“Demokratikleşme Paketi’ neden çıkarıldı? Ya da neden şimdi çıkarıldı? Akla üç olasılık geliyor. Bir, yavaşlayan, kimine göre tıkanma emareleri gösteren barış sürecini canlandırmak için – ki Kürt tarafı bir süredir kendi üzerine düşeni yaptığını, sürecin ikinci aşamasını demokratikleşme yönünde atılacak adımların oluşturduğunu söylüyor, AKP iktidarını uyarıyordu. İki, Gezi olaylarıyla kendini gösteren toplumsal/siyasi taleplere yanıt vermek, yükselen tansiyonu düşürmek için. Ve üç, demokratikleşme zaten AKP’nin siyasi vizyonunun bir parçası olduğu için. Başbakan paketi açıklarken üçüncü noktaya vurgu yaptı, bu paketin ne ilk, ne de son olduğunu, 2023 Siyasi Vizyon belgesinde de belirtilen reformların devamının geleceğini belirtti. AKP’nin kraldan çok kralcı iliştirilmiş kalemleri ise daha paket okunurken “arkadaşlar devrim oluyor, uyarayım” tweetleri atmaya başlamışlardı bile!
Bu olasılıklara tek tek bakalım. Açıklanan paket barış sürecini canlandırabilir mi? BDP milletvekili Gültan Kışanak’ın ifadesiyle, “yetmez ama oyalar”. Kürt tarafının en önemli taleplerinden olan anadilde eğitim, beklendiği gibi, pakette yer almıyor. Haydi bu anayasa değişikliği gerektiriyor ve bu konuda Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda bir anlaşma yok diyelim (gerçi “Demokratikleşme, Kürtler ve Anadilde Eğitim” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, bu konuda CHP milletvekilleri Atilla Kart ve Rıza Türmen ile BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’den yapıcı çözüm önerileri geldiğini, AKP’nin ise bu önerileri tartışmaya açmadığını biliyoruz ama). Peki ya KCK tutuklularının serbest bırakılmasını da sağlayacak Terörle Mücadele Kanunu’ndaki değişiklikler? Nitekim BDP ve Kandil özel okullarda Kürtçe eğitime izin verilmesi ya da andın kaldırılması gibi kozmetik değişikliklerin beklentileri karşılamadığını, bırakın beklentileri “Kürtlere Kürt, Alevilere Alevi” bile diyemediğini açıkladı.
Peki paket toplumda oluşan beklentileri karşıladı mı? Eğer toplumdan AKP’ye oy vermiş olan kitleyi kastediyorsak, evet. Ama “maalesef” toplum sadece AKP seçmenlerinden oluşmuyor. Gezi sürecinde yaşananlar da bunun en somut kanıtı. Paketin bu kitlenin beklentilerini de karşılamaktan uzak olduğunu görüyoruz. Uzun süredir açılacağı söylenen Heybeli Ruhban Okulu pakette yok. Son dönemde tırmandırılmaya çalışılan Alevi-Sünni gerginliğine merhem olacak Cemevleriyle ilgili herhangi bir düzenleme yok. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda yapılan değişikliğin ne olduğunu, ne tür bir iyileştirme içerdiğini anlamak mümkün değil. Keza giderek yaygınlaşan nefret suçu “din ve inanç” özgürlüğü ağırlıklı tanımlanmış gözüküyor. Özetle paket, yukarıda saydığım değişikliklerin aylar öncesinden bizzat iktidar tarafından medyaya sızdırıldığı da hesaba katılırsa, AKP’nin kendi PR kampanyasının bile fersah fersah gerisinde!
