19 Ekim 2015

Batı’nın değişen enerji güvenliği jeostratejisi ve Türkiye’nin yalpalayan dış politikası (1)

Suriye savaşı, Basra Körfezi doğal gazının hangi güzergâhtan Avrupa’ya gideceği savaşıydı

Dört yıl önce Suriye’de değişim talep eden yüzlerce insanın katıldığı gösteriler nasıl oldu da ölümcül bir sivil – mezhep savaşına ve dünyanın en büyük ikinci mülteci krizine dönüştü? Suriye’de iç savaş, terör ve yabancı işgalini hangi ülkeler, ne zaman planladı?
Bu plana hangi ülkeler ne tür çıkarlarla alet oldu?
Suriye’de yaşanan gerçekten bir mezhep savaşı mı?
Esad’ı neden İran ve Rusya destekliyor?
ABD, AB ve BM İran’a neden yaptırım uyguladı?
ABD yaptırımları neden kaldırma kararı aldı?
Aralarında bir zamanların iki süper gücü dâhil bu kadar ülke, petrol fakiri Suriye’de IŞİD’le savaş adı altında neyin mücadelesini veriyor?
Durduk yere biz neden iki süper güçle birden ihtilafa düştük?Almanya bu işin neresinde?

WikiLeaks belgelerine göre ABD, Suriye’de Esad rejimini indirme planını 2006 yılında yaptı.  

WikiLeaks’i kuran Julian Assange’a göre, rejimi devirme planını tasarlayan ve ABD’ye veren İsrail’dir.

İsrail – ABD planının özü şudur: Suudi Arabistan, Katar, Mısır gibi ülkelerin yardımıyla Suriye’de sivil – mezhep çatışmaları kışkırtılacak. Müslüman Kardeşler aracılığıyla ülkedeki Sunni çoğunluk, değişim talep eden provakatif eylemlerle Şii azınlığın elindeki rejime karşı ayaklanmaya sevk edilecek. Ayaklanma, Suriye ve oradan Irak’taki Şii rejimine karşı bir “Sunni Özgülük ve Demokrasi Mücadelesi” olarak adlandırılacak. Ülke, istikrarsızlığa ve rejim değişikliğine zorlanacak. Esad gidecek ve Suriye’de ABD – İsrail kuklası bir iktidar gelecek. Aynı süreç, eş zamanlı olarak Irak’ta da devam edecek. Irak – Şam devleti kurulacak. İsrail’i haritadan silmek isteyen İran doğal gazı ile Rusya doğal gazı yerine Katar doğal gazının güvenilir bir coğrafya üzerinden geçerek Avrupa’ya ulaşması sağlanacak. Böylece Avrupa'nın Rusya'ya doğal gaz bağımlılığı azalacak. İran ve Hizbullah’ın bölgesel gücü zayıflayacak. İsrail geçiş dönemindeki kaostan istifade ederek Golan Tepelerindeki işgalini ve petrol arama faaliyetlerini daha geniş bir alana yayacak.

Suriye krizinin başlarında ABD ve İngiltere hükümetleri öncülüğünde Batı medyası Suriye’de rejim muhalifi güçleri ılımlı, liberal, laik ve demokratik güçler olarak gösterdi. Bu nedenle Batı kamuoyu bu güçlere sempati duydu ve desteklenmesi gerektiğine inandı.

Suriye’de rejim değişimine yönelik başlangıçtaki gösteriler plana uygun bir şekilde CIA’nin işiydi. Bu gösteriler, birkaç ay sonra CIA destekli silahlı grupların başlattığı daha geniş katılımlı mitinglere dönüştü. Daha sonra ülkeye Suriyeli olmayan silahlı isyancı gruplar akın etti. Bu akın, bizim de içinde bulunduğumuz ittifakın yardım ve desteğiyle güçlendi.

Bilinen bir gerçeğin altını çizelim: IŞİD bir Pentagon ürünüdür. Kuruluş amacı, Suriye’de ve mümkünse Irak’ı da içine alacak şekilde, görünüşte Katar ve Suudi Arabistan’ın kontrolünde, ama ADB ve İsrail’in çıkarlarına uygun davranan bir Suni iktidar kurmaktı. İşlevi, Katar – Suudi Arabistan – Ürdün ve Türkiye üzerinden akacak doğal gaz boru hattının "güvenli" bir coğrafa üzerinden geçerek Nabucco’ya bağlanması için Rusya - İran destekli Esad rejimini devirmekti. 

