Geçen hafta 14 Şubat sevgililer gününde Pekin’de, iç gündem yoğunluğu nedeniyle basınımızın pek ilgi göstermediği “14. Çin – AB Zirvesi” yapıldı. Zirveye Çin Devlet Başkanı “Hu Jintao” ev sahipliği yaptı. AB tarafını Avrupa Konseyi Başkanı “Herman Van Rompuy” ve Avrupa Komisyonu Başkanı “Jose Manuel Barroso” temsil etti.
Şubat ayının ilk haftasında ikili görüşmeler yapmak üzere Angela Merkel de Pekin’deydi. Merkel’in de asıl derdi, zirveden beklenen en somut gelişmeyi teminen, krize çözüm için Çin’in daha bonkör olmasını sağlamaktı. Bunu 440 milyar dolarlık bir fon olan China Investment Corp.’un (CIC) başkanı Lou Jiwei’nin 13 Şubat tarihli şu demecinden anlıyoruz:
“Pekin ziyaretinde Merkel, CIC ve diğer uzun dönem yatırımcıların Avrupa devlet tahvillerini satın almasını istedi. İtalya, İspanya gibi ülkelerin tahvillerine yatırım yapmak sadece merkez bankasının işi olabilir.”
AB’ye yardımı Çin Merkez Bankası mı yapacak?
Yukarıda Çin merkez bankasını işaret eden CIC başkanının demecini aktardık. Aynı gün, yani zirveden bir gün önce aynı forumda basına demeç veren Çin Merkez Bankası danışmanı “Xia Bin” de şunları söyledi:
“Biz belki fakir bir ülkeyiz, ama aptal değiliz. Böyle bir yatırım yaparken ticari kuralları gözetmek zorundayız. Yani getiri bekleriz.”
14 Şubat günü yapılan zirvede ne konuşuldu?
Ticaret ve enerji konusunda işbirliğinden, Avrupa borç krizine, karşılıklı olarak yatırım imkânlarının artırılmasını teşvik amacıyla bir çerçeve anlaşmasının en kısa zamanda hayata geçirilmesinden, Suriye ve İran konusuna kadar birçok ikili ve küresel konunun görüşüldüğü zirvede, ayrıca Çin’e Piyasa Ekonomisi Statüsü verilmesi konusu da gündeme geldi.
Malum AB, Çin’in en büyük ticaret ortağı ve iki taraf arasında öteden beri devam eden bir stratejik ortaklık var.
Çin, borç krizine destek karşılığında AB’den ne istiyor?
Zirvede Çin, Avrupa Finansal İstikrar Kolaylığı (EFSF) ve Avrupa İstikrar Mekanizmasına (ESM) açık destek vaat etti. Bu destek elbette çok önemli ve bizi de ilgilendiriyor. Çünkü en önemli ihracat pazarımız olan AB’nin krizden çıkması bizim de lehimize. Ancak dikkatle altı çizilmesi gereken çok bir nokta daha var: Çin’in desteğine karşılık AB ne yapacak? İşte bu soru Türk sanayicisi için çok önemli.
Çin 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye oldu. GATT 1994 Anlaşmasının VI:1 maddesi; DTÖ’ne üye üyelere, anti damping uygulamalarında piyasa ekonomisi olmayan ülkelere farklı muamele yapma imkanı tanıyor. Anlaşmanın anti damping hükümlerine göre, bir ülkede tamamıyla veya önemli ölçüde uluslararası ticarette tekeli varsa ve tüm fiyatlar devlet tarafından tespit ediliyorsa, piyasa ekonomisine sahip bir DTÖ üyesi ülke, bu tür bir ülkeye, diğer ülkelerden farklı bir anti damping mevzuatı uygulayabiliyor.
