Dünkü yazımızda “sol”un AB üyelik sürecini farklı nedenlerle ve bazı konularda da rezervle desteklediğiniz yazmıştık. CHP, AB üyeliğini daha çok laikliğin güvencesi, CHP – dışı sol ve BDP’ninse demokratikleşmenin güvencesi saydığı için desteklediklerini vugulamıştık.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldiği 2002 yılında ve sonrasında çok yoğun bir şekilde gizli bir gündeme sahip olmakla eleştirilmiş; laiklik ve demokrasi konularında takiye yapmakla suçlanmıştı.
İlginçtir, takiye suçlamasına AKP, Parti Programı’nda çok zayıf vurgu yaptığı AB'ye üyelik yolunda çok ciddi adımlar atarak cevap verdi. Bu adımlar daha çok CHP – dışı sol ve BDP’nin de desteklediği Kopenhag siyasi kriterleriyle ilgiliydi.
Demokratikleşme konusunda atılan adımlar, kendisini takiye tapmakla suçlayan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin etkisindeki “laik cephe”ye karşı elini sağlamlaştırıyor, halkın inisiyatifini görmezden geldiğini iddia ettiği bu (statükocu olarak tabir edilen) cepheye karşı daha geniş ve daha fazla demokrasi isteyen bir cephenin oluşmasına yol açıyordu. Bu sürecin doğal olarak türbanın kamusal alanda daha fazla hoşgörüyle karşılanmasına ve AKP’nin daha da güçlenmesine hizmet ettiğini belirtmeden geçmeyelim.
Öte yandan demokratikleşme adımları, “laik cepheye” rağmen “Kürt sorunuyla” ilgili adımlar atılmasını beraberinde getiriyor ve böylece “demokratik talep cephesi” daha da genişliyordu.
Daha sonra ayrıntısıyla değineceğiz; ancak bu süreci dünya ekonomisinde yaşanan tesdüfi bir likidite bolluğu konjonktürünün kolaylaştırdığını; Kürt sorunuyla ilgili olarak atılan adımlarınsa Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecini her zaman desteklediğini söyleyen ve Ortadoğu’da imaj düzeltmek isteyen ABD ile olan ilişkilere de müspet yansımaları olduğunu hatırlatalım. Bu yansımaların, daha sonra AKP’yi Ergenekon sürecine kadar vardıracak daha cesur adımlara teşvik ettiğini vurgulayalım.
Sürecin ilginç bir noktası daha var: Demokratikleşme adımları attıkça AKP 2002 seçimlerinde merkez sağın bıraktığı boşluğu da dolduruyor ve bu süreç sola karşı her koşulda ittifak eden sağın bölünmesine ve MHP’nin keskin sınırlarla AKP’den ayrı düşmesine yol açıyordu.
AB ile ilgili şüphelerin olgunlaşmasının bu sürece tekabül ettiğini belirterek sağ partilerin üyelik sürecimizle ilgili ne düşündükleriyle devam edelim.
AKP: AB konusunda programa uygun bir icraat
Bir saptamayla başlayalım: Adalet ve Kalkınma Partisi'nin parti programında, AKP’nin vizyonuyla Türkiye’nin AB üyeliği arasında açık bir bağlantı kurulmamış.
Programda AB’ye tam üyelik diye bir perspektif ve bu amaç için gerekenlerin yapılacağına dair açık bir taahhüt yok.
Konuya “Dış Politika” başlığı altında değinilmiş, ancak özel bir AB başlığı atılmamış.
Üyelik süreci, üyelik için öteki aday ülkelerin de yerine getirmesi istenen koşulları bir an önce sağlayarak gündemin yapay sorunlarla meşgul edilmesini önlemeye çalışmakla eş değer görülmüş.
Açıkçası, AB üyeliğine özel bir önem atfedilerek programda ciddi bir vurgu yok.
AKP Programı'nda AB’nin geçtiği cümleler konu başlıkları itibarıyla aşağıdaki gibi:
2.5- DEMOKRATİKLEŞME VE SİVİL TOPLUM
“Avrupa Birliği Üyeleri’nin uyması gereken asgari standartları gösteren Kopenhag Kriterleri’nin demokratikleşmeye yönelik ilkeleri esas alınarak ulusal hukuk düzenimizde yapılması gereken değişiklikler, mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilecektir.”
3.1- EKONOMİ ANLAYIŞIMIZ
“Avrupa Birliği, Dünya Bankası, IMF ve diğer uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerimizin, ekonomimizin ihtiyaçları ve ulusal çıkarlarımız doğrultusunda sürdürülmesi gerektiğine inanır.”
3.7- FİNANSAL HİZMETLER
“Tasarruf mevduatı güvence sistemi Avrupa Birliği standartlarına göre düzenlenecektir.”
