22 Aralık 2013

Siyaseti savunmak ve 'Konjonktürel demokratlar'

Cemaat, aynı cemaat; savcı, aynı savcı. Belgeleri servis eden eski mesai arkadaşları...

Bundan birkaç sene öncesine kadar cemaatten aldıkları belgelerle askeri vesayete karşı mücadele eden eski Taraf, yeni Türkiye, Yeni Şafak, Akşam, Serbestiyet yazarlarının bir süredir AKP’yi, özellikle de Başbakan Erdoğan’ı savunma adına çırpınışlarını izlemek artık hüzün verici bir hale geldi.

Cemaat, aynı cemaat; savcı, aynı savcı. Belgeleri servis eden eski mesai arkadaşları. O zamanlar birlikte hareket ettikleri, el ele “yetmez ama evet” kampanyalarına katıldıkları “liberaller” ise bugün “kullanışlı aptallar”, “bütün kırılma anlarında yanlış yerde durmuş öfkeli demokratlar”, “sinirli liberaller”, “loser solcular”, “eski rejimin anka kuşları”, “penguenler… falan edebiyatına” başlayan “yurttan sesler korosu”, Gezi için “haysiyet kırılması tanımı sallayan cevval solcu abi”ler, “Gezi’ye kadar iyi kötü direnmiş, genç tribünlerin önünde andropozun verdiği şevkle lastik patlatan” “seçkin akademisyenler”. Öyle derin bir arşiv çalışması filan değil; bu terimlerin tümü üç yazarın bu hafta yayımlanan altı yazısından. Bu kadar aşağılayıcı sıfatı altı yazıya sığdırmak da hayli maharet istiyor doğrusu.

Ne diyor bu yazarlar?

Bu yolsuzluk dosyaları AKP-cemaat kavgasının uzantısı olan bir siyasi operasyondur (Paralel devlet, barış süreci baltalanıyor teorileri başka yazıların konusu).

Elbette öyle! Niye şaşırıyorsunuz? Sonuna kadar desteklediğiniz Ergenekon, Balyoz, Oda TV davaları da siyasi operasyon değil miydi? Bu dava dosyaları aynı yöntemlerle oluşturulmamış mıydı? Davaya karıştığı “iddia edilen” kişiler bugün olduğu gibi sabaha karşı evlerinden alınıp hapse atılmamış mıydı? O zaman “tamam, darbe girişimleri var da, bu delillerin bazıları şaibeli; hukuksal süreçte eksiklikler var” diyenleri darbeci, Ergenekoncu ilan etmiyor muydunuz? Bırakın yüksek perdeden itiraz edenleri, mırıldananları bile “amasız” cümleler kurmaya davet eden yazılar kaleme almıyor muydunuz?

Şimdi eski yazılarınızı yüzünüze vuranlara en ufak bir utanma duymadan “Eee yani?”, o zaman destekledik, bugün desteklemiyoruz diyorsunuz.

O zaman biz de size birkaç sene önce Aydın Doğan’a yönelttiğiniz soruyu yöneltir, “Kediniz var mi eski Taraf yazarları” deyiveririz (Yıldıray Oğur, “Kediniz var mı Aydın Bey?”, Taraf, 22.02.2009). Malum “canlıların en ilkel dürtüsü hayatta kalma içgüdüsüdür. Kedi olmuş, köpek olmuş, Medya Patronu olmuş, Başbakan olmuş, fark etmez. Bir canlı, hayatına kastedildiği an vahşileşir, tırnaklarını çıkarır, hırlar, saldırır, parçalarHayatınıza kastedildiğinde medeniyet biter. Kibarlık biter. Hukuk biter … Bu yüzden gerçekten anlamıyorum. Siz ki onlarca gazete, dergi çıkarıyor, onlarca zeki, akıllı, entelektüel insanla çalışıyorsunuz Sayın Aydın Doğan. Bu herkesin bildiği en temel hayat bilgisini, nasıl atladınız? Nasıl görmezden geldiniz? Nasıl başınıza gelecekleri önceden tahmin edemedinizAma Allah aşkına evinizde bir kediniz de yok mu? Bir gün onu bir köşeye sıkıştırın bakalım, kaçması için hiçbir çıkış bırakmadan üzerine doğru yürüyün, bakın ne olacak? Kedinizden bile bu temel hayat bilgisi dersini alabilirdiniz. Ve kedinizi dinleseydiniz bugün bu yaşadıklarınız başınıza gelmezdi … Ama Aydın Bey, emin olun bu işi bu modern çağda doğal bir seleksiyona ilk siz çevirdiniz.”

