Seçimlerde şaibe olduğu...
Cemaatin masum olmadığı ve kendi çıkarlarını ülkenin çıkarlarının üstünde tuttuğu...
Dışişleri Bakanlığı’ndaki toplantıyla ilgili malum tape’nin içerik ve zamanlamasının manidar olduğu...
Başbakan’ın işi genel seçim havasına soktuğu, muhalefetin bu tuzağa düştüğü ve “çevre”yle ilgili meseleler üzerinden farklılığını anlatmak yerine “merkez”le ilgili kavgaya tutuşarak stratejik hata yaptığı...
Halkın psikolojisi ve muhalefetin eksiklikleriyle ilgili muhtelif tespit ve iddialar, vesaire...
Bunlar tamam da, nasıl oldu da 12 yıllık iktidara, olup biten onca hukuk, din ve etik dışı hadiseye rağmen sandıktan yine AKP çıktı?
Yani halk neden AKP'ye HAYIR demedi?
Meseleyi, Anadolu’da işinin gereği olarak il ve ilçe belediyeleri, özel idareler ve "köylere hizmet götürme birlikleri"yle hem imar, hem de ihale işleri itibariyle yakın temas eden bir meslek erbabıyla tartıştım. Mutabık kaldığımız tespitler aşağıda:
AKP, Anadolu’yla bağlantısı siyaset ağaları maarifetiyle kurulmuş merkezden atama bir parti olarak kurulmadı. AKP’nin çıkış noktası yerel yönetimlerdir. Çıkış ideolojisiyse taşradan güç alarak merkeze, yani Ankara hegemonyasına itirazdı.
Anadolu’da, daha çok haksız iktisapla edinilmiş büyük toprak sahibi ailelerin tekelinde bir merkez sağ siyaset vardı. Bunlar esasen siyasetin de ağalarıydı. Bu ailelerin desteği ve onayı olmadan aday olmak ve seçim kazanmak neredeyse imkansızdı. Sonra “çiftçilik” para etmez oldu. Büyük aileler dağılmaya, büyük şehirlere göç etmeye başladı. Zamanında ırgatlıkla, rençberlikle, yarıcılıkla geçinen aileler toprak sahibi oldu, çocukları üniversite okudu, memleketlerine dönüp serbest meslek erbabı oldular. Hizmet sektörü büyüdü, ticaret imkanları arttı. Toprağa ve toprak sahibine ekonomik bağımlılık azalıp asker korkusu bitince, siyaset ağaları dönemi de bitmiş oldu.
Anadolu’da böyle bir dönüşüm yaşanırken merkezde halkın gözünde “baskıcı ve hortumcu” bir düzen vardı. “Çevre”nin profili ve yapısı değişmişti, ama “merkez” aynıydı. Ve merkezin vesayetindeki bu düzen Türkiye’yi alıp götüremiyor ve sürekli ekonomik krizlere sokuyordu. Yani ortada, bir boşluk ve potansiyel vardı.
Halk, birebir temas ettiği, çevresinde gördüğü ve aynı ritüellerle yaşayan AKP kadrolarına kendini yakın hissetti ve bu boşluk, yerel yönetimlerde "pişmiş", Türkiye’nin sorunlarına doğru noktadan hitap eden, daha genç ve hırslı kadrolara sahip, küresel siyasi ve ekonomik konjonktürün lehine çalştığı AKP tarafından dolduruldu.
Anadolu’da üniversite okumuş, yurtdışı görmüş, internet kullanan bir nesil var artık. Gündüzleri babaları gibi toprak sahiplerinin önünde boyun eğerek, anneleri gibi onların evlerinde hizmetçilik yaparak; geceleri tek kanallı, farklı bakış açılarına kapalı, resmi ve iki anlamda da renksiz bir TV kanalı önünde hayatlarını geçirmemiş bir nesil...