Suriye’de yaşanan savaş, hangi ülkelerin doğal gazının doğudan batıya doğru, hangi güzergâhtan Avrupa’ya gideceğine dair farklı tercihleri ve çıkarları olan, ABD – İsrail – Suudi Arabistan – Katar – Türkiye ve birkaç AB ülkesi ittifakı ile Rusya – İran – kısmen Irak ittifakı arasındadır.

Savaşan taraflardan birisi dünyanın en büyük enerji tedarikçisi olan ve 2000 yılında başkanlığını, halen Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev’in yaptığı Gazprom’un piyasa payını azaltmayı, diğeriyse artırmayı amaçlamaktadır.  

Arap Baharı olaylarının Suriye’ye sıçraması ve İran’ın Buseyhr şehrinde İran – Irak – Suriye doğal gaz boru hattının imzalanması, tarih itibariyle eş zamanlıdır ve tam olarak 2011 yılının Haziran ayıdır. Keza aynı tarihlerde ABD tarafından İran’a yönelik nükleer silah geliştirme suçlamaları artmaya başlamış ve nihayet 2012 yılında İran’a üç koldan (ABD, BM ve AB) yaptırım uygulanmaya başlanmıştır.

O nedenle, 1) İran – Irak – Suriye arasında tarihi bir doğal gaz boru hattı anlaşmasının imzalanması, 2) Arap Baharı olaylarının Batı’nın zorlamasıyla Suriye’ye sirayet etmesi, 3) Katar’ın Suriye rejimini devrime isteğini açık seçik ifade etmesi ve 4) İran’a yaptırım uygulanmaya başlanması eş zamanlıdır ve aynı planın bir parçasıdır.

Bir kolu Lüban’a uzanabilecek hat, engellenmeseydi hedef ihracat pazarı olan Avrupa’ya uzanmak üzere 2014 - 2016 yılları arasında tamamlanacaktı.

ABD ve İsrail için amaç, Avrupa’nın doğal gazda İran ve Rusya’ya bağımlılığını azaltmak ve Rusya’yı coğrafi olarak belli bir çerçeve içine hapsetmek; İran ve Irak rejimlerini kontrol altına almaktır.

Rusya – İran – Irak – Suriye grubu, adı İslam Boru Hattı olarak kalan doğal gaz boru hattının Suriye’nin Akdeniz kıyısından Avrupa pazarına gitmesinden yanadır. Bizim de içinde bulunduğumuz diğer grup ise biraz daha kuzeyden Katar, Suudi Arabistan, Suriye ve Türkiye üzerinden geçerek Nabucco’ya bağlanmasından yanadır.

Aşağıdaki haritaya bakın:

Haritadaki mavi hat Nabucco’dur. Mor hat, Katar doğal gazını Avrupa’ya taşıması planlanan ve Suriye’deki iç savaşın ana nedeni olan hattır. Bu hattın Katar’dan çıkması ve Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye üzerinden Nabucco’ya bağlanması planlanmıştı. Dikkat edin haritadaki kırmızı renge boyanmış olan ülkeler Suriye’de Esad rejimine karşı savaşta muhalefeti destekleyen Müslüman ülkelerdir.

Haritadaki kırmızı hat ise Katar doğal gazı yerine İran doğal gazını Kıbrıs üzerinden geçirip doğrudan Akdeniz üzerinden, yani bir ABD projesi olan Nabucco’yu "bypass" ederek Avrupa’ya ulaştıracak alternatif boru hattıdır. Yani, ABD ve İsrail’in onaylamaması nedeniyle İran’a yaptırım uygulanmasına neden olan ve Suriye’de onca insanın ölümüyle sonuçlanan kırmızı hat!