AKP reformcu bir parti mi? Hakkını yemeyelim, bir dönem öyleydi. Ama AKP’nin hakkını teslim ederken “yağan yağmurda beraber ıslandığı” (bugünlerde darbeci ilan edilen) liberallerin, liberal solun ve Gülen cemaatinin katkılarını da unutmayalım. Hatta Ferdan Ergut’un yine T24’te yayınlanan “Siyaseti ‘Tarihle Birlikte’ Düşünmek” yazısında da ifade ettiği gibi, on yıllardır çeşitli gruplarca yürütülen demokrasi mücadelesini de ihmal etmeyelim (Kürtlerin, gayrımüslimlerin, anti-militarist grupların ve daha birçoklarının tepkisi olmasa andı kaldırmak milliyetçi-muhafazakar AKP’nin aklına gelir miydi? Hiç sanmıyorum). Öyle ya da böyle, ister konjonktür diyelim, ister siyasi hesaplar, AKP toplumun belirli kesimleriyle birlikte önemli reformlar gerçekleştirdi. Bu noktada “niyet okumanın” anlamı yoktu; kaldı ki her siyasi parti gibi AKP de elbette kendi çıkarlarını gözetecekti.
Sorun tam da burada başlıyor işte. Özellikle 2010 referandumundan beri AKP’nin çıkarları “demokratikleşmeyi” gerektirmiyor. İktidarda kalabilmek, iktidarını pekiştirmek için askeri vesayeti geriletmek, özgürlük alanını genişletmek zorunda olan AKP bu mücadeleyi büyük ölçüde kazandığı için artık var olan yapıyı, “sistemi” değiştirmek istemiyor. Tersine bu sistemi korumayı ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı hedefliyor. Üstelik bunu saklama gereği bile duymuyor. Başbakan Erdoğan ne zaman seçim barajı kendine hatırlatılsa “bu barajı biz getirmedik ki; çalışın, siz de barajı geçin” diyor. Amaç, gerçekten demokratikleşmeyse böyle bir mantık yürütülebilir mi?
Paketin eksikliklerine bu gözle baktığımız zaman da ana kaygının demokratikleşme değil, seçimlerde oy kaybına uğramamak olduğu görülüyor. Ulusalcı oylar zaten kayıp olarak görüldüğü için and kaldırılıyor (hemen belirtelim, iyi ki kaldırılıyor). Öte yandan milliyetçi-muhafazakar seçmeni ürkütme olasılığı olan Ruhban okulu bir kenara atılıyor. Ya da Sünni tabanı gocundurmamak için Cemevi meselesi öteleniyor. Eh, mütedeyyin oylara dayanan bir partinin nefret suçunu tanımlarken cinsel yönelimden bahsetmesi zaten beklenemez. Vesaire vesaire.
Buraya kadar söylediklerimizi toparlayacak olursak... Bu bir demokratikleşme paketi değil, seçim paketi. Seçimlere hazırlanan her siyasi parti gibi AKP de kendi çıkarlarını gözetiyor; başka bir deyişle, atılacak taşın kurbağayı ürkütmemesi için bin dereden su getiriyor. Bu bir yere kadar normal.
Normal olmayansa bu pakete “demokratikleşme” paketi denmesi. 2010’da askeri vesayetin bileği henüz bükülmemişken geçerli olan “yetmez ama evet” mantığının hala sürdürülmeye çalışılması, bizden “bahşedilenle” mutlu olmamızın, sesimizi çıkarmamamızın beklenmesi. İktidara minnetini dile getirmeyenlerin daha paket açıklanmadan “AKP düşmanı” (hatta bizzat Başbakan tarafından “27 Mayısçı”) ilan edilmesi.
Ama o günler geride kaldı. Artık “niyet okumamıza” gerek yok. AKP’nin son üç senelik performansı – uygulanan politikalar, benimsenen üslup, bozulan ittifaklar – “gözünü ışık bürümeyenler” için ortada. Keza (ana) muhalefetin sefaleti de. Zaten demokratikleşmeyi “yukarıdan”, bugün AKP, geçmişte asker, beklemek baştan yanlış değil mi? Özgürlükçü-demokrat yeni bir siyaset kurgulamak ve iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasi aktörleri demokratikleşmeye zorlamak daha doğru bir siyaset anlayışı değil mi? Godot’yu beklemek yerine gidip bulsak, askeri ya da sivil her tür vesayetten kurtulsak daha iyi olmaz mı?