Seçimler ertelenemez, ertelenmeyecek!
Anayasada "yıllara yayılan büyük ihmal ve hukuksuz uygulamalar zinciri sebebiyle yaşanan depremler nedeniyle seçimler ertelenebilir" maddesi olmadığına göre bunu tartışmak oldukça gereksiz.
Anayasının ilgili maddesi gayet açık ve net
"Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmediğine dair karar verilmesi hâlinde, Cumhurbaşkanı seçimi bir yıl geriye bırakılır. Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir."
Evet, daha deprem felaketinin boyutlarını görür görmez "bunu da yaparlar mı?" anksiyetesi sardı hepimizi. Çünkü minareyi çalanın kılıfını hızla hazırlamasına uzun süredir öyle alıştık ki... Ama bu öğrenilmiş çaresizlikten derhal sıyrılmalıyız!
Evet, savaştayız. Ama vicdansızlık ve hukuksuzlukla savaşımız. 30 bin insanın bir anda öldüğü bir durumda tüm meseleler politiktir. Siyaset yapmayın demek kendi kusurlarını örtmeye çalışan bir zihnin korkak savunma mekanizmasıdır. Bal gibi de siyaset yapılmalı, hem de hemen şimdi!
Siyaset yapma diyenlere...
Eğer felakete organize bir şekilde müdahale edilemiyorsa, öncesinde hiçbir önlem alınmamış ve insan hayatı hiçe sayılmışsa, trolün biri donma noktasında çadır bekleyen insanlara "it" diyorsa, enkaz altındaki Suriyelilere onlar bizden değil denip hâlâ kışkırtma yapılıyorsa, partiler yardım TIR'larına kendi logolarını yapıştırmanın derdindeyse, muhabirler yurttaşın gerçek hikâyesini göstermemek için mikrofon kaçırıyorsa, müteahhitler dışında diğer sorumlular yargılanmayacaksa, eğitime bir darbe daha vuruluyorsa, "vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan", bizim politika yapmaktan başka çaremiz yok. Olmamalı da!
Camus "bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın" der. Biz binaların içinde enkazlarda, madenlerde göçüklerde, hapishanelerde işkenceyle ölüyoruz. Ama işte hepsi kader tabii...
Şarkıcı STK yönetiyor, oyuncu çocuk sosyalist oldu. Bir felaket durumunda biz en çok onlarca yıllık köklü kurumlar yerine onlara güveniyoruz. Paramızı, emeğimizi onlara emanet ediyoruz. Biz bu köklü kurumlara neden güvenemiyoruz? Demek ki aramızda güven sarsacak bir şeyler yaşanmış. Çünkü biz ödediğimiz vergileri sorduğumuzda hep azar yiyoruz. Türkiye'de hak arama noktasında yurttaşın siyasiler karşısındaki tavrı hep kambur durma şeklinde, korkak. Bunun da nedeni siyasilerin tavrının hep üstten ve korku salan bir biçimde olması. Oysaki siyasilerin halka yakın durması, olması gerekendir. Devlet bu demektir. Devlet demek siyasiler ve milletin bir arada olma halidir. Eşitliktir. Bunun aksi sistemlerin ne olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Sonuçta vatandaş ya oyuyla o politikacıyı o makama getiriyor ya da oy vermediğinde bile ödediği vergiyle o politikacının maaşını ödüyor. Türkiye'de politikacılar ve yurttaş arasındaki yarık hiçbir fay hattının açamayacağı kadar büyük...
Bu, en geç 18 Haziran'da yapılacak seçimde gelecek yeni siyasiler için de geçerli olacak. Şüpheyle yaklaşmalıyız. İktidara kim gelirse gelsin iktidar bir zehirlenme alanıdır, güç sarhoşluğudur. Yurttaşın görevi de siyaset yaparak (eleştirerek, direnerek) bu zehirlenmenin önüne geçmektir. İktidar zehri saçan her politikacıyı sürekli denetimden geçirerek elemeli ve toplumu zehirlemelerinin önüne geçmeliyiz. Öyle oy verdik seçtik şimdi kenara çekiliyoruz hadi bakalım yapsınlar diye bir şey yok. Bizsiz bir şey yapamazlar. Onlar yalnızca bizim maaşlarını ödediğimiz birer devlet memuru. Verdiğimiz oyla, ödediğimiz vergiyle denetleme ve değiştime hakkı bize ait. Korkacak bir şeyimiz yok. Çünkü zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz kalmadı...
Son olarak enkazlar arasında Atatürk portrelerine rastladım. Padişahlığını ilan edebilecekken cumhuriyeti kuran Atatürk'ün portreleri... Arkasından Ruhi Su'nun sesinden "Ankara'nın Taşına Bak" türküsünü dinlemek istedim. Şarkıda önce "uyan da bak Gazi Kemal başımıza gelen işe, gelen işe..." der. Sonra da şöyle; "Sen gösterdin paşam bize böyle bir günde doğru yolu, doğru yolu..."