Bu noktada 2009 yılında gündeme gelen Nabucco’yu biraz daha hatırlatmakta fayda var. Nabucco, Rusya’nın Güney Akım Projesine rakip olarak ABD tarafından planlanan ve amacı, Azerbaycan – Türkmenistan doğal gazını Avrupa’ya ulaştırarak Avrupa’nın Gazprom’a, yani Rusya’ya olan doğal gaz bağımlığını azaltmak olan bir doğal gaz boru hattı projesidir. Hattın Güney Akım Projesine rakip olabilmesi ve fizibl olabilmesi için daha fazla doğal gazın bu boru hattıyla taşınması gerekiyordu. İşte ABD o nedenle hattı takviye etmek amacıyla Basra Körfezi’ndeki doğal gaz rezervlerini kullanmak istedi. Basra Körfezi’nde Nabucco’u takviye edecek doğal gazın, Rusya müttefiki İran’ınki olması düşünülemezdi. O nedenle adına, kısaca Katar – Türkiye hattı denilen yeni bir doğal gaz boru hattı döşenmesi gerekiyordu. Bu hattın Türkiye üzerine iki yoldan gelmesi mümkündü. Birinci yol, Irak – Suudi Arabistan – Kuveyt – Irak üzerinden Güney Doğu Anadolu Bölgemiz’den geçerek Nabucco’ya bağlanmaktı. (Barzani ile iyi ilişkiler, Çözüm Süreci, zamanlaması ve buzdolabına kaldırılmasıyla ilgili gelişmelerin bu hat planıyla da bağlantısı vardır). Diğeri ise harita üzerinde gördüğünüz mor hattı, ki bu hat Suriye’ üzerinden geçmek zorundaydı.

Ekonomisi ve rejiminin bekası doğal gaz ihracatına bağlı olan Katar, Avrupa doğal gaz pazarındaki en büyük iki rakip ülkeyi bu hat üzerinden ekarte etmek istemişti.

Bu noktada bir parantez açıp Katar hakkında bilgi vermekte fayda vardır. Katar coğrafi olarak Arap Yarımadası’nın doğusunda, Basra Körfezi’ndedir. Körfezin karşı kıyısında İran vardır. 2 milyon 120 bin nüfusludur. Nüfusunun 75’i erkektir. Tek komşusu Suudi Arabistan’dır. Dünyanın en büyük üçüncü doğal gaz rezervlerine sahiptir. Dünya rezervlerinin yüzde 5’i bu küçük yarım ada ülkesindedir. Devlet bütçesinin yüzde 70’i doğal gaz gelirlerinden oluşur. Katar GSYH’sının yüzde 60’ı, ihracat gelirlerinden, yüzde 85’iyse doğal gaz gelirlerinden oluşur. IMF hesabına göre (2014) dünyanın en yüksek üçüncü kişi başına düşen geliri Katar’dadır (94 bin $). Ülkeyi 150 yıldır Al Thani ailesi yönetmektedir. Suudi Arabistan gibi Katar’da da monarşik bir rejim vardır. İki ülke rejimi de İran’dan hem Şii bir ülke olması, hem de cumhuriyetle yönetiliyor olması nedeniyle nefret eder.

Şu hatırlatmayla parantezimize devam edelim: Orta Doğu öyle bir demografik yapıya sahiptir ki, nüfusunun yüzde 65’i 19 yaş altındadır. Yani kitlesel göç ve IŞİD, El – Kaide, Müslüman Kardeşler türü örgütler için çok uygun bir zemin vardır. Bu zemini bugüne kadar en iyi kullanan ülke Suudi Arabistan’dı. Ancak son 10 yılda ABD desteğiyle Katar da aynı yola girmiştir. 

Katar ile Müslüman Kardeşler arasında hep güçlü bağlar oldu. El Cezire TV’yi kurduktan sonra Katar Emir’i, Selefi vaizleri ülkesine davet etti. Onlara kutsal mekânlarda Müslüman dünyaya hitaben konuşma yapma imkânı verdi. Karşılığında da kendi rejimine karşı Selefi vaizlerin susmasını ve Müslüman Kardeşlerin Emir’e destek vermesini istedi. Nitekim 1999 yılında Müslüman Kardeşler Katar merkezini, “Katar Krallığı İslam hukukuna uygundur” diyerek feshetti.

Katar her zaman Selefilerle bağlantılı oldu dedik. Meselenin Arap Baharı’yla bağlantısını da kısaca özetleyelim: Katar’ın Tunus’ta telekomünikasyon yatırmaları vardı. Tunus’ta rejim değiştikten sonra Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturan Refik Abdülselam, daha öncesinde Doha’da El Cezire’nin Araştırma Bölüm başkanıydı. Kaddafi ABD dolarına karşı meydan okuyan çıkışlar yapıp, “Bütün Arap ülkeleri ve Afrika birleşsin, birlik olalım, Altın Dinarı diye bir para birimi kullanalım, petrolü bu para birimiyle satalım” türü laflar edip, ülkenin alt yapı yatırımlarını Rus ve Çinli müteahhitlere verince, Batı’dan önce Libya yönetimine karşı açıkça savaş ilan eden ilk Müslüman ülke Katar oldu.  Katar, müdahale sırasında NATO güçlerine savaş uçağı yolladı, karada Katar Özel Güçleri Kaddafi’ye karşı Libya halkını silahlandırdı, eğitti ve onlara liderlik yaptı. Kaddafi öldürüldükten sonra kurulan Ulusal Geçiş Hükümeti Başkanı Mustafa Abdul Jalil, “Devrim Katar sayesinde oldu”, dedi.

