15 Mart tarihli yazısında Sayın Güngör Uras, bütçe açığını ve cari açığı kısa dönemde kapatmanın yegane yolu olarak devalüasyonu önermişti. Sayın Uras’ın yazısı şöyle bitiyordu:
“Diyorum ki, kendi kendimizi kandırmayalım. Açıkları kapatarak günleri boşa geçirmeyelim. “Döviz fiyatını nasıl yükselteceğiz?”, geliniz onu tartışmaya başlayalım. Sadece tartışmayalım, döviz fiyatını yükseltelim.”
Ceset soğumaya başladı!
Ülkeleri artık tek tek sıralamaya gerek yok, artık herkesin malumu. Ortak dert: Bu borcu nasıl ödeyeceğiz?
Özelleştirme yoluyla kolay kaynak yaratma dönemi bitti. Yeni dönemin adı “toprak (adalarını) sat”.
Sayın Doğan Akın’ın dünkü yazısından, bizim hükümetin de 2 B dışında, çok değerli 200 arsa ve araziyi satmaya hazır olduğunu öğrendik.
Bu arada “büyük” ülkeler arasında “itiş – kalkış dönemine” girmiş bulunduğumuzu de ifade etmeden geçemeyeceğiz. İşte size çok yeni ve ilginç bir örnek:
Avrupa Komisyonu İngiltere’nin 2014 – 2015 dönemine kadar bütçe açıklarını yüzde 3’e indirmek üzere hazırladığı planı tatmin edici bulmadı ve “Balon gibi şişen bütçe açıklarını orta vadede indirmek için daha fazlasını yapmalısın.” tavsiyesinde bulundu.
İngiltere de cevaben: “Bütçede ilavaten 30 milyar dolarlık bir tasarruf sağlamak, ya kamu hizmetlerini tamir edilemez bir şekilde zedeler ya da vergi mükelleflerini.” dedi.
Evet, bir şekilde bu borçlar ödenecek. Yani ceset kaldırılacak. Ama nasıl?
Cevabı daha önce yazmıştık. Tekrara düşmeden kısa bir uyarıyla yetinelim: Böyle dönemlerde herkes kendi cenazesiyle uğraşır. Can derdindeyken kimse küresel düzen arayış için söylenenleri, bencmarkları, uluslararası en iyi uygulamaları (hazır vagonları) vesaire takmaz.
Devalüasyon kolay mı?
Sayın Uras, açıkları kapatmak için “Döviz fiyatını nasıl yükselteceğiz?”, gelin onu tartışalım diyor. Konu tartışmaya değer. Esasen Japonya bir süredir bu konuyu tartışıyor ve pek de başarılı olamadı. Kısaca özetleyelim:
Bizim de yıllardır becermeye çalıştığımız “ihracata dayalı büyüme” modelinin en güzide örneği olan Japonya yeryüzünün en borçlu ülkesi. Borcunun milli gelire oranı yüzde 200. 65 yıl süren deflasyondan geçen sene zor bela çıktı. Ancak bir kez daha deflasyona düşme tehlikesi var. Bu nedenle Japon başbakanı, maliye bakanı ve ticaret bakanı, para politikasını gevşetsin diye merkez bankası başkanını ablukaya almış durumda. Nitekim Japon merkez bankası dün (Salı) 2 gün sürecek bir toplantıya başladı ve toplantıdan bu konuya da bir çözüm bulunması bekleniyor.
Japonya’da deflasyon tehlikesi halen var; çünkü iç talep yetersiz ve yen aşırı değerli diye ekonomi büyüyemiyor. İhracata dayalı sanayici, Japonya’da da kurun düzeyinden pek şikayetçi. Sayın Zafer Çağlayan yanlız değil anlayacağınız.
Hatırlayın, geçen hafta yen dolara karşı son 3 ayın en yüksek değerine çıkmıştı. Bu nedenle spekülatörler bunu bir yen rallisi olarak değerlendirmiş ve dolar/yen kurunda yüklü miktarda uzun pozisyon açmışlardı. Akabinde de hükümet çevrelerini, “Japonya’nın ihracatı bundan olumsuz etkilenecek ve ekonomi tekrar resesyona düşecek” kaygıları sarmıştı. Bunun üzerine hem başbakan Yukio Hatoyama, hem de Maliye Bakanı Naoto Kan “yen değerlenmeye devam ederse hükümet gereken önlemleri almaya hazır” diye açıklamalar yapmıştı.
G7’nin piyasalara doğrudan müdahale etmeme kararı var!
Ulusal paraların değer kaybını önlemek için merkez bankalarının döviz fiyatlarına doğrudan müdahale etmemesi gerektiği konusunda G7 ülkelerinin mutabakatı var. O nedenle Japon merkez bankası, bizdeki gibi TL aşırı değerlendiğinde döviz alım ihalesi yapamıyor. Para politkiasını gevşetmek dışında şimdilik seçenekleri yok gibi; ki bu seçenek de daha önce birkaç kez denendi. Bu arada Başbakan Yukio Hatoyama’nın ilginç bir demecini de yeri gelmişken paylaşalım:
“Sabit döviz kuruna dönemeyiz; bu anlamda küresel bir mutabakat olmalı. Ancak yen tekrar değerlenirse daha keskin önlemler almak zorunda kalırız.”
Muhtemelen bu hafta merkez bankası para politikasını biraz daha gevşetme kararı alacak ve faiz oranları biraz daha aşağıya inecek. Böylece dolar/yen kuru da 90’larda tutunmuş olacak.
İşte tam da bu noktada bir gerçeğin altını çizerek “devalüasyon kolay mı” dememizin gerekçesini paylaşmakta fayda görüyoruz:
Uluslararası piyasalarda aksi yönde bir konsensus var diye Japon merkez bankası solo politikalarla yenin dolara karşı değerini tek başına belirlemekte zorlanıyor. Aynı şey dolar TL için de geçerli olabilir. Elbette herşeyi göze alıp: “Yen ya değer kaybedecek, ya değer kaybedecek” dememek şartıyla.
Devalüasyon olursa dolar borcu olandan 1 kuruş vergi alamazsınız!
Bizim ülkenin müteşebbisi istihdamı, yatırımı ve büyümeyi sever. Bunu, ülkeye hizmet olarak görür.
Yıllardır döviz cinsinden faiz oranları düşük vaziyette. Bir süre de öyle kalacak gibi. Libor’lar, Euribor’lar fikslendi. Ama döviz borcunun TL karşılığı çoğu şirkette hedge edilmedi. Etmek de esasen o kadar da kolay değil. Çünkü borçlar uzun vadeli ve hiçbir banka 8 – 10 yıl vadeli iyi forward dolar/TL fiyatı veremiyor.
Dikkat: Hedge edilmemiş bir döviz borcu varsa, devalüasyon halinde açık pozisyon taşıyan bir şirketin döviz borcunun TL değeri aynı oranda artar. Bilançonun pasifindeki bu artış, kar/zarar tablosuna aynı miktarda kur farkı gideri olarak yansır. Yani şirket “oturduğu yerde” zarar etmeye başlar.
Soru şu: İşsizliğe de çözüm bulması beklenen ama “oturduğu yerde” zarar eden bir sanayiciden daha fazla üretmesini ve devlete daha fazla vergi ödemesini nasıl bekleyebiliriz?
Ne diyelim, pek saydığımız Sayın Güngör Uras’ın bildiği, ama bizim bilemediğimiz birşey vardır herhalde!