Burada kilit olan piyasa ekonomisinin tanımı. UNCTAD, piyasa ekonomisi olmayan bir ekonomiyi şöyle tanımlıyor:
“Üretken kaynakların tahsisini yapan piyasa güçlerine önemli ölçüde dayalı piyasa ekonomilerinden farklı olarak; bir ülke, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi ekonomik aktiviteyi merkezi planlama yoluyla büyük ölçüde belirliyorsa o ülke piyasa ekonomisi değildir. Piyasa ekonomisi olmayan ülkelerde üretim hedefleri, fiyatlar, maliyetler, yatırım tahsisleri, hammaddeler, işgücü, uluslararası ticaret ve diğer makroekonomik büyüklükler, merkezi planlama otoritesi tarafından hazırlanan merkezi plan aracılığıyla manipüle edilir; bu nedenle ulusal ekonomide talep ve arzı etkileyen temel kararları kamu sektörü verir.”
Çin, DTÖ’ye 2001 yılında “Piyasa Ekonomisi Olmayan Ülke” statüsüyle üye oldu. DTÖ rehberliğinde yapılması gerekenler tanımlandı ve 15 yıllık bir geçiş dönemi öngörüldü. Yani Çin 2016 yılında Piyasa Ekonomisi Statüsü kazanacak ve böylece kendisine uygulanan ayrımcı anti damping kurallarından kurtulacak.
Dikkat: Çin her zaman AB’yi önemsedi; G20 toplantılarında ticaret fazlasına üst sınır koymaya çalışan ve Yuan’ın değerlenmesi için baskı yapan ABD’ye karşı ikili anlaşmalarla borç krizindeki AB’yi yanına almayı başardı. Bir yandan ABD’ye, öte yandan Çin’e meyleden AB artık bir çıkmaz sokakta. Şimdi denge Çin’den yana.
Çin, zirve metnine ne yazdırdı?
AB, bugüne kadar Çin’e Piyasa Ekonomisi Statüsü verme konusunu hep ağırdan aldı. Çünkü bu statüyü ABD’ye rağmen vermek istemedi. Ancak 14 Şubat 2012 tarihinde yapılan zirvenin sonuç bildirgesine bu kez bu meselenin ciddiyetle ele alınmasını yazdırmayı başardı. Zirve sonuç bildirgesinin 10. Maddesi aynen şöyle:
“10. Leaders stressed that particular importance should be given to working for the resolution of the Market Economy Status (MES) issue in a swift and comprehensive way.”
Yani:
”Liderler, Piyasa Ekonomisi Statüsünün hızlı ve kapsayıcı bir şekilde çözümüne yönelik çalışmaya özel önem verilmesi gereğine vurgu yaptılar.”
Çin, Avrupa Finansal İstikrar Kolaylığı ve Avrupa İstikrar Mekanizmasına destek vererek Avrupa borç krizinin çözümüne destek olursa en büyük ticaret ortağı olan AB’den Piyasa Ekonomisi Statüsünü 2016 yılından önce alacak!
İşte size 17 Şubat 2012 Cuma günkü bir haber:
“Eurogroup Başkanı, Avrupa'nın kurtarma mekanizmaları EFSF ve ESM'nin kredi verme tavanlarını Mart ayına kadar gözden geçireceklerini bildirdi. S&P'nin EFSF'nin notunu indirmesi 440 milyar Euro olan kredi verme kapasitesini azaltmayacak.”
Çin AB’den Piyasa Ekonomisi Statüsü ’nü hemen alırsa ne olur?
Çin’in elinde 3,2 trilyon dolar rezerv var. Bunun çok önemli bir kısmı ABD doları cinsinden. Çin bu konuda ABD’yi de sıkıştırıyor. ABD büyük ihtimalle 2016’yı bekler; ancak kriz içindeki AB’yi de engellemeye çalışamaz. Çünkü AB artık sözün bittiği noktada ve düdüğü parayı verene çaldırmak durumunda.
Özetle; Çin bu statüyü hemen alırsa AB’nin Çin mallarına karşı uyguladığı ayrımcı anti damping soruşturmaları bitecek. Böylece Türk sanayicisinin en büyük ihracat pazarı olan AB’ye Çin malları çok daha kolay girecek. Doğal olarak da Türk sanayicisinin rekabet gücü önemli ölçüde azalacak!..