli varsayım: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, takriben 2014’ün son çeyreğinde faiz artırımına başlarız. Bu da TL üzerindeki baskıyı (kur artışını) rahatlatır.
Daha öncede yazdık, ‘tasarruf açığı bizi dışa bağımlı hale getiriyor, münhasıran dışsal parametrelere göre posizyon almamıza neden oluyor ve ekonomi yönetimini reaktifleştiriyor’, diye.
Fed kararı, ABD’de yaşanan bütçe krizi ve borçlanma limiti sorunu, soruna bulunan geçici çözüm, sonrasında beklenenden kötü gelen Eylül istihdam verisi sayesinde, ani sermaye girişi duruşu beklentisiyle ilişkilendirilen türbülansın kısa bir süreliğine de olsa ötelendiğini söylemek mümkün; ama bittiğini söylemek maalesef mümkün değil.
Hatırlayın: 22 Mayıs tarihinde Fed başkanı Bernanke tahvil alım programında azaltma yapabileceklerini söyledikten sonra gelişmekte olan ülkeler arasında Hindistan ve Endonezya’dan sonra ulusal para birimi en fazla değer kaybeden ülke biz olduk. TL’nin değer kaybı ve o tarihten sonra neredeyse iki kat artan tahvil faizleri de ötelemeyi bir miktar kolaylaştırdı, diyebiliriz.
Bir de yaklaşık maliyeti 21 milyar dolar olarak tahmin edilen 2020 Olimpiyat Oyunları'nın İstanbul yerine Tokyo’ya verilmesi de ekonomik kırılganlıklarımızın artmasına yol açmaması bakımından iyi oldu, denilebilir.
Peki Fed tapering’i erteleyince kırılganlıklarımız azaldı mı?
Hayır!
Önce BIITS’le başlayalım. BRIC’i bilmeyen kalmamıştır. Bilmiyorsanız da artık önemi kalmadı. Çünkü onun yerini BIITS aldı. BIITS, bütçe açığı, cari açık ve özel kesim borç oranı itibariyle kırılganlıkları olan ve Fed politikalarından en fazla etkilenen ülkelerin İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltma. Bu ülkeler Brezilya, Hindistan, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika.
Cari açık, yurtiçi harcamaların yurtiçi tasarruflardan büyük olmasının bir sonucu. Harcama, ya tüketim ya da yatırım amacıyla yapılır. Yeri geldi bir noktanın altını çizelim: 2013 hedefleriyle ilgili yazılarımız kırılganlıklarımızın gizlenmesine ve ihmal edilmesine yol açan harcama fetişizminin tehlikelerine işaret etmeyi hedefliyordu. Olimpiyat, EXPO, UEFA gibi Büyük Ölçekli Etkinliklerle ilgili yazılarımız da öyle. Devam edelim: Tasarruf oranımız yüzde 14 ve bu oran, 2023 yılında önlerine geçerek dünyanı ilk 10 büyük ekonomisi arasına girmeyi hayal ettiğimiz hiçbir ülkeninkinden fazla değil. Yine hatırlayalım 2011 yılında tasarruf oranımız tarihin en düşük düzeyine, yüzde 12’ye inmişti ve biz 2012 yılında sadece yüzde 2.2 oranında büyüyebilmiştik.
Cari açık sorunumuz tasarruf oranımızın (harcama fazlası da diyebilirsiniz) düşüklüğüyle doğrudan ilişkili. Tasarruf hem gelirin, hem de faizin fonksiyonu. Gelir ve faiz artınca tasarruf artar. Reel faiz oranımız neredeyse negatif. Batı ülkelerinin merkez bankaları, halkları harcasın diye politika faizini sıfıra yakın tutuyor, ama gelirinden fazla harcayan biz oluyoruz!
Taperring ertelendi diye ortalıkta konjonktürün değişim hızıyla ilgili iyimser bir hava oluştu ve bu iyimser hava, Noel Rallisi beklentisiyle birleşerek risk iştahının artmasına yol açıyor!
Altını çizelim: Bu havanın geçici ve risklerle dolu olduğunu unutan yanılır ve kaybeder. Çünkü,
-
Aralık ayında, hatta tarih de vereyim 13 Aralık günü bütçe kısıntısıyla ilgili olarak Kongreye gelecek rapor sonrasında Cumhuriyetçilerin ne yapacağı halen meçhul. Anlaşma olmazsa ABD hükümeti 15 Ocak günü yeniden kepenk kapatmak zorunda kalacak. Yani Mart ayına kadar tapering yok, risk de yok diyen yanılır.
-
2013 yılında yüzde 0,7 daralması beklenen AB içinde de sorunlar bitmiş değil. Çevre ülkelerde kamu borcu oranı hızla artıyor. Bankacılık Birliği meselesiyle ilgili önemli kararlar halen alınmamış durumda. Önümüzdeki beş yıl içinde Britanya'nın AB'den çıkma ihtimali halen yüzde 50. Almanya’da yeni koalisyon hükümetinin AB konusunda ne yapacağı bilinmiyor.
-
Alman Anayasa Mahkemesi’nin AB kurtarma fonlarına bütçeden yapılan katkılarla ilgili kararını pek yakında vermesi bekleniyor.
-
Cari açık sorunumuz halen devam ediyor. Hatta Ağustos ayında artarak yüzde yaklaşık 7’ye çıktı.
-
Halen cari açığımızı kısa vadeli ve portföy yatırımlarıyla finanse ediyoruz. 2012 yılının Ağustos ayında 100 milyar dolar olan kısa vadeli borçlarımız, bu yılın Ağustos ayı sonu itibariyle 127 milyar dolara çıktı. Finansman kalitemiz hızla kötüleşiyor.
-
Ağustos ayı sonu itibariyle özel sektörün dış borcu yaklaşık 185 milyar dolar ve bu borcun 70.4 milyar dolarının vadesi 1 yıl içinde doluyor.
Bakın dün okuduğum bir yabancı banka raporu şunu söylüyor: 1990 yılından bu yana toplam özel sektör borcunun GSYH’ya oranı yüzde 30’un üzerine çıkıp da bankacılık krizi yaşamamış bir tek yükselen piyasa ekonomisi ülke yok!
Türkiye’de 2003 yılında yüzde 10 olan toplam özel sektör borcunun GSYH’ya oranı, 2013 yılının Ağustos ayı itibariyle yüzde 45’e çıkmış durumda ve bu oran geçen yıla göre yüzde 10 daha fazla!
Bir daha söylüyorum: Kriz dinamikleri bu kez farklı. Nakit dengesi bozulacak ve temerrüde düşecek olan bu kez devlet değil ÖZEL SEKTÖR. Bir yıl içinde ülkenin kısa vadeli borçları yüzde 27 arttı, toplam özel kesim borcunun GSYH’ya oranı yüzde 45’e çıktı ve özel sektör dış borcunun yüzde 38’inin vadesi 1 yıl içinde doluyor!
Bilmiyorum türbülans tehlikesi kalktı diyenlere mesele, aşağıdaki şekilden daha net nasıl anlatılabilir?