“Rönesans” İtalya ve Fransa’da başlamasaydı, misal, felsefe tarihinin en önemli figürleri Alman olmasaydı; biz, bilim, teknoloji, moda ya da makine – teçhizat veya “adab-ı muaşeret” derken bu ülkeleri hatırlar mıydık?
Neden ABD’de başkanlık seçimlerinde adaylar ABD'nin bir “özgürlükler ülkesi” olduğunu ve bunu kutsadıklarını vurgulayarak siyasi söylemlerine başlarlar? ABD’yi dünyanın en güçlü devleti yapan şey, kendi ülkesinde daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, insan haklarına saygı, hakkaniyet, özel hayata saygı, azınlıklara daha fazla özgürlük, özgür ve saygın üniversite, bilimsel ahlaka saygı, daha iyi olmanın ve yenilikçiliğin önünü açan “toplumsal takdir kodları”, daha fazla müteşebbis hürriyeti ve hakkaniyete dayanan daha rekabetçi bir ekonomik düzen mi? Yoksa kendi insanına baskıya dayanan, millet iradesi ve egemenliğine itibar etmeyen güçlerce yönetilen bir devlet organizasyonu mu? ABD’nin emperyal gücünü, dış politikasını, yüzde 99 hareketini vs. bilmiyor değilim. Demek istediğim şey şu: Bunların ilki olmadan böyle bir güç elde edileblir ve sürdürülebilir mi?
İnsanlığın birikimli kültürel mirasına katkının en görünen ve en takdir edilen alanları “bilim, sanat ve spor”dur. Bu üç alanda da başarı; insanın özel hayatına, hayat tarzına ve düşüncelerini serbestçe ifade etmesine kimsenin karışmamasını sağlayan bir toplumsal mutabakatla ve bunu gözeten bir kolluk ve yargı sitemiyle başlar.
Özel hayata saygı, özgür ve eğlenceli bir millet yaratır. Dans ettiğiniz için kafanızın kesileceği korkusu yaşamazsınız. Bob Dylan ve Usain Bolt sayesinde 3 milyondan az nüfuslu Jamaika’yı bilmeyen yoktur. Nüfus ve yüzölçümü olarak “küçük”, ama atlezimde kırdıkları olimpiyat ve dünya rekorlarıyla dünyanın en büyük ülkesi ABD’yi tahtından indiren bu ülkeyi, yılda 1,3 milyon turist ziyaret eder. Yani, nüfusunun yaklaşık yarısı kadar bir turist kitlesi her yıl Jamaika’ya tatile gider. Bunun arkasında da münhasıran ucuz ulaşım, ucuz yemek, ucuz konaklama ve ucuz bira yoktur.
Dünyada ölüm vardır. İnsanlar yenilenir ve yeni insanlar, yeni şeyler isterler. O nedenle gençliği anlamayan geleceği göremez. Her nesilden aynı şeyleri isteyen toplumlar huzur bulamaz. Aksi mümkün olsaydı “Arap Baharı” olmazdı. Geleceği, yaşlıların korkularıyla değil, gençlerin umutlarıyla inşa eden özgürlükçü toplumlar başarılı olur ve huzur bulur.
Keza, başarısızlıkta olimpiyatlardaki vahim durumumuz da, özel hayata saygısızlık da önemli etkenlerdir. Devlet okullarında 11 sene İngilizce ders aldırdığınız ve başarılı bularak geçmesine imkân verdiğiniz halde birkaç kelime dışında konuşamayan binlerce genciniz de, demokrasi açığınız da; kızınıza, kız kardeşinize ve eşinize özel hayatı olan bir insan olarak gösterdiğiniz saygı da, kadının toplumsal hayattaki rolü de; sanata, edebiyata, tarihe, başka medeniyet ve kültürlere olan merakınız da, doğrudan yabancı sermayenin en fazla yerleşik olduğu bir bölgenin ortasındaki ilimiz Kocaeli’ndeki tesettür plajının da; yaratıcı, yenilikçi ve özgürlükçü gençliğe ne kadar itibar ettiğiniz ve tahammül gösterdiğiniz de; insanın bu dünyadaki varlığı ve hayatının anlamıyla ilgili kodlar da...
“Başarı” lazımsa bu dünyanın kurallarıyla elde edilir. Bu kuralları ahlaklı insan aklı koyar. Bu dünyada başarı, bilimde, sanatta ve sporda evrensel standartlarla ölçülür.
ÖSYM’de soru gelmiyor diye lise eğitiminde felsefe, sosyoloji ve psikoloji dersleri tercih edilmeyen ve bu nedenle müfredattan neredeyse silinen bir ülke PISA sınavlarında başarılı olabilir mi? PISA sınavlarında başarısız, ama uluslararası rekabet gücü olan bir tane medeni ülke var mı?
Bilimde de, sanatta da, sporda da evrensel başarının arkasında; insanı, gücünün sınırlarını aşmaya ve yerkürenin en iyisi olmaya sevk eden bir “aile eğitimi” ve “okul öğrenimi” sistemi vardır. Bu sistemi tamamlayan en önemli unsursa özgür düşünceyi destekleyen, özel hayatla uğraşmayan, gençlikten korkmayan, hakkedilmiş zenginliği sorun değil, gücün ve çoğu zaman adaletin kaynağı olarak gören; demokrasiyi yücelten, bilimi, sanatı, edebiyatı ve kültürü el üstünde tutan; insan haklarına saygılı ve ne olursa olsun bundan korkmayan toplumsal kodlardır.
Unutmayın ki eğitim açığını öğrenim açığıyla kapatamazsınız.
Teşebbüs hürriyetinin yegâne güvencesi olan demokrasi, başka insanların özel hayatlarına ve kişisel tercihlerine karışmamanın sosyo kültürel kodlarımızın içinde olması halinde “bünye”den çıkar. Orhan Pamuk ”AB projesi çöktü” dediğinde Baskın Oran hocamız da “... Demokrasi de bizim bünyemiz tarafından üretilmediğine göre, demokrasi AB'ye uyum paketi uygulamasından geliyor” demiş. Öte yandan eski AİHM yargıcı – CHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen de “Türkiye Cumhuriyeti bir çağdaşlaşma, bir modernite projesi ise eğer, Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli buna dayanıyorsa, o zaman AB üyeliği bunun kaçınılmaz bir sonucu. AB üyeliği Türkiye bakımından bu çağdaşlaşma projesinin vazgeçilmez bir aşaması” demiş.
İyi de adamlar istemiyorsa ne yapacağız? Güney Kore, 40 yıl AB'ye adaylık statüsünde kalıp, başkalarının izahına ve verdikleri “not”a göre mi uluslararası rekabet gücü kazandı ve gelişmiş ülke oldu?
Demokrasi olmadan pozitif – kaliteli “sermaye hesabı” bakiyesi veremezsiniz. ”Yatırım hesabı” bakiyeniz de hep negatif olur. Yani sizi hep söğüşlerler. O nedenle taklit, kopya, montaj ve ithal ikamesi dışında, bizatihi bu ülkenin insanları marifetiyle ve bu bünyeden, kendi içi dinamikleriyle, yenilikçi ve yaratıcı gençliğin, çalışanların ve müteşebbislerin ihtiyaçlarına itibar eden bir devlet organizasyonu ve demokrasi kültürü çıkıncaya kadar, bu ülkede cari açık sorunu aşılamaz.
Çünkü cari açık, sadece bir “ödemeler bilançosu” sorunu değil, ama daha da önemlisi, bünyeden çıkan ve bu nedenle toplumun tüm kesimlerince sahiplenilen bir demokrasi sorunudur.