Katar’ın Libya’da da milyarlarca dolarlık yatırımı vardı. Sadece Barwa adlı gayrimenkul şirketinin Tripoli’de 2 milyar dolarlık inşaat yatırımı vardı. Henüz sıcak savaş devam ederken Katar’ın Ulusal Geçiş Hükümetiyle 8 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladığını, daha sonra başarısız olma ihtimallerine karşı maddi ve askeri destek verdiğini, 17 Şubat Şehitler Tugayı’na destek olduğunu, Kaddafi iktidardayken Şeyh Alia Salabi adlı radikal din adamının Doha’da sürgünde olduğunu da hatırlatalım.

Kaddafi iktidardayken Çin ve Rusya’nın Libya’da milyarlarca dolarlık yatırımı vardı. Devrim sonrasında bu yatırımları tamamlama görevi Katar’lı şirketlere verildi. Kaddafi devrildikten sonra Katar dikkatini Suriye’ye çevirdi. Beşar Esad’a Müslüman Kardeşlerle beraber bir geçiş hükümeti önerdi. Esad kabul etmeyince 2012 yılının Ocak ayında CBS televizyonunda Şeyh Hamad bin Al-Thani, yaklaşık bir saatlik bir söyleşide şunu söyledi:
“Yabancı askerler Suriye’ye gönderilmeli.”

Şubat ayında yapılan Suriye’nin Dostları toplantısında Başbakan Hamad bin Jassim Al Thani de açıkça şunu söyledi:
“Suriye muhalefetine yardım etmek için, kendilerini savunmaları için onlara silah vermek dâhil, ne gerekiyorsa yapmalıyız”.

Umarız Arap Baharı ve Suriye meselesinde Katar’ın önemi anlaşılmıştır.

Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Katar bu kadar zengin doğal gaz rezervi, 2.1 milyon nüfusu, iki zengin ve tehlikeli komşusu arasında, nasıl oluyor da bu kadar aktif dış politika izleyebiliyor ve güven içinde yaşayabiliyor?
Elbette koruma ve himayeyle.

Peki, kim koruyor Katar’ı?
ABD’nin Katar’da iki İngiltere’nin de bir askeri üssü var. Bunlardan birisi (ABD Silahlı Kuvvetleri Pentagon Merkez Komutanlığı), ABD’nin Orta Doğu’daki en büyük ikinci üssüdür. Her iki üssün de masraflarının yüzde 60’ını Katar devleti ödemektedir.

Altını çizelim: Suriye, savaşa taraf olan ülkelerin enerji stratejisinde önemli bir kara parçası üzerindedir. Katar, Esad’ı devirip Müslüman Kardeşlere yakın bir rejim kurarak Suriye üzerinden Avrupa pazarına doğal gazını ihraç etmek için savaşta aktif taraftı.

Bu arada şunu da belirtelim: Suriye Ordusu’nun yüzde 80’i Sunnidir ve Suriye’de yaşanan bir özgürlük ve demokrasi savaşı değil, tamamen “mavi altın” diye tabi edilen doğal gaza dayalı bir enerji savaşıdır.

Parantezi kapatıp başa dönelim: Esad rejimi IŞİD dâhil bu grupları işin başındayken bastırmak ve caydırmak üzere acımasız bir savaş başlattı. Savaşın yanısıra sivil halkı da acımasızca katletti. Daha sonra muhalif güçleri destekleyen ülkeler isyancı güçleri silahlandırdı ve organize etti. Böylece amacı Esad rejimini devirmek olan Özgür Suriye Ordusu Katar’ın da maddi – manevi desteğiyle 2012 yılında kurulmuş oldu.