Bir yandan dini ritüellere daha fazla uyan, ama ebeveynleri gibi kaderci olmayan; öte yandan bu dünyadan daha fazlasını isteyen ve bu nedenle kısa ve kolay yoldan zengin olmanın yollarına kafa yoran; öne geçmek için her yolu mübah gören; kendi ekonomik çıkarlarını toplumsal menfaatlerin üzerinde tutan ve bunu saklamayan; demokrasiyi, şeffaflığı, büyümeyi ve güçlü Türkiye’yi isteyen, ama menfaatleriyle “idealler ve prensipler” arasında kaldığında, kendi menfaatlerinden yana tercih kullanan; Batı'lı benim hakkımda ne düşünüyor, ülkeme nasıl bakıyor türü şeylere önem vermeyen, buna karşın Batı tipi yaşam tarzına heves eden; erken yaşta evlenerek hevesini marka araba, marka kıyafet, pahalı ziynet ve aksesuarla gösteren bir nesil...
Başbakan’ın en önemli özelliği sürekli beklenti yaratabilmesinde ve beklentileri canlı tutabilmesinde. AKP’nin diğer partilere göre, çekirdek ekip hariç isimlerini devamlı yenilemesi partide devamlı bir enerji ve heyecan yaratıyor. Bu durum, yeni neslin kısa yoldan zengin olma, öne geçme, şekille ayrıcalık kazanma, şahsi menfaati ön planda tutma türü kafa yapılarına gayet güzel hitap ediyor. Öte yandan bu ülkede demokrasinin varlığından da söz ediyor ve demokrasiyi önemsediğine insanları inandırıyor. Halk, onu sürekli iyi şeylerin peşinde koşan, ama hem iç, hem de dış güçler tarafından engellenen bir lider olarak görüyor. Kendisinden çok dürüst olmasını değil, oyunu kurallarına göre oynayıp, tuttuğunu koparmasını bekliyor. Partideki dinamizm ve sağlanan olanaklar birçok insanın beklenti satın almasına ve partiyle olan bağların devam etmesine neden oluyor. Üç dönem kuralının da nedeni budur, yeni büyükşehir yasasının da...
AKP’yi anlamanın bir yolu da Köylere Hizmet Götürme Birlikleri’ni anlamaktan geçiyor. Bu birlikler yoluyla yapılan ihale işleri taşrada AKP düzeninin önemli ayaklarından birisi. Birlik mevzuatı, işlerin süratle programlanmasına, ihaleye çıkarılmasına ve böylece siyasi kararların çabucak icra edilmesine imkan tanıyor. Yani taşrada insanlara, “adamlar çalışıyor” dedirten şeylerin başında Köylere Hizmet Götürme Birlikleri, belediyeler ve özel idareler aracılığıyla yapılan taahhüt işleri var.
Bürokrasinin hali malum! Ya “beden diline uyacaksın” ya da ahlakla, hakla ve hukukla ilgili iç çatışmalarını kendine saklayıp, susup görmezden geleceksin!
Birliklere başkanlık da eden kaymakam ve valiler zaten her türlü rejimin taşradaki destekçileri. Merkez emir veriyor, taşradaki tüm memurların disiplin ve sicil amiri olan vali ve kaymakamlar da gereğini yapıyorlar. Bir de emniyet müdürü ayarlanmışsa, her iş tamam!
Birlikler, belediyeler ve özel idareler aracılığıyla yapılan işlerde kamu ihale mevzuatından kaçınmak için işler küçük parçalara bölünerek doğrudan temin sınırlarına çekiliyor ve pazarlık yoluyla istenilen kişilere verilebiliyor. Böylece yeni müteahhitler yaratmak mümkün hale gelebiliyor. Eskiden Ankara’dan gelen müfettişlerden korkulurdu. Artık böyle bir korku da kalmadı! Anadolu’ya bakın, hep yeni türemiş müteahhitler görürsünüz.
Büyükşehirlerde de durum farklı değil! Sadece montan büyük. Büyük ve bölünemeyen işler özelleştirme yoluyla orta ve büyük ölçekli müteahhitlere veriliyor. Hani “Anadolu Sermayesi”, deniyor ya, alt yapısına bakın; kayırılmış, kayıtdışında kalmasına göz yumulan, ama hayır işleriyle kamufle olmuş bir “imar rantı ve fesat karışmış ihale düzeni” görürsünüz.
