"Filistin meselesinin serbestçe konuşulmasını istiyorum. Gazze'de olanların bilinmesini istiyorum. Kimse bizim adımıza da soykırım yapamaz."
Böyle düşünen, ifade edebilen, üniversitedeki protestocu öğrencileri polise karşı korumak isteyen profesör kadın aynı polis tarafından yerlerde sürüklendi. "Cezai izinsiz giriş"le suçlanarak önce üniversiteye girişi, sonra okulun kararıyla "sadece kampüsteki bazı alanlara girişi" yasaklandı.
Annelise Orleck
Dortmuth Üniversitesi profesörü. Annelise Orleck bir Arap değil, Müslüman ya da Hristiyan değil; inancını veya inançsızlığını bilemem ama doğuştan Yahudi. Amerikalı, Brooklynli bir Yahudi.
Dartmouth Üniversitesi Tarih Profesörü Annelise Orleck, 1 Mayıs 2024 Çarşamba günü New Hampshire, Hannover'de İsrail protestosu sırasında gözaltına alınırken.
Protestolar ve kendisine uygulanan şiddetle ilgili bazı sözlerine "iktidar medyası"nda da rastlamış olabilirsiniz. Belki de hiç görmediniz, duymadınız.
Buna geleceğim.
Bir insanın, ırkı, milliyeti, "soydaşları"na ait bir konuda, hakkaniyet ve adaletten, vicdan ve insanlıktan yana tavır alabilmesi için, aklının ve kalbinin ciddi yol kat etmesi gerekiyor.
"Etnik-dini" kimliğin ötesine geçerek; hakikat yanında, hak ve özgürlükler için, ama herkes için, ille de ezilenler için saf tutabilmesi, konuşabilmesi, yazabilmesi, harekete geçebilmesi, vazgeçmemesi öyle mümkün.
Prof. Orleck de, belki ailesinin, belki çok kültürlü Brooklyn'in, belki eğitiminin, dünyaya bakışının ama ille de hepsiyle harmanlanan kişiliğinin neticesinde "İsrail zulmüne karşı protestolar"ın safında.
Ne ezberlere, ırk ve din şablonlarına, ne "başıma ne gelir"lere teslim olmuş; ne evinde, okul odasında, ne "masumiyet müzesi"nde kalmış.
Kirli, kanlı bir dünyada, ne İsrail otoritesine, ne ABD otoritesine, ne üniversite otoritesine teslim etmiş ruhunu.
Almış aklını, kalbini; dışarı çıkmış!
65 yaşında mı gelmiş bunlar aklına? Bakın o da mümkün. İnsan fark edebilir, öğrenebilir, değişebilir, değiştirmek için uğraşabilir her yaşta.
Lakin "Orleck" ve benzerleri bir yolculukla bugünümüze geliyorlar.
İki önemli bölümde dekanlık yapmış bir tarihçi olarak işçi sınıfına, kadın işçi sorunlarına, siyahlara, bilhassa siyah kadınlara, annelere, onların mücadelelerine, yoksulluğa, toplumsal cinsiyet eşitliğine, ABD'li Yahudi kadın aktivistlere dair ilgisi, bilgisi, araştırmaları, yazdıkları, anlattıklarıyla yolculuğu sürdüregelmiş.
Özeti şu: Sadece kendin gibi olanların, "kendinden" sayılanların dünyasında yaşayıp her şeye oradan bakmamak; tam tersine, oradaki sorunları, onlar tarafından ezilenleri, onların haksızlıklarını da görmek, anlamak, anlatmak.
Bulunduğunuz bir kimlik veya saftan belki bazen seçmece yazılmış tarihi veya insanları "koşulsuz takdir" ediyor olabilirsiniz.
Kritik eşik şu: Sadece bulunduğunuz saftan, kimlikten, ülkeden, devletten bakarak mı? Kendi tarihinizin, kendi devletinizin, kendi "etnik-milli-dini" kimliklerinizden olanlar içinden; ayıklayarak, seçerek mi takdir ediyorsunuz?
