Geçen yıl Şubat ayının 24’ü gecesi saat 2 sularında Kumral Fuat Özdan son nefesini verdi. Bunu kulaklarımla duydum.
Yeşil gözleri açıktı. Kapattım. Dudaklarının kenarında kalan, annemin yardımıyla içtiği tek kaşık mercimek çorbasının pütürlerini sildim. Elini tuttum, alnını, yanaklarını okşadım. Sonra sıcacık bedeni soğumaya başladı. Sabaha kas katı kesildi. Yıkandı, kefene sarıldı, saat 8:30 gibi selası verildi ve 10:30’da koyu kahverengi bir toprağa gömüldü.
Geçen salı sene-i devriyesiydi. Memlekete gittim. Yağmurlu bir gündü. Elimde bir demet karanfil; annemle birlikte selvi ağaçlarının gölgesindeki kabrini ziyaret ettik. Nergis kokuları geldi burnumuza.
Mezar çıkışı, Antakya’nın lezzetli mezeleri ve yemekleriyle meşhur sayfiye yeri Harbiye’ye gittik. Annem, ben ve bize eşlik eden teyzem. Özlem ve hüzün doluyduk.
Garson geldi. Kendim için babamın sevdiği mezeleri ısmarladım. Sonra da hiç şaşmadan takip ettiği iki duble kuralına uyarak çok sevdiği kâğıt kebabından yedim.
İkinci dublede annemin izniyle puromu yaktım. AVO, koyu kahverengi dış sargılığı nedeniyle seriye “maduro” ismini vermiş.
Moduro bir tür dış sargılık. Dış sargılık ise puronun “kefeni!” Maduro güneşte yetişir ve fermantasyonu biraz uzun tutulur. O nedenle ıslak toprak gibi koyu kahve renklidir ve dumanı hafif tatlıdır. Bunu kokusundan da anlarsınız.
Puronun dış sargılığı 6–7 renktir; ama bana göre Candela hariç hepsi de toprağın tonlarıdır.
Puro, koyu renk toprağı sever. Dominik Cumhuriyeti’nde yetişmiş; oradan Miami’ye, Boston’a, San Francisco’ya ve oradan İstanbul’a uzanan yorucu bir yolculuktan sonra cebimde, doğduğum şehre gelmiş bir puronun dumanını tüttürüyordum. Puro kitabımın imza gününde yanımda oturan babamı, birlikte geçen onca zamanı bir düş aleminde anarak...
Duruşu, yapısı, sarımı, tadı ve kokusuyla “Avo Maduro” bana bir “Pinar del Rio” mahsulü Habanos zevki veriyordu. Ağzımın hiçbir yerinde bir acılık ya da keskinlik duygusu yaratmıyordu.
Puromun ılık dumanını savururken, tam 39 yılını aynı evde babamla yaşadığı anları düşleyen annemi izliyor ve hüzne teslim olmaması için ona en sevdiği konudan, yani, 10 aylık kızımdan bahsediyordum. O derin – parlak, iri – siyah – zeytin gözleri artık görünmez olmuştu annemin. Kim bilir aklından neler geçiyordu bir ufuk çizgisine dönüşen göz kapaklarını kıstığında ?..
Babamın paltosu geldi aklıma. Muhterem bir dostu aramayı düşündüm. Tadını onun da bildiği “Monte Cristo” (2006 Limited Edition), “Graycliff” (Expresso) ayarında bir puro demek geliyordu içimden. Dostumun telefonu cevap vermedi.
Biraz vakit alsa da anneme kahkaha attırmayı başardım. Mezeleri ve yemekleri zevkle yedim. Puromu her anını hissederek içtim. Gece gayet güzel uyudum. Sabah annemle kahve içtik, “İyi ki geldin oğlum” dedi ve beni balkondan el sallayarak İstanbul uçağına yolcu etti.
Çok sallandı uçağımız. İnişte de savruluyorduk. Meğer aynı dakikalarda THY Amsterdam uçağı da iniş problemi yaşıyormuş. Biz sağ – salim indik.
Arabama bindim. Yağmur çiseliyordu. Aklımda; babamın vefatından tam iki ay sonra doğmuş ve hayatına yeni başlayan güzel kızım vardı. Al yanaklı, dört dişli, yeşil gözlü kızım...
İsterim ki o da babam gibi hayatın tadını çıkarsın, güzel yaşasın...