Bir başka misal daha vereyim: Büyükşehir belediyesi olduğunuz zaman büyük ölçekli planların (Çevre Düzeni Planı 1/25000 ve Nazım İmar Planı 1/5000) yenilenmesi gerekiyor. İlçelerde ise 1/1000 Uygulama İmar Planlarının, yeni büyük ölçekli planlara göre revize edilmesi gerekiyor. Yeni plan demek kartların yeniden dağıtılması, politik ve ekonomik rantın yeniden paylaşılması demek. İmar rantı işi anlaşılmadan 12 sene sonra, onca yolsuzluğa rağmen AKP’nin halen nasıl olup da yüzde 43 küsur oy aldığını anlayamazsınız.
İş şöyle cereyan ediyor: Plan yapımını istediğiniz bir şehir plancısına verirsiniz. Plan yapım sürecinde, karar verici olarak siz ve yandaşlarınız, imara açılmasını uygun gördüğünüz yerlerden ucuza arazi kapatırsınız ve buralara yüksek yoğunluklu yapılaşma imkanı tanırsınız. Sonra imara açılan yerde bir okul inşaatı, kamu kurumu inşaatı ayarlarsınız, yanına da hemen bir cami inşaatı yaptırırsınız. Sonra sizin müteahhitleriniz ya doğrudan ya da TOKİ aracılığyla konut inşaatına başlar. Böylece istediğiniz çevreleri kolaylıkla zenginleştirebilirsiniz. Bu tür imkanlar etrafınızda size destek olmaya hazır iş adamı ve varlıklı insan sayısını artırır. Bu insanlardan hayır işlerinize destek olmasını istersiniz. Aş evleri, kömür dağıtımı, erzak dağıtımı işlerini de bu yolla finanse edersiniz. Düğün ve cenaze törenlerinde belediye imkanlarıyla vatandaşın yanında olursunuz. Sağlık sistemi yaşlı yurttaşları memnun eder. Sonra ekibinizle beraber cuma namazına gidersiniz ve iş adamlarının zekatıyla elinizde tuttuğunuz gariban halk, çevrenizde haksız yere zenginleşen insanlara ve yarattığınız bu hukuksuz düzene tepki vermez. Çünkü vali de, kaymakam da, emniyet amiri de, imam da, müteahhit de lehinize konuşur.
Burada önemli olan bir husus daha var. “Rant paylaşımı” hem size ve çevrenize zenginlik sağlar, hem de halktan tepki almazsınız. Peki ya muhalefet partileri? Onlar bu düzeni görmüyorlar mı? Elbette görüyorlar. Orada da AKP şöyle bir politika izliyor: Muhalefet meclis üylerine komisyonlarda sembolik görevler veriyor. Sözde katılımcı yönetim adı altında “paylaşımcı rant düzeni”ne onlar da bir şekilde ortak ediliyor. Burada onlar da mutlaka rüşvet alıyor ve yolsuzluk yapıyor demiyorum. Karşılıklı olarak birbirinin işini görme, kendi seçmeninin sorununu çözme düzeni kuruluyor. Yani sen onun işini görüyorsun, o da seni işini görüyor. Aksi takdirde her seferinde çoğunluğun dediği oluyor ve muhalefet partisinin temsilcileri hiç bir sorunu çözememiş duruma düşüyor.
Yerel yönetim demek halkla gerçek anlamda temas demektir. AKP merkezi, yani Ankara'yı ele geçirmek istedi. Mantık şuydu: küçük birimleri ele geçirirsen büyük zaten senin olur. İşe yerel yönetimlerden başladılar ve başarılı oldular.
Özetle, işin özünde Anadolu'ya yakın olma var, hırsla çalışma var, zamanında "istikrar ve yapısal uyum programları" nedeniyle ihmal edilen sosyal devlet boşluğunu doldurmaya yarayan “imar rantını ve hukuksuz ihale düzeninin menfaatlerini parti maarifetiyle paylaşma düzeni” var...
Ve muhalefetin şu noktada inandırıcılık sorunu vardı: Halka bu oyunu bozacağını mı söyleyeceksin, yoksa daha iyi oynayacağını mı?
[email protected]