Ülke olarak bizim bu işten çıkarımız, Katar doğal gazını Türkiye’den geçirerek bir ABD projesi olan Nabucco’yu fizibl hale getirmekti. Biz dâhil Avrupa’nın Rusya’ya, yani Gazprom’a olan doğal gaz bağımlılığı azaltacak bu hat, Mısır’dan başlayan Arap Hattı’ndan akması planlanan hem Nil Deltası doğal gaz rezervleriyle, hem de İsrail – Kıbrıs açıklarındaki, yani Levant Çanağı’ndaki doğal gaz rezervleriyle desteklenecekti.

Bu hattan taşınması planlanan doğal gaz rezervleriyle ilgili olarak Prof. Dr. Şener Üşümezsoy’un “Petrol-doğalgaz alanında Türkiye-İsrail savaşı” adlı makalesindeki haritalara bakın:

Nil Deltası ve Levant Çanağı’ndaki doğal gaz rezervlerini taşıyarak Katar – Türkiye hattıyla Nabucco’ya hayat verecek Arap Hattı'nın temsili güzergâhı aşağıdaki gibiydi:

Halen, Suriye’de terör vardır, iç sivil – mezhep savaşı vardır ve ülke havadan – karadan yabancı işgali altındadır. Suriye halkı savaş bölgesinde yaşamak, böylece IŞİD benzeri terör grupların ve rejim güçlerinin vahşi saldırılarına hedef olmak ya da ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmıştır.

Aşağıdaki harita, Suriye’deki cari durumun daha iyi anlaşılması içindir:

Batı’nın ve kaosa taraf Müslüman ülkelerin ittifakıyla, başlangıçta rejimi devirmek için yaptıklarına göz yumulan, hatta desteklenen, ancak daha sonra tüm dünyanın ortak düşmanı haline getirilen IŞİD’e karşı verilen savaş nedeniyle, “medeni dünya”, Suriye’de yaşanan acıya ve vahşete seyirci kalmış ve Suriye halkını kendi kaderine terk etmiştir.

Suriye halkına yardım eli uzatan ve kapılarını açan Müslüman ülkelerin başında Türkiye vardır. İran, Ürdün, Irak ve Lübnan, yardım eli uzatan ve kapılarını açan diğer Müslüman ülkelerdir.

ABD ve İsrail’in Suriye’de Esad rejimini devirmek için uyguladıkları planın destekçisi dört Müslüman ülke olan Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri Suriye’den mülteci kabul etmemiş ve ülkelerine yasa dışı yollardan göçü önlemek üzere en sıkı önlemleri almışlardır.

AB, seçim öncesinde İlerleme Raporu’ndaki mülteci sorunuyla ilgili eleştirileri hafifletme, yeni fasıl açma ve para yardımı vaadiyle Suriyeli mültecileri Türkiye’de tutmanın peşindedir.

Adalarındaki Suriyeli mülteciler, başta Almanya olmak üzere zengin AB ülkelerine iltica etmesin diye AB Komisyonu Yunanistan’a 2 milyar avro yardım yapmayı planlamaktadır.

Daha da utanç verici olanıysa 16 Ekim tarihli bir Wirtschaftswoche haberine göre Alman Hükümeti, daha fazla mülteciyi topraklarına tutma karşılığında Yunanistan’a daha fazla yardım yapmayı, hatta Çipras hükümetine yardım müzakerelerinde daha fazla taviz vermeyi planlamaktadır.

Bir sonraki yazımızda, Rusya’nın havadan ve İran’ın karadan Suriye muhalefetini etkisizi hale getirerek Esad’ı koruma hamlesine Batı’nın neden göz yumduğu ve İdeolojik Soğuk Savaşın yerini nasıl Jeopolitik Soğuk Savaşın aldığı meseleleri, doğal gaz boru hatlarıyla ilgili yeni arayışlar perspektifinden irdelenecektir.

Yazarın Diğer Yazıları

2015 ve T24’e veda yazısı

2016; insanlığa, ülkemize, T24 okuruna, yazarına, çalışanına ve T24’e şans getirsin

ABD 14 yıldır terörle savaşıyor, sonuç: Terör saldırıları yüzde 6 bin 500 arttı!

“ABD işgalinden önce Irak’ta hiç intihar saldırısı olması ama, 2003 yılından bu yana 1892 intihar saldırısı oldu"

Rusya, Batı’nın yaptırımlarına daha ne kadar dayanabilecek?

Gazprom biterse Putin biter. Sonra sıra Çin’e gelir. Çin karışırsa dünyayı dolarsızlaştırma ittifakı, yani BRICS tamamen biter

"
"