Yoksa kendi ülkeniz, tarihiniz, devletinizle anılan kırımları, kıyımları, haksızlıkları, adaletsizlikleri ayrımsız, ayıklamadan mı? Hakikat ve adalet adına bu kirlilikleri görmeden, ifade etmeden yapamıyor musunuz?
Bu soru ve cevaplar, hakikate düşkün, adalete tutkun, aklı ve vicdanı özgür olup olmadığımızı, samimiyet derecemizi gösterir.
Kendinizle, düşüncelerinizle, tavrınızla yüzleşebilirsiniz.
Sadece kafadan karşı olduklarınıza dair fikirleriniz, tepkileriniz değil; kendiniz gibi saydıklarınız veya sandıklarınızla da... Pek sorgulamadan, hakikatin peşine düşmeden kabul ettiklerinizle de...
"Öteki yüzü"nü aramak bile istemeden; doğru, gerçek, hakiki, kutsal, gurur verici bulduklarınızla da...
Sonrasında size kalmış: İster odanızda kalırsınız, ister sesinizle, tavrınızla, hareketlerinizle, cesaretinizle var olursunuz.
Orleck ve gibiler bize şunu da anlatıyor: Tamam kimlikler var ve doğuştan insanı kavrıyor, kuşatıyor, kişiliğinin temellerini de oluşturuyor ama, istisnai kimi durum dışında…
Öyle herkesi içine alan bir "kimlik kişiliği" yok.
"Bütün Yahudiler, bütün İsrailliler" yok. "Bütün Araplar" yok. "Bütün Amerikalılar" yok. "Bütün Türkler" yok.
İyiler ve kötüler var kabaca.
Aklını, kalbini, vicdanını, bilgisini ya da hakikati öğrenme tutkusunu özgürce koşturanlar, konuşturanlar var.
Bir de kör ezberle, kinle, nefretle, kibirle konuşanlar, koşuşanlar, seçmece vicdan oluşturanlar, bir kıvılcımla bile etnik-dini-milli körlüklerinin nefreti şiddet ile buluşanlar var.
Şaşı gazetecilik
Baktım "iktidarımızın güdümlü medyası" Orleck'e mikrofon tutmuş, Profesör muhtemelen özgür bir gazeteciliğe konuştuğunu düşünmüştür. Belki umurunda da olmamıştır; ses nerede nasıl çıkabiliyorsa çıksın, bir yerlere ulaşsın diye.
"Cesaret Ana" ile "İsrail'in soykırımı" üzerine konuşan veya sözlerini yayımlayan gazetecilik türünün, iktidarın köle medyası utancının gerçekten Orleck'in insanlığıyla, vicdanıyla bir ilgisi olabilir mi?
Kendi ülkesindeki polis ve devlet şiddetini alkışlayanların; yazdıkları, çizdikleri, itirazları, attıkları bir tweet yüzünden içeri alınanlar ya da içeriden dışarıya, yani işinden, üniversitesinden, partisinden, ülkesinden atılanlar için herhangi bir duyguları, duyarlılıkları var mı ki!
Kendi ülkelerinde bir "Prof. Orleck"e tahammülleri var mı ki!
Kulu kölesi oldukları iktidarın yaptıklarına, dediklerine, nefretlerine, aşağılamalarına dair vicdani tavırları hiç olmuş mu ki!
Bakın sadece onlardan bahsetmiyorum, basın tarihimizin en süfli, en sefil gazeteciliği olduğu halde.
Tarihinize bakın. İktidara, devlete, ezberlere boyun eğmek konusunda kesintisiz, derin bir geçmiş de var.
Ayıklamamak, bu itaat-biat esaretini reddedebilmektir. Sadece sayıklamamak da.
Prof. Orleck ve dünya tarihindeki, dünya talihindeki niceleri sayesinde hakikat ve adalet umudumuz ölmüyor. Her türlü ayrımcılığa, zulme, kıyıma, kırıma karşı, dayatmacıların her yerdeki benzerliğine karşı; bir "vicdan enternasyonali" hep oldu, hep olacak.
Umur Talu kimdir?
Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.
Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.
Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.
Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.
İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.
Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.
Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.
Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|