Hükümetin cemaat mensuplarını emniyetten ve yargıdan temizlemesi, “siyasi operasyon” değil miydi? Hem zaten cemaat oralara gökten zembille mi inmişti? Bizzat Başbakan Erdoğan “Cemaat ne istedi de vermedik” demedi mi? Başbabakanlık Resmi Gazetecisi Abdülkadir Selvi açık açık “2004'ten önce kaç valiniz vardı, 2004'ten bu yana kaç valiniz oldu? 2004'ten önce kaç milletvekiliniz vardı, 2004'ten bu yana kaç milletvekiliniz oldu? 2004'ten önce kaç bakanınız vardı, 2004'ten sonra kaç bakanınız oldu? 2004'ten önce kaç üniversiteniz vardı, 2004'ten sonra kaç üniversiteniz oldu? 2004'ten önce ticaret hacminiz neydi, 2004'ten sonra ticaret hacminiz ne oldu?” diye yazmadı mı? (“Cemaat ve Dershaneler”, Yeni Şafak, 02.12.2013)

Yani savaşı başlatan, Hakan Fidan nezdinde barış sürecini hedef alan operasyonlara girişen cemaati oraya siz yerleştirdiniz, siz yerleştirmediyseniz de Selvi’nin iddialarına göre palazlandırdınız, hatta onlarla el ele “siyaset dışı arayışlara” girdiniz, “hukuk dışı yöntemleri desteklediniz”. “Farklı ellerin tuttuğu bir silah oldunuz ve o silahı” önce askeri vesayetin, sonra iktidarı eleştirenlerin, bugün silahın kendisinin kafasına dayadınız. Zamanında büyük bir maharetle kullandığınız o silahı sonra iktidarı tamamen ele geçirmek adına “köşeye sıkıştırdınız, kaçacak bir yer bırakmadınız, evlerine kadar kovaladınız” (alıntılar Oğur’un yukarıda referans verilen yazısından). Biz o silahı gayrımeşru güçlere karşı kullandık safsatasına sarılmayın sakın; siz o silahı Gezi’de “halka” karşı da kullandınız, eğer halktan anladığınız sadece AKP seçmenleri değilse. Silahla oyun olmaz lafını hiç duymadınız mı? Malum silah bu, şeytan doldurur!

Yalnız şimdi mahsun mağdur bize “zaman siyaseti savunma zamanı” demeyin. Sakın “Siyasetin üzerinde sallanan asker kılıcının yerini, polis copuna bırakmasına, yargının yine hukuku politik hesaplar, iktidar kavgaları için araç olarak kullanmasına karşı çıkacak mısınız, yoksa bu seferkiler bizden deyip karşı çıkmayacak mısınız?” gibi sorular sormaya kalkmayın. Daha altı ay önce o polis copunu savunuyordunuz siz. Senelerdir yargıyı, hem de aynı yargıyı, politik hesaplar, iktidar kavgaları için araç olarak kullandınız, hala işinize geldikçe kullanıyorsunuz. Toplumu “siz-biz” diye ayıran sizsiniz. “Sizden” olmayanlara ağız dolusu hakaretler savuran da sizsiniz. O yüzden sakın “biz”i, biz her kimsek, demokrasi testine tabii tutmaya kalkmayın.

Akademik kimliğimle değil, Türkiye’de olan bitenleri yakından izleyen sıradan bir vatandaş olarak söylüyorum: Haddinizi bilin!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan nefreti ve Soma; Gülay Göktürk’e bir cevap

Tokatladığı vatandaşa/göstericiye “İsrail dölü neden kaçıyorsun” diye hitap eden, yani açıkça ırkçı bir terim kullanan bir Başbakanla karşılaştınız mı

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez

Gülen cemaati de yenilgiye uğruyor...

AKP Türkiye genelinde yüzde 40-45 bandında kalacak gibi. Bu sonuç, birçok yorumcunun söylediği gibi, seçmenin yolsuzlukları, vs. onayladığı anlamına gelmese de seçmenin AKP etrafında kenetlendiğini, seçim döneminde yaygınlaşan amiyane tabirle tabanın Erdoğan’ı “yedirmediğini” gösteriyor.