4.5-GÜVENLİK
“Güvenlik ve savunma alanlarında silahlı kuvvetler ile siyasi iktidar arasında görüş alış verişini sağlayan Milli Güvenlik Kurulu, demokratik ülkelerdeki örnekleri dikkate alınarak Avrupa Birliği standartlarına göre yeniden yapılandırılacaktır.”
5.12- BİLİM VE TEKNOLOJİ
Devlet bütçesinden AR-GE’ye ayrılan pay yıllar içerisinde oransal olarak Avrupa Birliği ortalamalarının üzerine çıkarılacaktır.
VI- DIŞ POLİTİKA
“Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerinde taahhütlerini ve üyelik için öteki aday ülkelerin de yerine getirmesini istediği şartları bir an önce sağlayacak, gündemin yapay sorunlarla meşgul edilmesini önlemeye çalışacaktır.
Kıbrıs sorununun çözümünde, adadaki Türk halkının varlığının, kimliğinin ve kendi geleceğini tayin etme hakkının gözardı edilemeyeceği görüşünde olup; çözümün, adada mevcut iki devletin varacağı uzlaşmaya dayanması gerektiğine ve bu sorun çözümlenmeden Kıbrıs Rum Kesimi’nin Avrupa Birliği’ne alınmasının, sorunu daha karmaşık hale getireceğine inanmaktadır.”
(...)
Evet tamamı bu...
Bir saptama daha: AKP’nin AB üyelik süreciyle ilgili tutumu bence programa uygun.
Münhasıran programa bakıldığında, demokratikleşme konusunda atılan hızlı adımlarla, öncelikli olarak AB’ye üyelik sürecini hızlandırmanın hedeflendiğini iddia etmek çok zor. Yukarıda da vuguladığımız gibi, demokratikleşme konusunda atılan ciddi adımlar, Türkiye’nin darbelerden kurtulmasına ve daha sonra darbecilerden hesap sorulmasına yol açacak şekilde önceliği laikliğe veren cephenin zayıflamasına da yol açtı. Bu süreç ve programın diğer öncelikli konularıyla ilgili müspet gelişmeler AKP tabanının güçlenmesine ve partinin merkez sağa yerleşmesini sağladı.
AKP karmaşık bir çizgide bekliyor
Şimdi; 2002 – 2007 yılları arasında Kopenhag kriterleriyle ilgili olarak atılan ciddi adımlar ve Kıbrıs sorununun çözümü konusunda proaktif yaklaşımıyla AB üyelik sürecindeki samimiyeti sorgulanmayan AKP’nin son 3 yıldır tam üyelikle ilgili pasif tutumu eleştiri konusu.
Çünkü AKP, AB konusunda; CHP, ulusalcı akım, sol cenah ve MHP’nin karışımı bir çizgide bekleme vaziyetinde. Sanıldığının aksine AKP’yi AB konusunda daha ileri adımlar atmaktan men eden Milli Görüş tabınında rekabet ettiği SP değil; bence merkez sol ve merkez sağ seçmen.
Süreç, bu süreçle otomotik bağlantısı kurulan “demokratikleşme adımlarının” amacı ve hızı, AKP’yi daha çok genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yapacağı katkılar bakımından ilgilendiriyor.
Bunda, AB’nin yaşadığı genişleme potansiyelini ve isteğini azaltan krizin etkisi ve bazı AB ülkelerinin Türkiye’ye dışlayan tutumlarının etkisi de vardır elbette.
'Tam üyelik olmayacaksa oy kaybetmeyelim' çizgisi
Öte yandan parti programında da ifadesini gayet açık bulan dış politikada geleneksel Atlantik ve Avrupa eksenine, Avrasya ve Orta – Doğu ekseninin de dahil edilmesi amacıyla alınan insiyatiflerin ve bölge ülkeleriyle kurulan yakın ve müspet ilişkilerin de vurgulanması gerektiğini belirtmeden geçmeyelim.
Özetle AKP, sonunda tam üyelik yoksa AKP’ye oy kaybettirecek konuların müzakeresinde taviz verme taraftarı olmadığını ima eden, “ödünleşme” (trade – off) mantığıyla pragmatik bir çizgide bekliyor.
AB ile ilgilil taahhütleri bakımından münhasıran programına bakıldığında pek hak etmediği kadar geniş bir yelpazeden destek gören AKP’den, Parti Programı bu haliyle kaldığı sürece daha ileri adımlar beklemek bizce hayal. O nedenle Kandil’den davet edilenlerin daha sonra hapsedilmesine şaşırmamak gerekir. Ancak burada suçlanacak bir taraf varsa, bunun Parti Programı’na uygun hareket eden AKP olmadığını belirterek Saadet Partisi’ne geçelim.
SP: Demokrasi için AB
AKP’nin aksine Saadet Partisi programında AB üyelik sürecine özel bir önem verilmiş. Programda “Avrupa Birliği” başlıklı özel bir bölüm var.
Bir kısım CHP – dışı sol ve BDP gibi SP de süreci demokratikleşme ve insan hakları bakımından önemli görüyor.
Prorgama göre Saadet Partisi’nin vizyonu Türkiye ile sınırlı değil. “Adil düzen” geleneği, programa “daha iyi bir dünya kurma” hedefi olarak yansımış. Nitekim sonuç kısmında programın gayesi, “Milletimizin ve tüm insanlığın SAADETidir” şeklinde açıklanmış.
SP ile bir kısım CHP – dışı sol arasında şu noktada bir benzerlik ortaya çıkıyor: Türkiye’nin AB’ye üyeliği daha büyük bir vizyona hizmet ettiği için desteklenmeye değer. Bu vizyon SP'de olduğu gibi tüm insanlıkla ilgili.
Özetle SP, CHP – dışı sol gibi Türkiye’nin AB üyeliğini daha iyi bir dünya vizyonuna katkı yapacak bir proje olarak görüyor ve açıkça destekliyor.
Programın ilgili bölümler aşağıdaki gibi:
“Saadet Partisi’ne göre, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri, ülkemizde, insan hakları ve demokrasi uygulamasının AB kriterlerine uygun hale getirilmesi ve bu değerlerin Avrupa ile birlikte daha da geliştirilmesi açısından önemlidir.
Biz Türkiye- AB ilişkilerinin devam etmesi ve Türkiye’nin makul bir sürede AB üyesi olmasının, hak ve adalete dayalı yeni bir dünyanın kuruluşuna çok önemli katkılar bulunacağına inanıyoruz. Türkiye’de Kopenhag kriterlerinin yaşama geçmesi, yani demokrasinin evrensel boyutlara ulaşması, ekonominin sağlıklı dengelere oturması, Türkiye’yi olduğu kadar dünyayı da rahatlatacaktır.
Biz, tüm uluslararası ilişkilerde olduğu gibi Türkiye-AB ilişkilerinin de barış, diyalog, adalet, eşitlik ve işbirliği çerçevesinde yürütülmesinden yanayız. Bu nedenle eşit koşullarda AB’nin geleceği dahil tüm sorunları tartışmak istiyoruz.”
(...)
Dikkat edileceği gibi CHP Parti Programı’nda olduğu gibi SP Programı’nda da “eşit koşul” vurgusu yapılmış.
Programa göre SP “makul bir sürede tam üyelik” arzusuyla AB ile ilişkilerin devamından yana.
Milli Nizam'dan Milli Selamet'e, Refah'tan Fazilet'e kadar kurduğu “Milli Görüş” partileri “laik düzen”i hedef almakla suçlanarak kapatılan SP kadrosunun AB konusundaki hareket noktasını temelde bu geçmiş tayin ediyor.
MHP: Mecbur, mahkûm ve muhtaç değiliz
AB ile ilişkiler Milliyetçi Hareket Partisi Programı'nda “Dış Politika” ana başlığının altında özel bir alt başlıkta yer alıyor.
Kıbrıs’la ilişkiler alt başlığınından hemen sonra gelen “AB İle İlişkiler” alt başlığı şu cümle ile başlıyor:
“Türkiye-AB ilişkilerinin niteliği, zemini ve çerçevesinin açıklığa ve yeni bir tanıma kavuşturulması gerekli görülmektedir.”
Bu cümleden hemen sonra gelen cümleyse şöyle:
“(MHP) Türkiye’nin ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliği’nin yörüngesinde sürüklenmeye mecbur, mahkûm ve muhtaç olmadığını savunmaktadır.”
MHP de ulusalcı akımdan daha fazla “milli hassasiyetler”e dikkat çekerek süreci “tam üyelik olacaksa” şartıyla destekliyor. Hatta işi daha sağlama alarak bazı konuların müzakere edilmemesini, mümkünse üyelik sonrasına ertelenmesini ima ediyor. Ermeni “soykırımı” iddiaları, Kıbrıs “sorunu”, “Kürt “sorunu” gibi...
Özetle MHP, AB ile tekrar oturulup neleri yapmayacağımızı konuşup, bunları yapmamamız halinde tam üyelik olmayacaksa müzakerelere devam etmememiz gerektiğini savunuyor.
Bu noktada CHP, bir kısım CHP – dışı sol ve ulusalcı akım arasındaki ortak bir noktanın altını çizmekte fayda görüyoruz. Bu ortak nokta kısaca “onurlu tam üyelik”te ifadesini buluyor.
Süreç sırasında verilecek birtakım tavizleri kabul etmeyen ve bu tavizleri vererek varılacak tam üyelik hedefini küçümseyen bir bakış açısı olarak değerlendirdiğimiz bu noktayı da belirterek partilerle ilgili söyleyeceklerimizi burada bitirelim.
Yarın: AB Üyeliği düzleminde TÜSİAD – AKP Uzlaşısı: 2002 – 2007 dönemi